İtiraf

Aslında her gün birden çok kez, açık ya da örtük itiraflarla karşılaşıyoruz da, burada değineceğimiz, şu en son İstanbul’daki bombalı aracın polis otobüsüne doğru patlatılması ile ilgili.

İtiraf olarak nitelendirdiğim demeç, geçen hafta yazdığımız güç ve güçsüzlük ikileminin yarattığı soruya konuyla doğrudan ilgili taraftan gelen, bence samimi de görünen bir yanıtı oluşturuyor. Olaylardaki sıklık ve kan dökücülük öylesine arttı ki, öznel niyet açısından olmasa bile, nesnel olarak içtenlik taşıdığı ileri sürülebilecek bu tür sözleri, başka bir deyişle itirafları, görüp göstermekte büyük bir zorluk kalmadı. Biraz dikkatle izlemek yetebiliyor.

O demeç bazı gazeteler tarafından manşet yapılmıştı; manşetlerde “kıyamete kadar” yazıyordu.

Hemen hemen aynı günlerde, en çok üç beş hafta kadar önce, belini kırdık, canına okuduk, ezdik, bitirdik yollu açıklamalar art arda gelirken, böyle bir manşetin beraberinde getirdiği, tutarsızlık, çelişki, tenakuz benzeri sözcükler hemen akla gelse de, bunların hiçbiri değildir. Bu sözcüklerle anlatılabilecek bir yanı bulunuyor işin; ama, daha aydınlatıcı olan, itiraf, samimiyet, çaresizlik türü sözcükleri kullanmak olabilir. Demeç sahibinin inançları ve kişiliği göz önüne alındığında, böyle düşünmekte sakınca yoktur; tersine, gerçekliği daha eksiksiz biçimde kavramak bakımından yarar, hatta zorunluluk vardır.

Müminler açısından kıyamet gününün mutlaka geleceğine, günlük dille, bir gün mutlaka kıyametin kopacağına, o gün geldiğinde iyilik ve kötülüklerin, sevaplarla günahların hesabının bir bir verileceğine inanmak bir zorunluluktur; imanın şartları arasındadır.

Mümin bir siyasetçi açısından bunun böyle dile getirilmesi ise apaçık bir başarısızlık ve /veya güçsüzlük itirafıdır. Kıyamet gününde bu birinci dünya, yahut yalan, yalancı, sahte, gelip geçici dünya bir biçimde sona erecek ve  hakiki alem başlarken en eksiksiz müminler de içinde olmak üzere yaşayan herkes hesap verecektir. Bu iş için, bu terör belasının başını ezmek, belini kırmak, kökünü kazımak için kıyamete kadar uğraşılacağı söyleniyorsa eğer, o en son ana kadar, bu konuda başarısız kalınacağı kabul ve ilan ediliyor demektir.

Üstelik burada, pek de küçümsenmemesi gereken bir ayrıntı daha var; hatta, ayrıntı demek bile yanlış olabilir, bu sözcüğün anlattığından daha önemli bir yan çünkü: Kuşkusuz, kıyametin ne zaman kopacağını bilmek hiçbir ölümlünün haddi değildir. Ancak, şu kan, vahşet, acı dolu terör günlerinde belli bir yaşın üstünde olan  herkes için emr-i hak  çok büyük olasılıkla kıyametin kopmasından önce gerçekleşeceğine göre, bu “kıyamete kadar” öngörüsü, kendisinden sonraki siyasetçi kuşaklarını da kapsayan bir tür “bühtan”dır; iftiradır, kara çalmadır. Öyle ya, şu andaki siyasetçiler kuşağından sonra taa kıyamet gününe kadar gelip geçecek sayıları belirsiz siyasetçi kuşaklarının da başarısız olacaklarını kim bilip yahut kestirip de bugünden söyleyebilir!

Bununla birlikte, gelecek kuşakları da işin içine katan, dolayısıyla, onlar daha yönetme sorumluluğu üstlenmeden çok önce peşin peşin başarısızlık öngörüsünde bulunan bu yaklaşımdaki asıl sorun, haksızlık etmesinde değil. Asıl üzerinde durulması gereken, sadece kendi kuşağı için değil, sonsuza kadar başarısızlığın kabullenilmekte oluşudur.

Bunun bir dil sürçmesi ya da nasılsa dinleyenlerin ve okuyanların o kadar da dikkatli olamayacakları varsayımının doğurduğu bir rahatlık ile açıklanabileceğini sanmıyorum. Herhangi bir siyasetçinin, her konuda ve ne kadar çok konuşuyor olursa olsun, böylesine bir konuşma savrukluğu içinde bulunması, kolay kolay rastlanır bir durum sayılmaz.

Öyleyse?

