İkincil Bir Yazı

İkincil çünkü, Kemal Okuyan'ın 10 Temmuz günü burada yayımlanan yazısını okumamış olsaydım, hemen ertesi gün oturup bunları yazmazdım.

Devam ederken, gerektiğinde, oraya göndermelerde bulunacağım. Ama, okumamış olanlar ya da hatırlamakta güçlük çekenler varsa, önce o yazıyı okumalarını öneririm.

Bu yönlendirmeyi yapmakla birlikte, şu kadarını da hatırlatmamak olmaz: Kemal, o yazısında, bazı karşı argümanlara da değinmekle birlikte, Türkiye'nin emperyalizmin yakın gelecek planlarına daha uygun bir yeni dengeye doğru hızla götürüldüğünü, ama aracın hızı artırılırken bunun gerektirdiği vitese geçmekte güçlüklerle karşılaşıldığını anlatıyordu.

Bunlara hemen yapılabilecek birkaç ek olduğunu sanıyorum.

Bir kez, şöyle bir olasılığın tümüyle ortadan kalktığını söylemek için vakit biraz erkendir:Türkiye böyle ya da aşağı yukarı böyle kalabilirçünkü, zaten epeyce değiştirilmiştir ve hem içeriden hem dışarıdan biraz daha gayretle değişim kabul edilebilir bir düzeye kadar ulaştırılabilir, eğer şimdiki düzey öyle sayılmıyorsa... Böylece, aynı örneği sürdürürsek, debriyaj bırakılırken bir türlü geçmeyen vites geçebilir. Ayrıca, şunun da mümkün olduğu akılda tutulmalıdır: Şoför ayağını debriyajdan çekecek olursa, bildiğim kadarıyla, hızın yüksekliği başta olmak üzere bazı koşullara bağlı olarak şanzımanı dağıtmadan da durumu toparlama şansı olabilir. Dolayısıyla, çok sıkışırlarsa, buradaki iyimser olasılığı da hesaba katarak ve önceden yavaşça frene basıp hızı düşürdükten sonra, debriyajı bırakabilirler.

Ancak, bunun olabilirliği, şu sorunun gündeme gelmesini engellemez: Peki, niye bu hıza kadar çıktılar? Ani bir hız kesmeyi ve sağlanan kadarıyla bir değişimle yetinmeyi gerektiren nasıl bir tehlikeyi fark etmiş olabilirler?

Buna benzer soruların inandırıcı yanıtlarını bulmak, imkânsız olmasa da çok zor görünüyor. Dolayısıyla, yukarıda değindiğimiz "Türkiye'nin zaten epeyce değiştirilmiş olduğu" gerçeğinin üzerinde durmak, daha zihin açıcı ve yol gösterici olabilir. Bu saptama doğruysa eğer, o değişimin gerçekleşmesini içeriden ve dışarıdan el vererek sağlamış ve Türkiye'yi "emperyalizm için bir müdahale aracı değil, bir müdahale alanı, bir müdahale konusu" durumuna getirmiş olanlar, müdahale alanında onlar açısından sonsuz denebilecek kadar uzun süre oyalanmak yerine yaratabildikleri kadarıyla yetinip orada geliştirdikleri araç ya da araçları kullanıma sokmayı tercih edeceklerdir. Üstelik, müdahale aracı ile alanını bir ikilem olmaktan çıkarıp, öyle düşünmeyip, Türkiye'yi işe yarar müdahale araçları yaratmaya elverişli bir tür sürekli müdahale alanına dönüştürmek, onlar için daha az mütevazı bir hedef anlamını taşır. Bizim ülkemiz söz konusu olduğunda, içerideki ve dışarıdaki unsurlarıyla emperyalizmin hedef belirlerken tevazudan en uzak durduğu bir dönemde yaşadığımızı kabul etmek zorundayız.

Oldukça karışık görünse de, şu son cümlenin hatırı sayılır ölçüde bir kötümserlik dozu taşıdığı düşünülebilir, farkındayım. Oysa, öyle bir niyetimin değil, kırıntısının bile olmadığını söyleyebilirim.

Birincil yazı şöyle bitiyordu:
"Lafın kısası, Türkiye Cumhuriyeti'ni kaç yıl süreceği ve nasıl sonuçlanacağı belirsiz bir kaçınılmaz 'dönüşüm' süreci bekliyor. 'Emperyalizm yapmaz öyle şeyler' diyerek bu acımasız süreci bize demokrasi hatta devrim diye sokuşturmaya kalkanların sola layık gördükleri hiç sevmediğim bir ifadeyle 'beşinci kol' müsveddesi olmaktır. Bir diğer seçenek ise başka bir 'dönüşüm' için öbür 'dönüşüm' projesine kafa tutmak! Devrimci yol budur."

Devrimci yolun bu olduğundan, tam da şu anda dilimizin ucuna geliveren o eski ve güzel sloganı hatırlayarak söylersek, gerçek kurtuluş için tek yolun devrim olduğundan hiçbir kuşkum yok.

Sadece, bu kafa tutma işi için işçilerin, emekçilerin, halkın, her neyse işte, o kafa tutmayı gerçekleştirecek olanların pek suskun, sakin, ezik, kabullenmiş, karşı tarafınsa, her türlü yetersizlik ve yeteneksizliğine rağmen, pek güvenli görünüşüne bakarak bu tür eski sloganları günümüzün gerçeklerine aykırı görenler, ama bundan herhangi bir rahatlama değil acı ve hüzün duyarak böyle görenler için bir önerim olacak: Bir aklınızdan geçirin bakalım, hangi devrimin öncesinde, hemen birkaç ay ya da yılla anlatılabilecek kadar öncesinde değil ama, şöyle üçbeş yıl ya da daha uzun bir süre öncesinde ortalığı kasıp kavuran, yönetenleri korkudan titreten, yaşayanlara ve izleyenlere "geliyor galiba" dedirten alt üst oluşlar varmış, var denebileceklerde ise beklenen devrim nasıl ve ne zaman gelmiş? Ayrıca, ortalıkta "Tamam, bunun sonu devrimden başka ne olabilir ki!" diyenlerden geçilmediği bazı örneklerde, ayaklananların nasıl yenildiklerini hatırlayın. Bir de, asıl, her yerin sütliman olması ve egemenlerin kararlı reformlarla yerlerini sağlamlaştırmaları ile karakterize edilen dönemlerden alt tarafı beş altı yıl sonra devrimlerin gelebildiğini akla getirin.

Neyse, burada keselim, yoksa devrimin gelişine vade biçtiğimi ileri sürenler, hatta bunu darbecilikle bağdaştıranlar çıkabilir çünkü, ortalık sadece müstafi ve hainden değil, terbiyesizlikle damgalanmamak için peşin peşin özür dileyerek ekleyelim, dangalaktan da geçilmiyor. Belki de, şunu açıkça belirlemek durumundayız: İnsanlarda bu üç özelliğin bir arada ortaya çıkışının olağandışı bir yaygınlık kazandığı günlerde yaşıyoruz.