Kapitalizmin vahşisi ile evcili

Bu “vahşi kapitalizm” sözü ilkin nereden doğmuş; adı sanı belliyse, yaratıcısı kim; uydurulmasında bir kast-ı mahsusa, özel amaç, var mı?

Bu tür sorular hem bir girizgâh yapılmasını, hem de okuyanlara ek ya da yan bilgiler sunulmasını sağlayabilir. Demek, onları sormak ve birtakım yanıtlar vermek, büsbütün yararsız sayılmaz. Ama, ne kadar yararlı olursa olsun, bu yazıda öyle bir yola başvurulmayacak.

“Vahşi kapitalizm” diye başlık atarken, geçmişten söz etmek değil amacım; hayır, bugünü, yaşadığımız günleri aklımda bulundurarak kullanıyorum bu deyimi. Demek istiyorum ki, “vahşi” sıfatı, tam da hâlâ içinde yaşamakta olduğumuz kapitalizmi niteliyor; ona kayda değer bir aykırılık oluşturmuyor.

Dünyaya egemen olanını bir yana bırakalım ya da, ancak kendi ülkemizdekiyle bazı bağlantıları gerektirdiğinde değinmek üzere, olabildiğince konu dışı tutalım.

Vahşisinden söz edilebildiğine göre, eskilerin alışkanlığıyla davranıp kavramın karşıtından hareket ederek, kapitalizm denilen bu şeyin bir de evcil olanının bulunduğunu düşünebiliriz. Doğrudur, adı böyle konmasa da, vardır. Kapitalizmin çeşitli ödünler verdiği, deyiş uygunsa, yumuşar gibi olduğu ya da düpedüz yumuşadığı dönemler, hatta insanlara “Yok canım, bu kadarı da olmaz, bu artık kapitalizmden başka bir şey!” dedirttiği dönemler bile olmuştur. Ben demem de, diyenler olabilir. Buraya kadarında bir yanlışlık yok. Ama, dönemlerin bir doğrusallık ve tutarlılık izleyerek, başka bir anlatımla, en başta vahşetin ve azgınlığın en sonda yumuşama ve dinginliğin yer aldığı bir çizgide, bir sonraki bir öncekine göre açık seçik bir ilerleme anlamını taşıyan bir içerikte ortaya çıktığı düşünülürse, hayır, bu doğru değildir. Kapitalizmin sertleşme ve yumuşama, azgınlık ve dinginlik, baştaki adlandırmaya dönersek, vahşileşme ve evcilleşme dönemlerinin daha kötüden daha iyiye doğru, adım adım, aşama aşama gerçekleşmesi bir yana, kötünün iyiyi izlediği, hatta bütün bunların değişik biçim ve şiddetlerde iç içe geçtiği söylenebilir.

Bunun hemen ardından belirtilmesi gerekense, vahşinin evcilleşmesini sağlayanın, kendi içindeki ve/veya dışındaki karşıtlarının gücü ile direnişi olduğudur. Kapitalizmin egemenliği altında yaşayan ve acı çekenler ile ondan koparak ayrı bir dünya yaratmanın peşine düşenlerin gittikçe artan gücü ve direnişi, kapitalizmi kâh ölümcül bir korkuya sürükleyerek kâh basbayağı burnunu sürterek evcilleştirmiştir. O güç ve direniş azaldığında ya da geçici de olsa ortadan kalktığında ise vahşet, hem de yepyeni boyutları ile ve kimileyin artan bir şiddette, yeniden ortaya çıkmıştır.

Ayrıca, sadece kaba şiddetinde değil biçiminde ve uygulanışında ortaya çıkan değişiklikler de vahşeti tanımlamak bakımından önemlidir; örtbas edip gizlemekte, hiç değilse, hafifsetip mazur göstermekte kullanılabilir.. Sözgelimi, kapitalizmin ilk dönemlerinde, günde 17-18 saat çok ağır koşullarda çalıştırılan işçilerin, kaytarma ve disiplinsizlik benzeri nedenlerle bağlanarak dövüldükleri “kırbaçlama direği”, vahşetin en kaba ve en açık bir göstergesi olarak herhangi bir açıklama gerektirmez; eski ve tumturaklı deyişle, her türlü izahtan varestedir. Ama bunlar çok geride kalmıştır, denebilir. Peki, komşu ocakta göçük altında kalmış ya da yanıp kavrulmuş arkadaşlarının cesetlerine bile ulaşılamamışken yer altına inip çalışmak zorunda bırakılan işçilerin ya da 10-15 yıl “eşşek gibi” çalıştıktan sonra, pek yalın bir “iktisadi kriz” gerekçesiyle kapının önüne konulup çoluk çocuk ana-baba evine taşınmak zorunda kalan emekçilerin nesnesi oldukları eylemin adı vahşet değilse, nedir?

