Direnişin Verdiği Ödevler

İşte böyle bir direniş bu. Pek çok işlevi yerine getiriyor bu arada, bir yığın ödev de veriyor bazıları duraksamaya yer bırakmayacak kadar açık, bazıları adını koymak için biraz düşünmeyi gerektiriyor.

Çok açık olan siyasal-örgütsel ödev fazla gecikilmeden yerine getirilebilecek olursa, bu direnişi gelecek dönemlerde başka bir adla, örneğin, “kıvılcım” diye anmak uygun düşebilir.

Şu anda bu yazıyla değinmek niyetinde olduğumuz ise daha dolaylı sayılabilecek bir iki ödev konusu. Bütün ödevlere, hiç değilse çoğuna değinebilmek için çok uzun yazmak gerekir. Daha önemlisi, o tür bir eksiksiz bilançoyu çıkarmanın en doğru yolu, bu işi daha uzun zaman ayırarak ve kolektif olarak yapmaktır.

Baskının, adaletsizliğin, yolsuzluğun yanı sıra özelleştirmenin de şampiyonluğunu yaptığı söylenegelen, daha yerinde bir anlatımla, bütün bu sayılan alanlarda fütursuzluğu ile sivrilen AkP iktidarının özelleştirme performansının eksiksiz ve gerekli ayrıntıları da içeren bir dökümü mutlaka ortaya konmalıdır. Bu amaçla yapılmış ve en azından bir bölümü çok yararlı çalışmalar var kuşkusuz ama, herhalde yeterli olduğu söylenemez.

Tekel işçilerinin eylemi dolayısıyla son birkaç haftadır günlük basında yer verilen, bir ikisi dışında herhangi bir yenilik taşımadığı için hatırlatmadan öteye gitmeyen haberlere ve yazılara bakılarak yapılabilecek küçük bir derleme bile şaşırtıcı olabiliyor.

İlk örnek, günlük basındaki ekonomi sayfalarının en eskilerinden birini yapmış, tecrübeli bir gazetecinin ardına düşüp ortaya çıkardığı şu Tekel binası peşkeşi. Geçen yılın Mayıs ayında Tekel’in İstanbul’daki genel müdürlük binasını Maliye Bakanlığı’na devretmişler ardından, tarihi yarımadadaki bu değerli yapı, bir özel kuruluşa tahsis edilmiş. Bu özel kuruluşun insan sağlığından kâr elde etmeyi amaçlayan bir şirket olduğu, aynı şirketin bu kez eğitimden kâr etmeyi amaçlayan bir özel üniversite kurarak bu yapıyı rektörlük binası olarak kullanacağı belirtiliyor. Daha da ilginci, bu şirketin pek ünlü bir tarikat ve iktidar partisi ile yakınlıklarına ilişkin birçok veri sıralanıyor.

İkinci bir örnek, yine Tekel’den devam edersek, rakı bölümünü satın aldıktan hemen sonra, bir yıl ya geçmiş ya geçmemişti galiba, aldığının birkaç katına Amerikalılara satan şirket ya da içinde yurt dışına çıkışları mahkemelerce yasaklanmış nato müteahhitlerinin de bulunduğu şirketler grubu.

Bir başka örnek, Antalya’daki halka açık bir parkın, koruma kuruluydu şuydu buydu dinlenmeden, o tür “bürokratik” engeller bir çırpıda ortadan kaldırılarak ihaleye çıkarılışı ve bir yığın kıyaklar da sağlanarak, ihalenin kendisini “Tayyip Bey’in adamı” olarak adlandıran bir yeni zenginin üzerinde kalışı. Bu mutlu olayın gerçekleşme anını da ekleyelim ki, bu işlerin öyle sanıldığı gibi paldır küldür değil, ne zarif incelikler düşünülerek kotarıldığı iyice anlaşılsın: İhale tamamlandığı sırada, ne kadar hayırlı bir tesadüf, başvekil Tayyip Beyefendi de lütfetmişler, ihaleyi kazanan bu mümtaz tacirimizin lüks otelinde istirahat buyuruyorlarmış.

Üçüncü bir örnek, bir zamanların kâğıt üreticisi kamu kuruluşumuzun Balıkesir’deki tesislerinin özelleştirilmesi. Bu da çok mutlu bir olay çünkü, bir başka cevval işadamı, o tesis için biçilen değerin aşağı yukarı kırkta birine, değişik biçimde de yazalım ki hata yaptığımız sanılmasın, 1/40’ına satın alma maharetini göstermiş. İşin en az bu maharet kadar sevindirici bir yanı ise adı geçen işadamının, kamuoyunda AkP’nin gayri resmi yayın organı olarak kabul edilen gazetenin de patronu oluşu.

