Gizlenmiş anlamlar

Kısa tutmak için bu kadarıyla bıraktım. Başlığa şöyle devam edebilirdim aslında: “…ya da sık kullanılan deyimlerden karakter tahlili.” 

Buradaki “karakter tahlili” sözü bir parça fal bakma, buna bilimsellik yakıştıran bir dille söylendiğinde, astrolojik öngörü havası yaratıyor sanki. Bu yüzden, onun yerine “amaç ve kişilik çözümlemesi” demek daha iyi olabilir. Böylece, yazının başlığı, “Gizlenmiş anlamlar ya da sık kullanılan deyimlerden amaç ve kişilik çözümlemesi” biçimini alır ki, hem uzun, hem gizemli, hem albenili yazı başlığı diye de buna denir işte…

Bu yöntembilimsel yakıştırmasını hak eden girişe bir ek daha yaparak, “deyim” sözcüğünü onun yaygın kabul görmüş anlamına oranla daha geniş bir anlamda kullandığımı belirtmeliyim. Deyim genellikle şöyle tanımlanıyor: Bir kavramı, bir durumu, ya çekici bir anlatımla ya da özel bir yapı içinde belirten ve çoğunun gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümce.

Bir insan tarafından sıklıkla dillendirilen, daha açıkçası, dilinden düşürülmeyen bazı deyimlerde ve tam anlamıyla  böyle adlandırılamayacak deyişlerde birtakım gizli anlamlar bulunabilir. İstemli ya da istemsiz olarak gizlenmiş bu anlamlardan yola çıkılarak o insanın kişiliği, haydi biraz daha iddiasız olsun, açık etmekten kaçındığı amaçları konusunda hiç değilse birtakım ipuçları elde etmek mümkündür. Bunu ileri sürüyorum. İleri sürerken, kendi yaşantılarımın yanı sıra, kişi olarak tanışıklığım bulunanlarla birlikte  ve onlardan sayıca çok daha fazla olmak üzere hiç yüz yüze gelmediklerimin de içinde yer aldığı, büyükçe bir kalabalık oluşturan insanların yaşantılarına dayanıyorum.

***   

Örneğin, halk ağzında çok yerleşmiş bir söz olan “inşallah” ile başlayabiliriz. Kendim de çok kullanırım. Hatta, kimileyin dilimin ucuna kadar gelir, son anda toparlar, onun yerine, “umarım” derim genellikle, ya da “dilerim”. Nedeni biraz sonra vereceğim bir örnek dolayısıyla ortaya çıkacak.

“İnşa’Allah” biçiminde yazılması belki de kökenine daha uygun olacak bu söz, “Tanrı isterse, Allah nasip ederse” anlamına geliyor. Çok uzun süreler boyunca büyük bir yaygınlık kazandığı ve “işallah, işşallah” biçimlerinde söylenir olduğu, bunlarla birlikte bir ölçüde laisize edildiği düşünülebilir. Ancak, şu “tüccar imamlar” döneminde öylesine dillere dolandı ki, bırakalım uzak ya da yakın geleceği, atılan adımdan hemen bir sonraki, hatta yapılıp tamamlanmak üzere olan iş ve eylemi anlatırken bile hiç eksik edilmiyor. Hemen her gün, sayısız bakan, vali, belediye başkanı, başka başkan, genel müdür, şu bu, önemli adamlar, “durmak yok, yola devam” demek üzere mikrofonların karşısına geçtiklerinde, inşallah ile başlayıp maşallahla bitiriyorlar. Yok, öyle değil, inşallah ile maşallahın birlikteliğine biraz sonra geleceğiz, her gün defalarca tekrarlanan şuna benzer bir görüntüyü hatırlatmak istiyorum şimdi: Diyelim, bir toplantının, bir spor yarışmasının ya da benzeri bir etkinliğin açılış konuşmasını yapıyor muhterem, “Bu açılışı da yapıyoruz inşallah!” diyor. Sanırsınız, yaptığını söylediği açılışın yapılıp yapılmadığı, Tanrı’nın o açılışı isteyip istemediği henüz, ya da hâlâ, belli değil!

Böyle düşününce, tümüyle absürt yan ağır basıyor. Ama bir de, mücahitlerin her birinin sanki programlanmış robotlar gibi yürüttükleri, akla aykırılığı çok sırıtan bir ideolojik savaş yanı var işin.

Ayrıca, kendini kurtarmak üzere önceden önlem alma niyeti de olabilir mi acaba? Giriştikleri işi başaramayıp üstelik yüzlerine gözlerine bulaştırdıklarında, şöyle bir özür elde hazır bulunsun hesabı: “Eh, her şey Allah’tan, elden ne gelir, o istemedi demek ki!”

***

İnşallah gündeme gelince onun mütemmim cüzü maşallah da sıraya girer elbet. “Allah’ın istediği olur.” anlamındaki bu sözü de kökenine daha uygun biçimde yazmak için “maşa’Allah” yazımını önerenler varsa da bunun yaygınlaşmadığını biliyoruz. Yaygınlaşmış olan, bu sözün takdir dolu bir şaşkınlık belirtme ve “nazar” diye bilinen göze gelmeye karşı korunma amaçlı bir ünlem olarak kullanılışıdır. Bu arada, özellikle kadınların, daha çok da çocukları severken ağızlarını büzüp söyleyişi iyice çarpıtarak “maşşşallah” deyişleri vardır ki, ne yüce yaratıcının ürkütücülüğü kalır ortada ne de kutsallığın ağır basan, boğucu havası.

