İleri Sosyalizm

Böyle bir başlık, ister istemez, geri olanın da varlığını, dolayısıyla bunun başlığı atan tarafından kabul edildiğini akla getirir. Eğer geleceğe dönük olarak konuşuluyorsa, geçmişte ya da şimdi var olanın görece geri sayıldığı da böyle alt tarafı iki sözcükle ve geçerken dile getirilmiş olur.

Bizim kastımız da gelecek zamanla ilgilidir ve aklımızda olan, “sosyalizm yüzyılı” olarak adlandırılmasına katıldığımız yirminci yüzyılda ortaya çıkmış sosyalizm denemelerine göre daha ileri bir sosyalizmdir. O halde, bir, geçen yüzyıldakilerden birtakım hoşnutsuzluklarımız var, iki, yine de bu yüzyılda gerçekleşmesini beklediğimiz sosyalizmin daha gelişkin ve bu gelişkinlik sayesinde daha sağlam olmasını umuyoruz, demektir.

İki düzeltici açıklama ile devam edebiliriz.

Birincisi, bu satırların “reel sosyalizm” tamlamasından hoşlanmayan, hatta burada belli bir adap içinde yazmak gerektiği için hoşlanmama sözcüğünden daha yerinde ve ağır olanları kullanamayan, bunu epey eskiden beri yazmış ve söylemiş biri tarafından yazıldığını hatırlatmak gerekir. Ancak, bu hatırlatmanın şimdi dile getirilmekte olan göreli gerilik, buradan kaynaklanan hoşnutsuzluk türünden anlatımlarla bir tutarsızlık oluşturmadığı eklenmelidir. Sosyalizmin önüne getirilen “reel” sözcüğüne, her zaman olmasa da, genellikle bir küçümseme, aşağılama, hor görme edası taşıdığı için karşı çıkılmıştı hâlâ da karşı çıkılmaktadır. Buna karşılık, o tamlamaya karşı çıkılırken zaman zaman onun yerine kullanılan “kurulabilen sosyalizm”de, şu anda dilimizin ucuna geliveren daha nötr deyişle, “yirminci yüzyıl sosyalizmi”nde birtakım yetersizliklerin, geriliklerin, hatta ilkelliklerin bulunduğunu saptamamak imkânsızdır. Bu cümledeki kötüleyici nitelemelerin tümünün bir görelilik taşıdığı belli olduğu için “neye göre” sorusu da hemen akla gelecektir. Yanıt, hem kurama ve geçen yüzyılda yaşadıklarımıza, hem de kuşkusuz bunlardan bağımsız olmayan gelecek kurgumuza göre, olmalıdır. Hemen bu yanıtı izleyen ve o kadar da kolay yanıtlanamayacak yeni bir soru ile birlikte: Başka türlüsü olabilir miydi?

İkinci açıklama, yine de umutlu olmakla ilgilidir. Buradaki “yine de”, yirminci yüzyılda gerçekleştirilebilenin o kötü özellikleri ve akıbeti bilinmesine rağmen, anlamına gelmektedir. Ancak, bunun, o akıbetin anılan kötü özelliklerden ileri geldiği türünden bir anlam taşımadığı mutlaka belirtilmelidir. Bunların her ikisi de, bir yanda kurulabilen sosyalizmin içsel yetersizlikleri, öte yanda en sonunda gerçekleşen bir çöküş ortadadır ama ikisi arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurmanın isabetli olmadığını vurgulamak gerekmektedir.

İkinci açıklamaya şu da eklense iyi olacaktır: Bu yüzyılın daha ileri bir sosyalizmin bir daha yıkılmamak üzere kuruluşuna tanık olacağı deterministik bir öngörü olarak ileri sürülebilir. Determinizm şuradan doğmaktadır: Yıkılanlar ile şaşırtıcı bir süreklilik gösterenler her ne olursa ve nasıl olursa olsun, gerçekliğin apaçık ortaya çıkmış yanlarından biri, insanın insan tarafından sömürülmesinin ve bunun hem doğrudan hem dolaylı ürünü olan zorbalığın şiddeti artarak ve biçimleri çeşitlenerek sürmekte oluşudur. Böyle bir nesnel zeminde, uzlaşmaz sınıfların varlığı ve şiddeti şaşırtıcı ölçüde dalgalanmalar gösteren çatışması, hâlâ her türlü gelişmenin kaynağı durumundadır.

