Görevden Mutluluğa, Ağlaşmaktan Dikilmeye

Mücadeleyi, devrimi, sosyalizmi bir görev olarak kabul etmek, öyle anlamak, öyle bağlanmak, izleyebildiğim kadarıyla, dünyanın hiçbir bölgesinde biz doğulularda olduğu kadar belirleyici yahut öteki renkleri silici bir eğilim değildir. Doğrudur, bir yanıyla görevdir işçilerin, emekçilerin görevidir tarihsel olarak böyledir. Ama bu kadar değil, "hak yok, vazife vardır" değil. Devrim, sosyalizm, bu yolda mücadele görevimiz değildir sadece hakkımızdır da.

Bu dediğimi şöyle açabilirim: Sosyalizm mücadelesinin güçlüklerle, sıkıntılarla yürütüldüğü, dolayısıyla çalışıp çabalamayı, sabretmeyi, özveride bulunmayı, acılara katlanmayı, hatta insan aklının sınırlarını zorlayan özverileri gerektirdiği bir gerçektir. Ama sadece bu kadar mı, hepsi bu kadar mı? Hayır, değil. En az bunlar kadar, bana sorulursa, bunlardan önce ve daha çok, bir mutluluktur sosyalizm için mücadele etmek. Bir mutluluk değil, cümleyi yanlış kurdum, düzeltiyorum: Bizim açımızdan, mutluluk, sosyalizm için mücadele etmektir. Böyle anlarsak, daha katkılı, daha yaratıcı olabiliriz.

Ayrıca, insanız eninde sonunda yöneldiklerimiz, kazanmak, peşimizden sürüklemek istediklerimiz de insandır. İnsanları öncelikle ve sadece özveriye, acıya, çalışıp çabalamaya çağırarak hiçbir yere varamayız. Onların çok büyük bölümü zaten çalışıp çabalamaktadır ve tarifsiz acılar içindedir. Acıların ve uzunca bir süre sonuçsuz kalması mümkün çabaların sürüp gideceğini bilerek, bunlara yenilerinin eklenmesi için kim gönüllü olur ya da kaç kişi? Bu mücadelenin geliştirici, güzelleştirici, mutluluk verici yanlarını da görebilmeli ve gösterebilmeliyiz.

Ancak, yanlış anlaşılmasın, "hareket ya da mücadele her şeydir, nihai amaç ise hiçbir şey" demek istemediğim yeterince açık olmalıdır. Hiçbir yolun, yordamın, kuralın, kaygının gölgesinde bırakılamayacak olan amacımız sosyalizmi kurmak üzere, bunun için iktidarı almaktır. Bu noktada yeterli zihin açıklığına kavuşmuş, kararlı ve inançlı değilsek, öyle çocuklarımızın ve torunlarımızın görmesine havale ederek değil, kendi kişisel ömrümüz içinde göreceğimize ilişkin bir inanç taşımıyorsak, inandırıcı tartışmalar ve sonuç alıcı işler yapmamız çok zordur. Çilekeş müminler olduğumuz için değil, böyle bir mücadeleden yoksun bir hayatı yaşanmaya değer bulmadığımız için örgütlenmeye, okumaya, öğrenmeye, gelişmeye ve güçlenmeye çalışıyoruz.

Buraya kadar biraz da özetleyerek yazdıklarımı, elbette farklı sözcükler ve vurgularla, daha önce de birkaç kez yazmışlığım vardır. Ayrıca, bu minval üzre konuşmalar yaptığımı da hatırlıyorum. Ama, bu yazının okuyucuları arasında sözünü ettiğim o eski yazıları okumuş, konuşmaları dinlemiş olanların bulunabileceği olasılığını göze alarak, yeniden yazdım. Nedeni, burada anlatmak istediklerimin belli bir sıklıkta tekrarlanması gerekecek kadar önemli olduğunu düşünmemdir. Hem bunları hiç gündemlerine almamış okurlar bulunabilir hem de tekrar en eski, ama en geçerli öğrenme yöntemlerinden biridir.

Bununla birlikte, yukarıdaki tekrardan yola çıkarak, bu kez tekrar sayılamayacak bir düşünceyi de eklemek istiyorum.

Bizim solumuz, genellikle ya da yaygın bir alışkanlıkla, çekmiş olduğu, büyüklüğünde ve dayanılmazlığında kuşku bulunmayan acıları öylesine çok dile getirmiş, neredeyse ballandıra ballandıra denebilecek bir tutkunlukla anlatmıştır ki, onun bir resmini yapın denilse, herhalde, ağlak suratlı bir insan figürü çizmek gerçekliğe aykırı düşmez. Oysa, ağlaşarak, acındırarak ne yoldaş, ne yandaş, ne de destek ve güç kazanıldığı görülmüştür. Bu yolla, bu seçilmiş bir yol değil, nesnel bir durumdur, denilecek olursa, böyle bir durumun sonucu olarak koruma ve kollamadan başka ne kazanılabilir? Koruma, kollama, kol kanat germe ise düşkünlerin ve güçsüzlerin ihtiyaç duydukları, nesnesi olmayı talep edebilecekleri yardım ya da iyilik davranışlarıdır. O davranışların öznesinin iktidardakiler olması bekleniyorsa, zaten söylenecek söz kalmamış sol, kendisini teslim etmiş demektir. Yok, halk, emekçiler, işçi sınıfı diye adlandırılan bir özneden söz ediliyorsa, o zaman da durumda bir terslik olduğu belirtilmelidir. Belirtilmelidir çünkü, toplumsal mücadele güç ile gerçekleştirilir ve az önce değişik biçimlerde adlandırılışına değindiğimiz öznenin en "bilinçsiz" olanı bile toplumsal mücadelede ağlaşanın ve düşkünün değil, kararlılıkla haykıranın ve dikilenin yanında yer alma, ilkini üzüntü ve acıma ile elinden tutup kaldırma, ikincisiyle umuda ve coşkuya kapılıp omuz omuza olma eğilimindedir.

Özetlersem ve özetlerken bir kez daha tekrarlayacak olursam, bir, emekçi insanların ve kitlelerin durmadan yaşanmış ve yaşanacak eziyetleri dillendirenlerde bir çekicilik bulmalarını beklemek, onların ruh sağlıklarından aşırı derecede kuşkuya kapılmak anlamına gelir iki, aynı kitlelerin düşkünlerevine yaklaşımı ile her türlü yenilgiden başını eğmeden dikilip çıkmış mücadelecilere bakışının farklı olacağını kabul etmek, toplumsal mücadeleyi sürdürmenin önkoşulları arasındadır.