İşsizliğe Yeni Çözüm

İşsizlik sorununun bu çözümü, yoksulundan varsılına, herhangi bir sorumluluk yüklemenin apaçık haksızlık olacağı garibanından en sorumlu yerlerde bulunanlarına kadar, ülkemizde yaşayan insanların en sevdiği sözcüklerden biri aynı zamanda. Biri değil, birincisi bile denilebilir. Birazcık mürekkep yalamış herkesin pek beğenip sık sık kullandığı, o arada, birçok sorunun çözümü olarak ileri sürdüğü bu sözcük, "eğitim".

Eğitim sözcüğünü çok sevenler, gerçekten, onu böyle tek bir sorunla ilgili olarak değil, hemen her sorunun çözümü olarak ileri sürerler. Birinci sıradaki, dolayısıyla en etkili çözüm olmasa bile, en kötümserler, ikinci ya da bilemediniz üçüncü sırada dile getirilebilecek etkililikte bir çözüm yolu olarak mutlaka belirtirler. Kürsüye nutuk atmaya çıkmış olanından ağzına dayanmış mikrofonun şaşkınlığı içindekine kadar halkımızın her türü, üç aşağı beş yukarı, bu ortak noktada buluşur: Eğitim çok önemlidir bütün musibet eğitimsizlikten başımıza geliyordur eğitimsiz kalmak kadar fena bir şey yoktur...

Özetle, bir savsöz mü denir, yol gösterici bir ilke mi, slogan mı, her neyse, kısa ama toparlayıcı cümle şudur: Eğitim şart! Ancak, bunun, günümüzün tuhaf jargonunda bir tür "kafa bulma" kalıbı olarak kullanıldığını saptayabiliyoruz.

Oysa, burada gündeme getirmek istediğimiz, işsizlik karşısında, bilerek ya da bilmeyerek, istemli ve istemsiz olarak ortaya atılmış, ortaya atılmış demeyelim de, bir bakıma kendiliğinden ortaya çıkmış ve sonradan adı konulmayan bir çözüm olarak benimsenmiş olan eğitimdir.

Başka yerleri boş verelim ve sadece kendi ülkemizi düşünerek devam edelim. Öyle yaparsak, saçma sapan "nereden biliyorsun" itirazlarıyla karşılaşmayız yaşadıklarımızdan bildiğimizi bilmeyen yoktur.

Eğitim sürelerinin git gide uzatıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Liselerin üçte bir oranında uzatılması, belki ve haklı olarak, lise öğrencilerinin ilk aklına gelen olabilir ama demek istediğimiz o değil. Dolayısıyla, "zorunlu" eğitimin beş yıldan sekiz çıkarılması da akla gelmesin o da var olmakla birlikte, demek istediğim daha farklı bir uzatma.

Bugün eğitimin, hele örgün ya da okullaşmış eğitimin büyük bir bölümü işsizliğin ertelenmesinden başka bir işe yaramamaktadır.

Çok eskiden beri alışkın olduklarımız dışında, artık, herhangi bir üniversiteye ya da yüksek okula girip de oradan mezun olma şansına erişmiş gençler için neredeyse "Allah'ın emri" durumuna gelmiş bir de yüksek lisans sorunu vardır. Örneğin, neye yaradığı belirsiz olarak uzatılmış bir süreçten geçen tıp öğrencileri için bu konuda hem gerçek bir kesin buyruk hem de bunun doğal sonucu olarak müthiş bir yarışma söz konusudur yarışmanın rekabetin Türkçesi olduğunu unutmadan. Zaten rekabetçi bir dünyada yaşamıyor muyuz firmalar, ekonomiler, ülkeler de rekabet edip durmuyorlar mı? Bunun ahlaki kurallarını koyup denetleyenler yok mu? Göz kamaştırıcı bir hızla ilerleyen ülkemizde de bununla uğraşsın diye kurulmuş bir kurum yok mu?