Öyleyse, bunu içtenlikle ve belki de farkına varılmadan yapılmış bir itiraf olarak kabul etmek, bütün öteki olasılıklardan daha akla yakın görünüyor.

Şu sonuncuda ve daha yukarıdaki birkaç cümlede kullanılmış “içtenlikle” sözcüklerinin dayanaksız bir yorumun ürünü olduğu ileri sürülebilir; çok da itiraz etmem. Ama o çaresiz öngörünün farkına varılmadan dile getirilmiş olabileceği yolundaki tahminin aynı derecede kolaylıkla reddedilemeyeceği kanısındayım: Bir siyasetçi için, hele böylesine inatçı ve hırslı  bir siyasetçi ise özne konumunda bulunan, nereye gideceğinin farkında olunarak söylenebilecek bir söz müdür bu? Herhangi bir sorunla da değil, çok can yakıcı olduğu, bir numaralı öncelik sırasında yer aldığı ikide bir yinelenen bir sorunla sonsuza kadar uğraşılacak ise o soruna çözüm bulunamıyor ve bulunamayacak demektir; buna başarısızlıktan, üstelik, ortadan kaldırılması hiç mümkün görülmediğine göre güçsüzlükten, hatta mutlak güçsüzlükten başka ne denebilir?

Bunun çok sayıda yaralının ziyaret edilişinden sonra, hastane kapısında söylenmiş oluşu, farklı bir sonuca varmayı gerektirir mi peki? Hayır. Olsa olsa, işe biraz insancıllık katabilir; dolayısıyla,  buna uygun üç beş cümle yazma ya da söyleme ihtiyacı duyanlar çıkabilir.

Buna karşılık, çözümü kıyamete kadar uzatan cümlenin başına da kulak verilince, az önce üzerinde durduğumuz farkına varılmadan söylenmişlik değerlendirmesini biraz düzeltmek gerekiyor. Tümünü birden okuyunca, cümlenin “İlk insanla başlayan bu mücadele kıyamete kadar sürecek.” biçiminde olduğu görülüyor. Biraz sonra dışarı çıktığında, muhabirlerin “olayla ilgili görüşünüz” biçimindeki o bıkkınlık verici sorusu ile karşılaşmasının mukadder olduğunu bilecek kadar deneyimli bir siyasetçi, kafasında bir iki cümleyi olsun dolaştırmamış olabilir mi? Herhalde dolaştırmıştır, dolayısıyla, bu cümlenin üzerinde biraz olsun düşünülerek dile getirildiği varsayılırsa, burada bir saçmalık olduğu ortada: Terörün ve onunla mücadelenin ilk insanla birlikte başladığı, pek de bilinen bir tez sayılmaz; en azından, ben böyle bir iddiaya daha önce rastladığımı hatırlamıyorum. Demek, kendi cehaletimi bir an için unutursak, burada son derece özgün bir tezle karşı karşıya olduğumuzu düşünmek yerine, çok daha farklı ve bir o kadar münafıkça bir sonuca ulaşmak işten bile olmaz: Bir türlü sona erdirilemeyeceği yönünde kaygıların  ortaya çıkmaya başladığı anlaşılan bir “bela”dan söz edilirken bunun sadece öncesi değil, sonrası da olmayan, “ezeli ve ebedi” bir nitelik taşıdığı hemen dile geliveriyor. Nasıl denebilir, bir tür özsavunma içgüdüsünün ön alıp harekete geçişi ile, belki de birden ortaya çıkıvermiş bir güçsüzlük ve çaresizlik duygusu bastırılmaya çalışılıyor; ya da birden, tam da o sırada belirivermiş değil, çoktandır ağır basmakta olan bir duygu ile baş etme uğraşı sürdürülüyor.

Yazı bu minval üzre gidecek olursa, usta, reis ve benzeri ya da şimdiden kestirilemeyen bambaşka bir başlık taşıyan yepyeni bir roman hazırlığı içinde birtakım eskizler yapmaya çabaladığımız sanılabilir. Yok öyle bir niyetim kuşkusuz. Olsa bile, becerebilir miyim, o da ayrı bir konu.

Bununla birlikte, ileride, hatta çok da uzak olmayan bir gelecekte ne romanlar çıkacak, beklentisi pek de gerçekçilik dışı olarak görülemez. Onların arasında başyapıt düzeyinde sayılabileceklerin bulunması da şaşırtıcı olmaz. Çok uğraştılar ama, bu toplumun hayat damarlarının tümünü birden kestiklerini, bizim tarafta en kötümserler, karşı tarafta en iyimserler bile söyleyemez.

Madalyonun öteki yüzü de var elbet: Toplumların hayatını bu kadar uzun süre etkileyenler sadece hukukun, adaletin, siyasetin, ticaretin konusu mu olurlar?