Ek bu kadar değil. Açıkça görülebilen bir determinizmden ibaret değil, demek istiyorum. Biraz daha devam etmek gerekiyor: Geçen iki yüzyıldaki kuram ve eylemin bize öğrettiklerinden sonra, bir utopyası olmanın eksiklik değil gereklilik olduğunu kavramış olmalıyız. Utopyası olmayan bir sınıfın ya da insanların, siyasette, bilimde, sanatta, hatta çok daha mütevazı herhangi bir alanda kayda değer bir yaratıcılık ve üretkenlik göstermeleri mümkün değildir. Geleceğin toplumuna ilişkin söz etmemek ya da bu sözleri çok sınırlı tutmak, sosyalizmin kurucu babalarının, nedenleri üzerinde spekülasyon yapmaktan epeyce yer tutacağı için sakınmakla birlikte, bizim sürdürmek zorunda olmadığımız bir alışkanlıklarıdır. Aradan bütün bir yüzyıl ve daha da fazla zaman geçmiştir. İnsanlık onların öngörülerini olabilecek en büyük ölçüde doğrulayan deneyimler yaşamıştır. Bütün bunların yarattığı ve onların yararlanabilme şansına sahip olamadıkları büyük bir birikimle karşı karşıyayız. Sadece, karşı karşıyayız o birikimi edinebilmiş değiliz henüz. O edinim süreci ilerledikçe, çok daha yetkinleşmemiz, dolayısıyla gücümüzü bugünden kestiremeyeceğimiz ölçeklere ulaştırmamız mümkün olacaktır.

Geçen yüzyılda, devrimini yapmış ve sosyalizmi kurma yolunda da belli yol almış bir ülkede siyasal iktidarın kaybedilerek kapitalizmin “geri gelmesi” mümkün müdür, sorusu gündemden kolay kolay düşmemiştir. Sadece kuramsal açıdan büsbütün temelsiz olmadığı için değil, toplumsal sınıflar arasındaki mücadelenin farklı dönemlerinde ortaya çıkan ciddi sorunlardan da beslenerek gündemde kalan bu soru, genellikle, olumsuz biçimde yanıtlanırdı. Böyle bir genellemeyi, hem bizim ülkemiz hem de başka coğrafyalar için yapmakta büyük bir sakınca yoktur. O kadar ki, bu olumsuz yanıtın, açıkça dile getirilsin getirilmesin, bir tür belit, aksiyom, durumunda olduğunu ileri sürmekle bile bağışlanmaz bir yanılgıya düşmüş olmayız. Sözgelimi, benim türümden insanlar için, bu aksiyom en açık anlatımını Behice Boran’ın sıkça tekrarlamaktan hoşlandığı “tarihin tekerleği tersine döndürülemez” sözünde bulurdu tam böyle değilse eğer, buna benzer bir cümleydi.

Bizim yirminci yüzyıldan öğrendiğimiz en büyük ve en acı ders, budur. Behice Hanım’ın sözlerini hatırlayıp değiştirerek “tarihin tekerleği tersine döndürüldü” demeyi öğrendik önce. Sonra da, bu “tarihin tekerleği” metaforunun kendimizi rahatlatmaktan başka bir anlam taşımadığını… O kadar ileri gitmeyelim haydi, rahatlamaktan başka bir işe yaramadığını, diyelim çünkü, anlam taşımamak ile işe yaramamak aynı ağırlıkta yargılar değildir. Ağır ya da değil, bunu öğrenebildiysek ne kadar çoğumuz ne kadar sağlamca kavrayabildiysek, o kadar iyidir.

Burada kesiyorum. Sıkıldığım ya da zorlandığım için değil tam tersine, konuya yoğunlaştıkça burada ve benzeri herhangi bir yerde uygun olmayacak kadar ayrıntılara girmek, ince eleyip sık dokumak ve derinleşmek hem mümkün hem gerekli oluyor. Şu anda bunu yapamayacağımıza göre, bir yandan başkalarının da devreye girmesini bekleyip bir yandan yeterli sıklıkta bu konuya dönmek en iyisidir.

Bununla birlikte, ileriye dönük iki vurguyu da not etmekten geri durmayalım.

Birincisi, bu sorun kuramsal açıdan çok büyük bir zenginliğe ihtiyaç göstermekte, başka türlü söylenirse, yürütülüşü ve sonuçları bakımından “muazzam” sözcüğüyle anlatılabilecek bir zenginlik vaat etmektedir.

İkincisi, bu zenginlik vaadi içinde genel olarak insan sorununun, özel olarak “yeni insan”ın son derece önemli bir yer tutmakta olduğu kesindir.