Dördüncü örnek, yine başvekil beyefendiye yakınlığı ile bilinen ve madencilik ile enerji alanlarında uzmanlaşarak memleket sevdasını şaha kaldırmış bir başka işadamının hayranlık uyandıran özelleştirme edinimleri ile ilgili. Bu olağanüstü şanslı ya da becerikli, işadamı demeyelim artık, iş dehasının pek çok maden işletmesini kamudan ele geçirdiği, o arada, değerli arsaların, arsa ne söz, koskoca barajların bedavadan sahibi olduğu da çok yakın tarihin akıllara durgunluk veren ticaret serüvenleri arasında yer alıyor.

Altıncı bir örnek olarak ihalesiz biçimde ya da kolaylaştırılmış ihaleler ve kamu bankalarının hatırlı kredilerinin desteğiyle boru hatlarından gazete ve televizyonlara kadar çeşitlendirilmiş mülklerin sahibi olmuş, Bay Erdoğan’a yakınlığı başka bir medya patronuyla konuşurken bizzat kendisinin “bizim” diye sözünü edeceği düzeyde olan sermaye grubunu ekleyelim ve burada keselim. Bunları eksiksiz olarak sıralamaya ne bizim bilgimiz ne de burada kullanılabilecek yerimiz yeter.

Bir çırpıda bulunabilen bu tür örnekler, ne kadar ciddi düzeyde bir kamu mülkünün sermaye sınıfına sunuluşu olayı ile karşı karşıya bırakıldığımızı hatırlatmaya yetiyor. Şimdi, sözün gelişi, acar bir ya da birkaç gazeteci yahut araştırmacı bunlar üzerinde çalışarak, elbette başka uzman kişi ve kuruluşlardan da yardım alarak, yeterince ayrıntılı ve tam anlamıyla eksiksiz bir döküm çıkarsa ne kadar iyi olur! Ayrıca, böyle bir çalışmadan birden çok yayın çıkması da mümkün ve gereklidir. Örneğin, bir yanda, daha çok uzmanca okumalara açık yayınlar öte yanda, popüler kitap ya da kitapçıklar…

Başkaları için de ödevler çıkarılabilir buradan. Örnek olsun, lisans üstü çalışmalar yapan genç iktisatçılar yahut üniversite dışındakiler, bizim ülkemizdeki bu özelleştirme talanını inceleyebilirler. Bu tür incelemelerin birçok yararı olabilir. Ayrıca, Marx’ın aşağı yukarı bir buçuk yüzyıl önce yazdığı ilkel sermaye birikimi üzerine, onun daha önceki birkaç yüzyıl boyunca kapitalizmin gelişimi sırasında çözümlediklerini bugünün dünyasında gözlemleyip, belki de, yeni çözümleme ve bulgulara ulaşma imkânı bulunabilir.

Ödev veren sadece direniş değil elbette. Direnişi yok etmek isteyenler de bir sürü plan yapıyor ve direnişle doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olan çeşitli ödevler veriyorlar. Bunlardan biri, 20 Şubat günü, direnişe omuz veren emekçilerin ülkenin her yanından kalkıp gelerek Ankara’nın sokaklarını, alanlarını doldurmaya başladıkları sırada, tam da o saatlerde, İstanbul’da Bay Erdoğan’ın sanatçılar için düzenlediği “brunch” ile ortaya çıktı. Başvekil hazretleri, memleketin muhalif muvafık bütün televizyon kanallarından naklen yayımlanan konuşmasında, hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan devam ettikleri demokratikleşme gayretlerinde yekpare hissi uyandıran brunch masasının etrafına dizilmiş, hepsi birbirinden kıymetli sanat erbabından bir istirhamda bulundu: “Bu yolda sizler de elinizi taşın altına koyunuz!” dedi. Koyunuz ki, o taşı el birliğiyle bilcümle isyankâr münafığın üstüne yuvarlayalım! Bunu dememiştir kuşkusuz da, o brunch masasını dolduran mümtaz sanatkârların koskoca başvekilin ricasını emir telakki etmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir.

O arada, zamanı çok uygun seçilmiş bu davetin yeri de uygun seçilmiş mi diye baktım: Evet, o da uygundu. Dolmabahçe’deymiş. Hani şu kırk küsur yıl önce Amerikan bahriyelilerinin denize döküldüğü yerin az ötesinde…