Desteğin Derecesi ve Biçimleri

Önce, “destek” ne demek? Bu sözcükle neyi anlatmak istiyoruz?

İlkin, kuşkusuz, halkın, emekçi kitlelerin, siyasi mücadeleye verdiği destekten söz ediliyor. İkincisi, destek denilirken, arka çıkma, omuz verme, zor durumda kaldığında el uzatma, coşmuş ilerlerken benzer bir coşkuyla katkıda bulunma anlamları akılda tutuluyor.

Daha iyi anlatmak bakımından, bunun olumsuzluk durumunu ya da karşıtını da belirtmekte yarar olabilir: Destek olmazsa ne olur? Desteğin yetersizliği yahut hiç düzeyinde bulunması nelere yol açabilir?

Birbiriyle iç içe birkaç olasılıktan söz edilebilir. Birincisi, umursamazlık, kayıtsızlık, ilgisizlik benzeri sözcüklerle anlatılabilecek bir durumdur. İkincisi, bu sözcüklerle anlatılabilecek durumun bir ürünü olarak, “yansızlık” konumudur. Üçüncüsü ve en olumsuzu ise, yansızlık konumunun çok daha ötesinde, düpedüz karşı tarafa destek biçiminde ortaya çıkabilir.

“Desteğin inkârı” anlamındaki bu sonuncu durum bir kenara bırakıldığında, şöyle sürdürülebilir: Desteğin dereceleri ve biçimleri vardır ayrıca, bu dereceler ve biçimler birbirini etkiler. Öyle ki, x derecedeki bir destek mutlaka a, b, c biçimlerinden birinde olabilir. Başka bir anlatımla, zayıf bir destek a, b, c biçimlerinde ortaya çıkmaz, ya da, a, b, c biçimlerinden birinde gerçekleşen bir destek mutlaka güçlü bir destek anlamını taşır. Buna karşılık, d ve e biçimlerinde gerçekleşmişse, bundan güçlü bir destek anlamı çıkarmak yanıltıcı olur.

Biraz daha somutlaştırarak sürdürelim.

Güçlü bir destek, siyasi mücadeleye etkin bir katılımla ortaya çıkar. Etkin katılım ise başlıca iki görünümüyle kendini belli eder: (a) Genellikle barışçıl eylemlere etkin biçimde katılmakla ortaya çıkar ve güç derecesini bu katılımın sürekliliği ve sıklığı ile gösterir. (b) Katılım eylemin barışçıllığı/ yasallığı ile bağını yitirdiğinde, daha açık anlatımla, gösteri ya da eylemler barışçıl ve/veya yasal nitelik taşısın taşımasın katılım aynı düzeyde kalıyor ya da artıyorsa, çok güçlü bir destek söz konusu, demektir.

Bununla birlikte, desteğin güçlü olanlarının başında saydığımız siyasi mücadeleye etkin katılım, bir yandan, örgüt bağı ve disiplini ile, öte yandan, bunlardaki süreklilik ile birlikte ortaya çıkmışsa, desteğin en güçlüsü gerçekleşmiş demektir. Bu destek durumunun, yukarıda değinilen, her koşulda sürekli katılım ile birlikte ortaya çıkması, sınıf mücadelesi veren siyasal öznenin iktidarın çok yakınında, belki de, arifesinde oluşunun iki göstergesinden biridir. Ötekisi de belirtilmek istenirse, kuşkusuz, devrimci durumun varlığı, demek gerekecektir.

Güçsüz (zayıf) bir destek, siyasi mücadeleye yukarıdaki güçlü ve en güçlü desteklerin daha altında bir kararlılık, adanmışlık ve gözü karalıkla ortaya çıkar. Başlıca karakteristiği, kaypaklığı, aynı anlama gelmek üzere, kısa aralıklarla farklı, bazen de karşıt konumlara savrulabilmesi, destekten kararsızlığa, hatta karşı desteğe oldukça kolay geçebilmesidir. Bu bakımdan, güçsüz desteğin tipik örneği, seçimlerde verilen destek, daha açıkça söylendiğinde, bir partinin ya da akımın seçmeni olup olmamak ve seçmenlikte istikrar gösterip göstermemektir. En güçsüz destektir çünkü, seçimlerde oy vermekle, kimsenin taş atıp da kolu yorulmuş olmaz.

