Fal ile Maneviyat

Geçenlerde bir gün, iki arkadaşımla birlikte başkentin göbeğindeki itiş kakış sokaklardan birinde yürürken, gözümüze bir “cafe”nin önündeki levha ilişti. İşyerinin adını bildiren tabela kadar büyüktü ve sunulmaya başlayan yeni bir hizmeti duyuruyordu: “Kahve falı: 7.50 TL.”

Bu duyurudan çıkarsadıklarımızdan biri de sunulan bu yeni hizmetin piyasadaki benzerlerine oranla daha düşük bir fiyatla satıldığı oldu çünkü, fiyat abartılı büyüklükte yazılmıştı. Demek, bu firma, sürümden kazanmayı tasarlıyor böylece, tüketici de fiyatın düşmesinden yararlanmış olacak.

Ne güzel! Serbest piyasanın üstünlüğüne gündelik hayattan bir örnek işte.

Bununla birlikte, biz işin bu yanını her zaman yaptığımız gibi gözden kaçırdık ve başka sulara doğru yelken açtık.

Her türlü fal merakının, basbayağı bir düşkünlük ya da tutku düzeyine ulaştığından söz ettik örneğin. İstanbul’da da bu tutkunun, yoksulu varsılı ile çok farklı semtlerde, hemen hemen her yerde iyiden iyiye yaygınlaştığına ilişkin gözlemleri ve duyumları vardı her birimizin. Ankara ve İstanbul’da böylesine yaygınlaştığına göre, en azından öteki büyük kentlerde de göze batan bir yayılma olmuştur, sonucuna ulaşmakta sakınca görmedik.

Ama, ayrılacağımız yere ulaşmıştık, irdelemeyi birlikte sürdürme imkânımız tükenmişti. Sonra, ben kendi başıma devam ettim.

Devam ederken, her günkü hayat, zaman kullanımı, boş zaman gibi kafama takılmaktan hiç vazgeçmemiş konu ya da sorun başlıkları yeniden ortaya çıktılar. O sırada, neredeyse bunlara kafasını takmadan geçirdiği dönemi olmamış bir düşünür sayılabilecek Henri Lefebvre’in Modern Dünyada Gündelik Hayat adlı kitabında yazdıkları arasında şöyle birkaç cümleye rastladım ikinci büyük savaşın hemen sonrasındaki yıllarla altmışların sonlarını karşılaştırıyordu: “ (…Korkular) yalnızca yer değiştirmişlerdir. Korkunun yerini atom savaşı tehlikesi, ekonomik kriz tehditleri karşısında duyulan dehşet alır. Artık doğanın dehşeti değil, ideolojik ve pratik akılcılığa geçilmesine rağmen var olan toplum terörü söz konusudur. Terör korkuları ortadan kaldırmaz o da bu korkuların üstüne eklenir. Dolayısıyla, gündelik hayattaki küçük batıl inançlar ortadan kalkmadılar, ancak ‘üstbelirlendiler’ yerlerini, akılcılığın arka yüzü olan büyük ideolojik kurgular aldı: yıldız falları, dinin yeniden canlanması.”

