İstifanın Yolları

Çok eskiden, mücadeleden ayrılmış arkadaşlarımız için "İstifa etti." derdik. Hiçbirimiz daha herhangi bir yerde çalışıp da kendi isteğimizle ayrılma gibi bir yaşantının içinde bulunmamış olmamıza rağmen, niye pek de yaşımıza başımıza yakışmayan öyle bir deyişi kullanırdık, bilmiyorum. Aklımızca, biraz alay etmeye, biraz da küçümsemeye çalışırdık ama, daha çok, o arkadaşlarımıza yönelik bir bağışlayıp kollama eğilimi ağır basardı galiba.

Zaten o zamanlar ayrılma değil katılma eğilimi baskındı. İnsanlar, özellikle de genç insanlar akın akın sola, sosyalizm mücadelesine geliyorlardı. Buradaki "akın akın" deyiminin çok abartılı olduğu düşünülmemelidir. İstifaların çoğalması daha sonradır. İstifa sözcüğünü seçişimizde onun bir teslimiyet anlamı taşımasının da payı vardı bir işi sonuna kadar götürememenin, bir direnişi sürdürmeye güç yetiremeyişin, hiç değilse yorulmuş olmanın çaresizce kabullenilişi... Bu bakımdan, o zamanki ayrılmaların, genellikle, aşağıda değineceğim yollardan üçüncüsüne denk düştüğü söylenebilir.

Soldan, solculuktan, sosyalizm mücadelesinden ayrılmanın yollarını üç kümede sınıflandırmanın mümkün olabileceğini sanıyorum. Yolları yerine biçimleri ya da biçemleri mi demeliydim yoksa?

Bunlardan biri ve, benim gözlemlerime göre, en yaygın olanı, küfrederek ayrılmadır. Küfür ayrılma ile birlikte, belki biraz önce başlar ayrılmadan sonra dozu ve zenginliği artarak devam eder. Küfürbazların bir bölümü parçası oldukları ama aktif politik hayatından uzak durmaya çalıştıkları düzenin keyfini sürerken, bir başka bölümü ise bu keyif sürme ayrıcalığının bedeli olarak ortaya koyabilecekleri başka hünerleri olmadığı için küfrederler. Dolayısıyla, birinciler küfrü boşa geçirdikleri zamanın hıncına küçük bir katkı olsun diye ve azaltarak sürdürürken, ikinciler tıksırıncaya, çatlayıncaya, patlayıncaya kadar yiyebilmenin karşılığı olarak küfrettikleri için küfürleri hiç bitmez ve yaratıcılıkta ellerine su dökülmez. Şöyle de söylenebilir: Birinciler için küfür artık bütün izlerinin silinmesi gereken karabasanlı bir geçmişi hatırlatttığı için git gide can sıkıcı duruma gelir. İkinciler içinse yolunu bulmanın vazgeçilmesi imkânsız yoludur.

İstifanın benim gözleyebildiğim bir başka yolu ya da biçimi, solculuğu aşmaktır. Burada söz konusu olanın, içererek ya da özümleyerek aşma diye ileri sürüldüğünü, hatta Hegel ve Marx göndermeleriyle dillendirildiğini de eklemeliyiz ki, anlatımımızda önemli bir eksiklik kalmasın. Entelektüel rengi baskın bu istifa biçeminin de politikanın büsbütün dışında olmamayı gerektirdiği, ülke ve dünya sorunları ile ilgilenmek çağdaşlığın bir gereği sayıldığından, sınırlarını bu gereğin belirleyeceği bir ölçüde politikanın içinde olmayı öngördüğü belirtilmelidir. İlkindeki kadar apaçık ve kaba saba olmasa bile bu ikinci yolun da belli bir küfür dozu olmaksızın hayata geçirilemeyeceği besbellidir. Bu ortaklaşmaya bakarak, soldan ayrılmanın, çoğu kez, bir en az küfür düzeyini tutturmadan mümkün olmadığını söylemekte sakınca yoktur.

Bir üçüncü yol ya da biçim ise sessiz sedasız sıvışmaktır. Bu yolu tercih edenlerin yaptıkları ötekilere göre o kadar naif ve dürüstçe kalır ki genellikle, Marx'ın en sevdiği sözü tekrarlayıp "İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir." demekten ve burada kullandığımız "sıvışma" sözcüğünü pek ağır ve aşağılayıcı bulup "sessizce çekilmek" ya da "uzaklaşmak" türünden sözcüklerle değiştirmekten başka çare bulamayız böylesi bize hem daha gerçekçi hem de hakkaniyete daha uygun görünür.

Şunu da eklemek zorundayım elbette: Bunlar benim yapabildiğim gözlemler ve onların sonucunda ulaşabildiğim soyutlamalar. Gözlem gücü ve soyutlama yeteneği daha gelişkin olanların, daha zengin sonuçlara ulaşabilmeleri doğaldır. Ancak, onların da burada kısaca yazmaya çalıştıklarımı geçersizleştirecek sonuçlar ortaya koyacaklarını sanmıyorum.

Son bir ek şöyle olabilir belki: Bunların, epey eski zamanlardan taşınmış saptamalar olmakla birlikte, özetlenerek yazılmasının bugünlere rastlamasında soldan ayrılmaların, başka bir sola geçmelerin, bu yöndeki eylem ve söylemlerin biraz artış eğilimi göstermesinin bir etkisi olmuştur herhalde. Bu yazımdaki en ivedilikle giderilmesi gereken eksikliğe gelince, bana kalırsa, o da müstafi olanların, daha doğru bir anlatımla dökülenlerin ve/veya bizim öyle kabul ettiklerimizin gerekçeleri ya da saikleridir.

Bu gerekçeler üzerinde de kafa yorduktan sonra, onlara, özellikle küfürbaz olanlarına indireceğimiz darbelerin altından kalkacak gücü nereden bulacaklar?