Bunlar her gün onlarca mı, yüzlerce mi benzerleriyle karşılaştığımız "masal"lardandır. Masal sözcüğünü tırnak içine alarak yazıyorum çünkü, bizim masallarımızı aşağılamak istemiyorum. Onlar çok güzeldi ilerideki günlerde yine çok güzel olacak. Şimdi, masalların da kirletildiği bir zamanda yaşıyoruz.

Devam edelim.

Az önce değindiğimiz tıp öğrencileri sözün gelişi idi. Bütün öğrenciler için geçerlidir. Üstelik, yeni değil, epeyce de eskidir. Kendimden örnek olsun, bundan birkaç onyıl kadar önce, genç bir yöneticiydim ve benden daha genç çalışanlar gelip izin isterlerdi. Yüksek lisans yapıyorlar, çalışma saatlerine denk geliyor, efendim, derse gidecekler, şu bu... Sonunda izin vermekle birlikte, biraz yokuşa sürer ve kafalarını karıştırmaya çalışırdım. Sözün gelişi, aynı teraneleri birkaç yıl daha okuyup da ne yapacaksınız, şimdi size yüksek lisans düzeyinde okuttukları kitap bizim lisans eğitimindeki ders kitabımızdı, falan derdim. Gerçekten öyleydi ve bunu söylediğim çocukların şaşırdıklarını hâlâ hatırlıyorum. Sanki, o kitaptakiler pek matahtı da! Ayrıca, onlar, hiç değilse hem çalışıp hem eğitime devam eder konumdaydılar.

Son zamanlarda sık sık işittiklerimizden biri de şu: "Abi", yahut ana babası konuşuyorsa, "kardeşim" diye başlayıp devam ediyorlar: "Falanca mühendisliği bitirdi bir de em bi ey yaparsa, çok iyi olur! Biraz daha sıkıntı çekeceğiz, ama ne yapalım!" Eğer ulaşabileceğim yakınlıkta ise müdahale ediyorum: Bırakın bunları arkadaşlar, ciddi bir mühendislik eğitimi almış insan için o em bi ey dediğiniz hakarettir. Yoksa, ciddi mühendislik eğitimi kalmadı mı?

O kadar da değil. Bu 81 vilayete üniversite projesinin de, proje değil gerçekleşme mi diyelim yoksa, altında yatan gerekçelerden biri işsizliğe çözüm bulmaktır. Örnek mi yok, iki gün önce buradaki Sol'da derin çözümlemelerinden söz açılan Malatya'daki üniversitenin Tarih bölümü başkanı ya da yetiştireceği öğrenciler, Hakkâri yahut Gümüşhane üniversitesine gidip oralarda yüksek lisans ve doktora programları açacaklar ve kayıtlı öğrenciler Maraş, Çorum, Sivas katliamlarının yanı sıra Dersim falan gibi adı bile yasaklanmış yerlerdeki ölme öldürme olaylarının da aslında Almanların ve onların maşası Ermenilerin oyunu olduğu, hatta Kürttü şuydu buydu denilenlerin aslında Ermeni oldukları konusunda bilimsel çalışmalar yapacaklar. Böylece, hem bilim dünyamız zenginleşecek hem de işsizlik rakamlarımız fakirleşecek. Bu işlerle uğraşanlar, istatistikler açısından, işsiz değil öğrenci sayılırlar.

Şunu demek istiyorum: Bugün ülkemizde eğitim çağında olup eğitim görme şansına erişmiş yurttaşlarımız ile o çağın dışına çıkmış olmakla birlikte sonu gelmez bir okul ve eğitim sürecinin içinde görünmeye devam eden yurttaşlarımızın ömürlerindeki bu sürelerin önemli bir bölümü boşa gitmektedir gördükleri eğitim ne kendilerine ne ülkeye bir yarar sağlayacaktır işsizlik rakamlarını düşük tutmaktan başka.

Ama, denilecektir, hangi sorunun istatistiklerine değil kendisine çözüm bulunmaktadır ki!