Çeşitlemeler

İnsanın aklını tutsak alan konulardan boğulduğu olur sık sık ve bunlardan kurtulmak için hayatın bütününe bakarak, oradan beslenerek, içine düştüğü "hayat denilen kavga"yı daha güçlü, daha umutlu sürdürebilmesini kolaylaştıracak tutamaklar arar. Ben arıyorum doğrusu aşağı yukarı benim durumumdaki okurların da az sayıda olmadığı varsayımıyla yazmaya çalışacağımı en başta belirtmeliyim.

Bu arayışın yollarından biri, dünyanın dışına çıkmaktır. Biz ölümlüler için bu mümkün olmadığına, ya da bir kez mümkün olduğunda geri dönüşün yolu bulunmadığına göre, gündemin dışına çıkmaktır. Ancak, bunu bile yapamayacak bir tür "mesleki deformasyon" içinde olanlar arasında bulunduğumu bilerek, ne kadar uğraşsam oluşturulmuş gündemin büsbütün dışına çıkamayacağım ya da biraz çıkıp çokça geri döneceğim açıktır.

* * *

Devrimcilerin hayatı, 20. yüzyılda, özellikle onun ilk yarısında, devrimci durumlar peşpeşe zuhur ederken çok farklıydı. Zuhur etmekle ortaya çıkma, görünme, belirme demek istediğimizi de, ne yazık, belirtmemiz gerekiyor galiba. Böylece, gençlerle bir ortak dil tutturma konusunda zorlandığımızı eklemiş oluyoruz ki, olsun varsın, epeydir karşılaşmakta ve, kim bilir, belki de kabullenmek zorunda olduğumuz bir yargılamadır.

O dönemlerde, büyük bir devrimci dalganın başlayışının üstünden 15-20 yıl geçtikten sonra ya devrim yapılmış, benim daha çok sevdiğim anlatımıyla söyleyeyim, iktidar alınmış ya da esaslı bir devrimciler kalabalığı terk-i diyar etmiş olurdu. Bu son eski deyiş, ölmek, daha doğrusu, bu dünyayı terk etmek anlamındadır ama, ben burada hem bu anlamıyla hem de, mahpustaki ile dışarıdaki dünya sanki çok farklıymış gibi, ölmeyenler de damda ya da gizlide olurlardı anlamında kullanıyorum. Dolayısıyla, yeniden yazarsak, geçen yüzyılın ilk yarısında öyleydi devrimcilik, 15-20 yıl sonunda, haydi bir ortalama alalım, 20 yıllık bir süre geçtiğinde kendini, kendi geleceğini,ne olup ne olmayacağını ele veren bir serüvendi. Ya olurdu ya olmazdı olduğunda yeni ve öncekinden ne daha az zorlu, ama ne de daha az güzel olan bir başka serüven başlar olmadığında, devrimcinin hayatı sona erer ya da sonu belirsiz olmak üzere damda devam ederdi.

Artık başka bir zamanda yaşıyoruz. En başta, devrimci dalgaların sıklığı iyice azalmış, araları çok açılmış durumdadır. Dolayısıyla, yukarıda aldığımız ortalamadan sürdürürsek, yirmi yıl değil, onun birkaç tanesi geçmekte ve devrim mevrim olmadığı gibi devrimcilerin çoğunluğu için bu dünyadan gitmek falan da söz konusu olmamaktadır. Damda devam etmek gündeme geldiğinde ise bu bölüm fazla uzun sürmemekte ve, genel olarak insan ömrünün uzamasıyla da bağlantılı olarak, daha nice hayatlar yaşanabilmektedir.

Bunun müthiş bir değişiklik olduğu besbellidir. Yine de temkinliliği yahut tevazuu elden bırakmadan söylüyorum, eğer bu saptama gerçekliğe uygunsa, devrimcilerin, hem devrimci insanların hem de onların yarattıkları örgütlerin hayatlarını değerlendirirken kendilerine kolaylık sağlayan bazı düşünsel dayanakları yeniden ele alıp sağlamlaştırmalarında yarar var demektir. Yüz yıl önce devrimciler siyasal örgütlenme ve mücadeleyi şimdiki zamana oranla "göz açıp kapayıncaya kadar" denebilecek bir hızla sonuca ulaştırıyorlarken geçerliliği kanıtlanmış kural ve alışkanlıkların, sonuca doğru yürüyüşün kağnı hızıyla sürdüğü günümüzde, bir yandan işe yararlık açısından, bir yandan da yarattıkları olumsuz sonuçlar bakımından irdelenmeye muhtaç olmadığı düşünülebilir mi?