Son bir not daha: Böyle bir örnek görülmüş olduğundan, dolayısıyla herhangi bir anıştırma yapmak, alışılmış eski karşılığıyla, imada bulunmak istediğimizden değil de, hani, varsayalım ki, farzı muhal, son birkaç seçim sonucunda istatistiklerdeki “diğer” yahut “ihmal edilebilir” kategorisinde yer alınmış olsun. Bunun ardından gelen ilk seçimde, üstelik, halk yığınlarında haklı ya da haksız, gerçekçi ya da yanılsamalı bir algı olarak “şunca uzun zamandır anamızı ağlatan falanca yönetimden kurtulalım da, sonrasına bakarız” havası egemen olmuşsa, hiçbir olağanüstü seçim çalışması, artık bir alınyazısına dönüşmeye yüz tutmuş “akıbet”i değiştirmeye yetmeyebilir. Hatta, bırakalım alınacak sonuçları, o çalışmanın kendisini en iyimser ölçütlerle bile başarılı saydırabilecek bir siyasal örgüt ya da örgütler bileşkesi ve yılmaz mücadeleciler topluluğu, bugüne kadar yeryüzünde ne görülmüş ne de işitilmiştir.

Eğer bu tür değerlendirmeler bir doğruluk payı ya da az çok bir anlam taşıyorsa, devrimci partilerin seçimlere katılmaları, klasik gerekçelerin çok ötesinde birtakım kaygılarla davranmayı gerektirir. Neden böyle olduğundan önce, o klasik gerekçelerin başlıcalarını hatırlamaya çalışalım: (a) Seçim dönemlerinde coşan, biraz daha ılımlı anlatalım, kendisini gösteren burjuva legalitesinden ajitasyon ve propaganda amaçlarıyla yararlanmak (b) şu ya da bu ölçüde artan/artmasına çaresiz göz yumulan örgütlenme imkânlarını olabildiğince değerlendirmek. Ama, az önce, başlıcaları bunlar olan, dönemsel olarak bunlara bir ikisi daha eklenebilen gerekçeler yetmez, bunların çok ötesinde kaygılarla davranmak gerekir, demiştik. Öyle davranmak gerekir çünkü, burada yaptığımız akılyürütme, hem uzlaşmaz karşıtlık içindeki sınıfların/politik partilerin/politikacıların hem de ve daha önemli olarak az çok politize olmuş emekçilerle onların oluşturdukları kitlelerin bakış açılarıyla algılama biçimlerini anlamak bakımından önemlidir. Açıkçası ve kısacası, normal şartlar altında, biraz karikatürleştirerek söylendiğinde, oy sandığının başında insanların şakaklarına namlu dayanmıyorsa eğer, seçimlerden genellikle küçümsenmeyecek önemde dersler çıkar. Örnek olsun, kayda değer ölçülerde gerileyen oy sayıları, apaçık bir yenilgi, öyle söylenmesi daha içe sindirilebilir olacaksa, başarısızlık göstergesidir. Hele, üst üste gelen, hiç değişmemecesine marjinal, küsurat, sıfırdan sonraki virgülün sağında kalma türünden sonuçların, kitlelerin, hatta kişilerin gözünde ciddiye alınmaz olmaya yol açmasını önlemek mümkün değildir. Ayrıca, bunları kitlelerin çeşitli biçimlerde yanıltılması başta olmak üzere herhangi bir gerekçeyle açıklamak mümkün olmaz mümkün olsa, daha doğrusu, bu tür çaresiz girişimler ortaya çıksa bile, bunlar ne herhangi bir inandırıcılık taşır ne de en mütevazı düzeyde bir saygınlık getirebilir. Böylesi sonuçlar, ciddiye alınmak ne söz, tekrarlanma sıklığına bağlı olarak, görülmeyi, fark edilmeyi, şöyle ya da böyle üzerinde durulmayı bile son derece güçleştirir.