Şu son ikisine, fal ile dinin yeniden canlanması olgularına bakıldığında, bir kırk yıl daha geçtikten sonra, bizim ülkemizde de az çok benzer bir durumla karşı karşıya olduğumuz söylenemez mi? Hem de hiç zorlanmadan söylenebilir. Oysa, bu fal denilenin İslam dinince makbul bulunmadığı besbelli. İnsanın aklı ve beş duyusu ile görüp bilemedikleri anlamındaki “gayb”ın ancak ve ancak Tanrı tarafından bilindiği söylenir. Bir de, “Tanrı’nın bilmesini istedikleri tarafından” diye eklenir ama, burada, falcıların değil, peygamberlerin ve belki de, olsa olsa, pek az sayıdaki sevgili kulların kast edildiği düşünülmektedir. “Sevgili kullar”ı bile ben yorumlamış ve eklemiş durumdayım. Ayrıca, kutsal kitabın pek çok yerinde geçen, 43 ve 58 kez geçtiği yolunda farklı bilgilere kısa bir araştırma sonunda ulaştığım, “gayb” sözcüğünün anlamı ile ilgili olarak hem o temel metinde hem de hadislerde örnekler verildiğini ve bu örnekler arasında doğacak çocuğun cinsiyeti ve çeşitli özellikleri, ileriki günlerde işten elde edilecek kazanç, bireysel ölüm tarihi ve topluca ölüm tarihi (kıyamet) gibi geleceğe ilişkin bilgilerin bulunduğunu da yine çokça zaman harcamadan öğrenebiliyoruz. Buradan çıkarabileceğimiz bir sonuç, İslam dinine bağlanmış halkımızın fal bakma ve baktırma konusunda dinine pek de aldırış etmediğidir.

Bu sonuç şaşırtıcı olmamalıdır çünkü, aynı aldırmazlığa ilişkin pek çok başka örnekle karşılaşabiliyoruz. Daha da önemlisi, bütün bu tekil örneklerin mükemmel bir genellemesi olarak, “benim sevdiceğimde din var, iman yok” diyen güzel halk türküsünü birçok kez dinlemişliğimiz vardır.

Öyleyse, bizim halkımız açısından, bu fal düşkünlüğü ile dinine bağlılık arasında bir tutarsızlık aramamak gerektiğine ilişkin genelgeçer bir dayanak, bir tür açıklama bulduğumuz ileri sürülebilir. Yine de birkaç söz daha edebiliriz.

Halkımızın bireylerinin çoğunluğu, dinine bağlı kalarak ya da, en azından, onun öğretilerine kulak kabartarak, yaşamakta olduğu ve her ikisi de çok ileri boyutlarda görünen katlanılmazlığına da kısalığına da akıl erdiremediği bu dünyadaki hayata karşılık öte dünyadaki hayatını belli ölçüde de olsa güvenceye altına almaktadır. Hemen her türlü güvenceden yoksun geçirdiği şimdinin dünyasındaki hayatın dayattığı bir çaresizlik denilebilir buna.

Öte yandan, her türlü yerle bir edici darbeye açık olduğunu bizzat ya da tanık oldukları aracılığıyla yaşayarak gördüğü gerçek hayatındaki geleceğine ilişkin ürkütücü belirsizliği biraz olsun giderebilecek her türlü işarete de düpedüz muhtaç durumdadır. Yoksa, hayat büsbütün karamsar ve dayanılmaz olacaktır. Belirsizliği, daha doğrusu, belirsizlik görünümü altındaki yıkıcı geleceği bir biçimde kestirebilmek, gerçek bir ihtiyaç durumundadır. Ama bu ihtiyacı, bugünkü yaşantıları ve gelecek beklentileri bakımından kendine benzeyenlerin yaptıkları gibi ilerideki günlere ilişkin az çok umutlu haberler, tahminler, öngörüler arayışı olarak anlamak gerekir. Zaten, bir vakitte işinden olacaksın, iki vakitte ağır hasta olup öleceksin, türü öngörülerde bulunan falcı da hemen hemen hiç karşısına çıkmadığı için, mesele yok demektir.

İnsanlar, genellikle ne diyeceğini iyi bilen falcılar sayesinde, bu geçmişi tenekeli dünyada geleceklerinin o kadar da berbat olmayacağı haberini alarak rahatlamakta biraz kötü öngörülerle karşılaştıklarında ise, hiç değilse, yaşadıkları ya da yakınlarında tanık oldukları daha beter örneklerle karşılaştırarak beterin de beteri var avunmasına sığınabilmekte, böylece maneviyatlarını sağlam tutabilmektedirler.

Gerçekten öyle mi olmaktadır acaba?