Kimlerle?

İşimizi yaparken kimlerle birlikte olacağız, kimlerle yürüyüp menzilimize varacağız?

İşimiz derken anlatmak istediğimiz, sözü hiç uzatmadan ve sözcüğün içerdiği bütün aşamalar ile çok farklı görünen iş biçimlerini de özetleyerek söylersek, sosyalizmdir.

Çok mu kestirmeden ya da atlamalı bir özet oldu? Olabilir. Olsun.

Kimileyin yeri gelmeden de tekrarlamaktan hoşlandığım bir söz vardır. Yıllar boyunca değişik vesilelerle birçok kez yaptığım gibi onu hatırlatırsam, biraz daha açıklayıcı olabilir. Geçen yüzyılın, hem birikimi ve yetenekleri hem de devrim davasına hizmeti açısından büyük nitelemesini hak ettiğinden kuşku duymadığım, ama hayatının ölümcül hatalarla dolu olduğu yargısını da itiraz edilemez bulduğum bir devrimcisinin sözüdür: "En güzel sanat eseri, sosyalist toplumdur."

Bu sözün sahibi olan devrimcinin adını vermeyelim bu yazının bilmecesi olsun. Kolaysa kolay, ne yapalım. Zaten ödül de koymuş değiliz.

Başlıktaki soruya dönersek, orada işimizi birlikte yapacaklarımızın sınıfsal kökenlerini sormadığımız açıktır. O konuda yeterince edinim vardır dağarcığımızda kitaplardan, işliklerden, sokaklardan, alanlardan... Başka türlü söylenirse, bozulmayacak, bozulmaması gereken bir ezberimiz bulunmaktadır. Bütün ezberleri bozulan, tutacağı yolu nasıl bulsun?

Sorunun yöneldiği bilinmez, tek tek o insanların özellikleridir deyiş uygunsa, kişisel ya da, bu ikisi arasında önemli bir fark gözetmeden söylersek, bireysel özelliklerdir. Omuz omuza olacaklarımız, işçilerdir, bundan daha geniş bir anlam yükleyerek kullandığımız sözcükle emekçilerdir, aydınlardır. Tamam da, bu işçilerin, emekçilerin, aydınların içindeki hangi özellikleri taşıyanlar ve hangilerinden arınmış olanlardır?

Çok sevdiğim ve önem verdiğim bir yoldaşımla sık sık dertleşirdik bir zamanlar. Böyle derken iyice geride kalmış ve bugünle benzerliği çok azalmış zamanları kastetmiyorum tersine, üzerinden daha 10 yıl bile geçmediğine göre, kuşkusuz hâlâ geçerlidir o dertleşmelerin konusu. Şimdi birbirimize sadece aynı uçsuz bucaksız ırmaktaki damlalardan herhangi ikisi kadar yakın olduğumuz o yoldaşımla konuşurken, bizim saflarımızdaki çoğunluğu pek genç olan insanların, konumlandıkları yeri şu köhnemiş dünyada ve çürümekte olan toplumda kendilerini kurtarıp sığındıkları bir adacık olarak görmelerinden orada yaşamanın farklılığını abartarak dışarı çıkmanın, o adacığı büyütmenin, toplumun ve dünyanın daha belirgin, çok daha belirleyici bölümünü kaplar bir büyüklüğe ulaştırmanın peşine düşmediklerinden yakınırdık. Geçmiş zaman işte, tam bu sözcüklerle değildi kuşkusuz, sözcükleri hemen şimdi, yazarken buluyorum demem, bunların hiç değilse bir bölümü o konuşmalarda bir kez bile geçmemiştir muhtemelen ama, aşağı yukarı, bu minval üzre konuşurduk.

Toplumsal çürüme, insanın halleri, yeni insan ve benzeri başlıklarda yazıp çizer ve konuşurken o dertleşmelerimiz hep belleğimde tazelenir. Aslına bakılırsa, bu konular üzerinde kafa yormak, okuyup yazmak son derece gereklidir buna inanıyorum. Ama işin bir de şu yanı var: Böyle konuları sık sık ve yaygın olarak gündeme getirmek sakıncalı da olabilir çünkü, sadece bu nedenle değilse bile bunların da etkisiyle, örgütlü mücadelenin militanları, yoldaşlarının sayılarını artırmaya uğraşırlarken, o çürümeden tümüyle uzak kalmış ya da arınmış insanlar bulmanın peşine düşebilirler. Gerçek durum burada dile getirdiğimiz kadar apaçık, dolayısıyla karikatürleştirilmiş biçimde ortaya çıkmaz elbette hatta, kimilerimiz öyle yapmanın yanlışlığı üzerinde konuşmuş, kafa yormuş, büyük ölçüde "netleşmiş" olmamıza rağmen, yapıp ettiklerimizle, haydi Lenin'in 1920'li yılların hemen başlarında kullandığı deyişi tekrarlayalım, "seralarda yetişmiş" insanlar ararız mücadeleye kazanmak için.

Şu son paragrafın yazılmasıyla, bir bakıma, daha önce sözünü ettiğim o eski dertleşmede gündeme getirilenden farklı bir argüman da devreye sokulmuş oluyor. O zamanki konuşmalarımızda, yaşadıklarından, tanık olduklarından bıkmış, tiksinmiş, kaçmış insanların kendilerine korunaklı bir sığınak arayışından ve bir kez bulunmuş sığınağın olabildiğince bozulmadan, kirletici sızmalara kapalı, tertemiz tutulmasından söz ediyorduk daha çok. Burada ise, bir süredir mücadelenin içinde bulunmuş ve safları kalabalıklaştırmayı kendilerine iş edinmiş olanların, tepeden tırnağa yanlış bulunamayacak seçiciliklerini irdeleyerek öne çıkarmış oluyoruz aynı sorunu.

Oysa, bir yandan kendimize güvenimizi yüksek tutarken yanılmaktan da hiç korkmadan, hiç denemese bile bu korkuyu bastırma yürekliliğini göstererek, çoğalmak zorunda olduğumuz besbellidir artık. Bu işi, düzeltelim, en başta tek olduğunu söylediğimiz ve sosyalizm diye kestirip attığımız işin bu bölümünü, sonuna erdirirken ulaşacağımız hızın da işin kendisinden daha az önemli olmadığını unutmamak ise bir başka açıklıktır.

Varsın, bir yığın çürümeden nasibini almış işçi, emekçi, aydın da saflarımıza doluşsun! Onlarla uğraşırken, onları çürümüşlükten arındırırken kendi çürümüşlüğümüzü de görüp sağaltmış oluruz.

Varsın, onların gelişiyle biraz dokunulmuş, biraz bozulmuş, biraz kirlenmiş olalım! Daha nitelikli, daha temiz, daha yıkılmaz, bunlarla birlikte ve hepsinden önemlisi, menzil-i maksuda git gide daha yakın olmanın yollarını buluruz.