Ufukta bir seçim görünmezken söz niye buraya geldi, sorusunun bu satırları izlemesi doğaldır. İki nedenden söz edebilirim. İlki, şöyle bir kaygıdan kaynaklanıyor: Yaklaşan seçimlerin varlığında, bir seçim kampanyasının hemen öncesinde, günlük koşuşturmanın bastırıcı, erteleyici etkisiyle, bunları düşünmek, hele konuşup yazmak mümkün olmaz, olursa da çok zor olur ve bir yığın eksik/yanlış anlamaya yol açar. İkincisi, bu durumun daha ağır ve zarar verici koşullarda gerçekleşmesi olarak, doğru ya da yanlış, seçime girme kararı alınmış bulunuyorsa, hiç konuşulamaz, gündeme getirilmesi bile bozgunculuk suçlama ve algısına çanak tutabilir.

Peki, hemen şimdi devam etmek için değil, üzerinde düşünmek ve belki, yeri gelirse, yazmak üzere bir de soru: Desteğin en zayıf biçimini arkasına almakta bile olağanüstü başarısızlık söz konusuysa, daha güçlü destek biçimlerinin ardından koşmak, bir ham hayalden mi ibarettir?

Devam etmek değil sadece düşünmek için dedik ama, önce bir açıklık, ardından bir ilk ve en kısa yanıt vermeden bu soruyu büsbütün ortada bırakmak olmaz.

Açıklık, sözcüklerin anlamlarıyla ilgili: “Ham hayal” deyişi, gerçekleşme imkânı olmayan ya da görülemeyen hayal anlamına geliyor. Yoksa, hayal olmadan, gerçek olmaz. Elbette hayal kurulacak, hayal görülecek.

Sorunun ilk ve en kısa yanıtı ise “hayır”. Ama, bu yanıt, yeterli açıklayıcılıktan çok uzak, dolayısıyla, soru gündemden düşmüyor, olduğu yerde duruyor. Ayrıca, sağlıklı bir akılyürütme için bazı temel önermelerin yol göstericiliğine ihtiyaç var. Onlara da işaret etmezsek, yazı pat diye bitmiş olur.

Bir kez, destek arayışı ve zorunluluğunun, devrimle ilgili olduğu belirtilmelidir. Devrimse siyasal iktidarın alınışı ile başlar. İktidarın sınıf içeriği köklü olarak değişmeksizin, bir toplumsal-iktisadi yapının yerini bir başkasına bırakması mümkün değildir ancak, kendi dinamikleriyle, bazı özelliklerinin belirgin ve az çok önemli değişiklikler geçirmesi mümkün olabilir.

İkincisi, bir devrimci durum olmadan devrim olmaz.

Üçüncüsü, her devrimci durum devrime yol açmaz ve hangi devrimci durumun devrime yol açacağını ya da bir devrimle sonlanacağını önceden bilmek imkânsızdır. Bu demektir ki, sınıf mücadeleleri, önceden kestirilemeyen bir sıklıkla devrimci durumlar doğurur ve hiçbir zaman tümüyle ortadan kalkmayan bir belirsizlik ortamında gerçekleşir.

Dördüncüsü, devrimci durumun devrime dönüşmesinde, öteki bütün koşullardan bağımsız ve hepsinden daha önemli değil, ama onsuz olmaz anlamındaki etken, devrimci öznedir açıkçası, siyasal iktidara gözünü dikmiş partinin varlığı ve gücüdür. Buradaki “güç” sözcüğünün anlattığı, birden çok öğeden oluşur ve bu öğelerin sayısını da içeriğini de belli bir açıklıkla ortaya koymak mümkün ve gereklidir. Ancak, devrimci öznenin tekleşmesi, genellikle iktidarın alınışından önce gerçekleşmez, dolayısıyla, başarının güvencesi ya da önkoşulu değildir. Ayrıca, böyle bir tekleşmenin nasıl ve ne zaman gerçekleştiği de dahil bütün önemli/önemsiz ayrıntıların bilinmesi, tarih yazımının güvenilirliğiyle sınırlıdır ve sınıf mücadelesinin varlığında o sınırlar hiçbir zaman yeterince genişlemeyecektir.

Şu sonuncu ve kötümserlikte birinci cümle dışarıda bırakılırsa, bu yazdıklarımız temel önermelerdir. Eklenebilecekler bulunabilse de çıkarılabilecek yoktur.

Yazının tümünün, biraz haksızlık edilerek benzetildiğinde, bir “temel önermeler torbası”na dönüşmek üzere olması ise, söylesem hak verilebileceğini umduğum bir nedenle, son birkaç gündür parlamentoda yürütülen “torba yasa” görüşmelerini izlemekte oluşumla ilgili olabilir.