İkisinin birlikte kullanıldığı, “inşallahla maşallahla olmaz” deyimi de çok yaygınlaşmıştır;  eskiden daha çok karşılaşırdık gerçi. Buradaki, her iki sözü bir araya getirerek ikisinin de anlattığı tevekküle, boyun eğişe karşı çıkışın sergilenmesidir bir bakıma. Emek vermeden, çaba harcamadan, bilip öğrenmeden hiçbir işin üstesinden gelinemeyeceğini anlatır. Bana sorulursa, dinsel korkutma ve baskıların altından baş kaldıran halk bilgeliğinin bir örneğidir. Emekçilerin yüzyıllar boyunca nasıl süzülüp geldiğini açıklamanın kolay olmadığı yaratıcı aklının bir belirişi de diyebiliriz.

***

“Allaha ısmarladık” deyimini de bir vedalaşma sözü olarak biliyor ve çok kullanıyoruz. Daha doğrusu, eskiden öyleydi. Şimdi, “yeni Türkiye”de, “bay bay” diyenlerimiz, bunu özgün dilindekine benzeterek kısaltıp biraz da cilve katarak “baay” biçiminde kullananlarımız da kesinlikle az değil.

Ayrılanın geride kalanlara seslenirken kullandığı bu söz, seni Allah’a emanet ediyorum, o seni her türlü kötülükten korusun anlamında bir iyi dilek oluyor. Bu iyilik dileğinin de günlük konuşmada değişerek özgün biçiminden iyice uzaklaştığını ve düpedüz “Alasmaladık” olarak söylendiğini biliyoruz; buna tanık oluyoruz, kendimiz de çoğu kez böyle diyoruz zaten. Buna sözcük ve deyişlerin doğal laikleşmesi demek çok mu yanlış ya da abartılı olur acaba?

Bunları yazarken, bir zamanlar İsmet Paşa ile ilgili olarak işittiğim bir olay aklıma geliyor. Bir ara gazetecilik de yapmış olan, CHP’li bir iş arkadaşım çok anlatırdı. Anlatılana göre, politikacıların dini ve dinsel öğeleri her fırsatta kullanmayı alışkanlık haline getirirlerken bir yandan da bunu doğru bulmayanlara saldırdıkları zamanların birinde, bunun yapılmadığı bir zaman olmadığına göre böyle demekle olayın geçtiği tarihe bir açıklık getirmiş olmuyoruz elbette, bir grup muhabir İsmet Paşa’nın çevresini sarmış, sıkıştırıyorlarmış: “Paşam, sizin için hiç Allah’ın adını anmaz diyorlar. Ne dersiniz?” Paşa bir süre bu yöndeki soru ve sataşmaların bitmesini beklemiş, bitmeyeceğini anlayınca da “Hadi Alasmaladık!” diyerek oradan uzaklaşmış.

Yaptıklarının doğruluğuna inanmış reformcuların biraz kaçamak görünüşlü inatçılığı, denebilir. Temkinliliğinin reformculuğunu sınırlandırdığı söylenegelmiş aynı paşanın, “harf inkılabı”nı izleyen günlerde, bakanlar kurulunda eski alışkanlıkla önlerindeki kâğıtlara Arapça not tutan bakanları gözetleyerek yeni harflerle yazmaları için uyarmaktan bıkmadığı da çokça anlatılır; hatırlıyoruz.

***

CHP’nin tarihsel genel başkanlarından biriyle ilgili bu olayı aktarırken en yeni genel başkanın Allah’ın adını hiç dilinden düşürmeyişi aklıma geldi. Böyle böyle, partisinin halkın gözündeki zındık imajını giderme yolunda bütün eski genel başkanları yaya bırakacağına iman etmiş görünüyor. Kendilerinin bu deyişler içinde en çok kullandığı, bu kadar çok kullandığına göre, herhalde en sevdiği ise “Allah aşkına”.  Meclis kürsüsünde, basın toplantısında, meydan mitinginde, nerede toplulukların karşısına çıksa, hep bu söz. Merak ediyorum, acaba, her günkü yaşantısında, çok yakınları, dostları, arkadaşları ile konuşurken de ikide bir “Allah aşkına” diyor mudur?

Bu sözde bir rica, bir talep, bir yakarış söz konusu. Ama bunlarla birlikte, bir tür güçsüzlük  itirafı ve bir yardım isteği de yok mu?

“Allah aşkına, bu kadar da olur mu? Allah’ınızı severseniz söyleyin, yardım edin bana, daha nasıl anlatayım, ne yapayım? İnsaf edin, bundan daha fazlasını kim, nasıl yapabilir?”

Bu tür şaşkınlık ve çaresizlik anlatımları işte. Allah’ın adı verilerek gizlenmeye çalışılmış, belki de daha doğrusu, gizlenip saklanmayıp açık açık dile getirilmiş…

***

Yazının sonunda bakıyorum da verdiğim örnekler hep dinsel kökenli olmuş. İdeolojik, siyasal, yasal, yasa dışı zorun açıkça ağır bastığı çeşitli yol ve yöntemlerle toplum hayatında dinin git gide başat etken durumuna getirilmesi için uğraşılan bir dönemde şaşırtıcı sayılmasa gerek.