Sadece çalışma hayatı, toplumsal üretimin gerçekleştirilmesi, onun içinde olup bitenler  biçiminde anlatılabilecekler de değil.

Yine, sözün gelişi, komşu ülkedeki insan kardeşlerinin savaşta yakılıp yıkılmış evlerinin barklarının yeniden yapımına yardımcı olmak için birçok kentten toplaşıp yola çıkmış, oraların çocuklarına armağan götürmek üzere yanlarına oyuncak bebekler neyim almış gencecik çocukların, bir bahçenin içinde, birdenbire, paramparça edilip havaya saçılmalarına ne diyeceğiz? Yoksa, bu bir vahşet sayılmaz mı, ya da sayılsa bile, “bunun kapitalizmle ne ilgisi var” mı? Yoksa, kapitalizmde demokrasi olduğu için o gençler rahat rahat ve özgürce haberleşmişler, yine aynı özgürlük içinde ta sınıra kadar gelip basın toplantısı yapmışlar, ama bir dikkatsizlik yahut tedbirsizlik, hani her gün trafik kazalarında oluyor ya, onlara benzer, bir dalgınlık, bir ihmal ve işte bir facia daha! Olmasa iyiydi ama, oluyor işte! Böyle mi diyeceğiz?

Yoksa, Hobsbawm’ın, siyasete katılmanın yerini piyasaya girmek almaktadır, yurttaşın yerini de tüketici, derken; pek cakalı kehaneti çabuk fos çıkmış Fukuyama’nın, küçük mahalle bakkalı yerine süpermarketten alışveriş yapmayı seçmek gibi, oy kullanmamayı seçmenin de insanların yaptığı demokratik bir seçimi yansıttığı fikrini ciddi ciddi ileri sürmesinden alaycı bir şaşkınlıkla söz etmesine benzer bir tepki mi göstermeliyiz?

Ya da, demokrasiyi “serbest” piyasa ile özdeşleştiren eğilimlerden etkilenerek, bir zamanlar “sarhoş faşist” Yeltsin’in başkanlık gücüne erişmesini özelleştirme ve piyasa adına olması nedeniyle “demokratik” sayanlara, hatta yine benzer nedenlerle faşist general Pinochet’nin, serbest seçimlerle gelmiş Salvador Allende’den daha demokratik olduğunu ileri sürenlere mi kulak vereceğiz?

Hiçbiri değil elbette.

Kapitalizm, onun ilerilik ya da gelişkinlik anlamında değil, yıkılmadan önceki en son yahut en yüksek aşaması olan emperyalizm, her zaman vahşi olmuş, hep vahşet üretmiştir. Vahşet, kimileyin iş bulup çalışamadığı için ya da bulabildiği işte çalışırken ölmektir; kimileyin savaşa karşı barışı savunurken paramparça edilip havaya uçurulmaktır; kimileyin sömürü ve baskı karşısında eşitlik ve özgürlük için mücadele ederken vurulup kırılmak damlara tıkılmaktır; kimileyin de bunların tümümü birden, iç içe, art arda yaşamaktır.

Sonuç olarak ve kısacası, kapitalizm ile emperyalizmi, bunların ilkeli ile gelişmişini, zorba olanı ile demokratik olanını, baskı ve tutsaklık getireni ile uygarlık getirenini arayıp bulmaya, iyisini kötüsünden daha az kötü olanını en kötüsünden ayırt etmeye çalıştıkça, biz insanları bekleyen, sadece vahşet olacaktır. Çıplak olanı, kaba saba olanı ya da inceltilmiş, örtülüp gizlenmiş olanı. Ama ille de vahşet!