* * *

Madem devrimcilerin hayatlarından söz ettik, şuradan devam edebiliriz: Benim çok sevip saydığım, ama kendimce haklı nedenlerle darılarak selamı sabahı kestiğim çok eski bir dostum vardı. O kesintiden önceki zamanlarda oturup söyleşirken, biraz merakından biraz iğneleme amacıyla, devrimcilik iddiasındaki bizim gibi insanların uzak durdukları sanılan yaşantılarla ilgimizi sorgulayan sorular sorardı: Arada bir de olsa, üçünüz beşiniz bir araya gelip, hiçbir siyasal amaç yahut gündem gözetmeden, salt içinizden birinin herhangi bir insancıl rastlantısını kutlamak için yahut bu kadarcık bir amaç bile gütmeden, diyelim şöyle sessiz sakin bir ormanlık alanda oturup birbirinizi ve daha çok da doğanın seslerini dinleyerek birkaç saat geçiriyor musunuz? Hepiniz Appassionata'yı çal diye rica ettiği sevgilisinin piyanosunu yarıda keserek ya da tamamlamasını bekledikten sonra "İnsan ne eşsiz güzellikler yaratıyor ama bunlara kapılmak tehlikeli bu rezil dünya karşısında yumuşayıp savunmasız kalabilirsin" anlamında sözler söyleyen Lenin gibi misiniz? Nasıl olmuşsa Ankara'ya yolu düşmüş virtüözleri dinlemek için senfoni orkestrası konserlerine gidiyor musunuz?

Bu tür sorular sorardı ve, son örnek soruyu boşuna belleğimden çıkarıp buraya yazmadım, değişik zamanlarda verdiğim yanıtlardan en çok etkilendiği Victor Pikaizen ile ilgili olan bu sonuncusuydu. Kendisinin o soruyu sormadan birkaç hafta önce dinleyip de hayran kaldığı, ama hatırlamakta güçlük çektiği, benimse sıkça dinlediğim bir iki plağı dolayısıyla bildiğim bu Sovyet kemancısının adını söyleyiverdiğimde, öteki dediklerime inanmıştı. Oysa, öteki dediklerim büyük ölçüde kıtırdan ibaretti ve hiç yapmadığımız ya da pek az yaptığımız işleri "Ohoo, günde beş vakit yaparız!" diye bire bin katarak anlatıyordum.

* * *

Herhangi bir yerde yazıldığını görmediğim için, birdenbire güncel gündemin tam ortasına dönmek gibi olsa da, yazmadan geçemeyeceğim. Üç haftayı geride bırakan son İsrail saldırısının ilk günlerinde bir değerlendirme yapmıştım şöyleydi: İsrail'in bu birden azan kudurganlığını, çok yaklaşan seçimlere bağlamak kadar beylik ve açıklama gücü sıfıra yakın bir yorum olamaz. Bu saldırıların Obama öncesi ve sonrası Amerika arasında sahte bir kontrast yaratma amacı ile bağlantısını kurmak gerekir. Obama 20 Ocak'ta yemin edecek ve "Obama'lı Amerika" daha ilk gününden çarpıcı bir "fark" yaratacaktır çocuk, kadın, ihtiyar demeden paramparça eden, hastanesinden okuluna kadar her yeri vuran İsrail, o kutlu günde duracak ya da durdurulacaktır. Bu işin gösteri yanıdır ama, bu gösteri, İsrail'in yıkıcı amaçlarına da hizmet etmekte, doruğuna çıkarılmış saldırganlık bir yandan Filistin halkının silahlı direnişine büyük kayıp verdirirken bir yandan da düpedüz halkı yok ederek direnme gücünün dayanağı olarak sadece en ilkel öç duygusunu geride bırakmaktadır.

Böyle bakmak açıklayıcıdır, demek istiyorum. Sınamak için de Obama'nın yemin töreninin hemen öncesindeki ve biraz sonrasındaki günlerde olacakları görmek yetecektir.

* * *

Bir müzik terimi olarak "çeşitleme" (varyasyon) şöyle tanımlanabilir: Bir temanın ya da müzik fikrinin ritmi değiştirilerek, arasına armoniye bağlı farklı ezgiler katılarak, içindeki bazı sesler çıkartılarak ve benzeri yollarla farklı biçimlerde seslendirilmesiyle oluşan bölümlerin her biri bu bölümlerin arka arkaya konulmasına dayanan besteleme tekniği.

Bizim çeşitlemeler pek bu tanıma uymuyorsa eğer, eskilerin yergi amacıyla kullandığı bir söze eleştiriden kaçmak için sığınabiliriz: "Efendi, böyle olur bizde çeşitleme dediğin!"