Bugünlük izin istiyorum

İstemek zorundayım; çünkü, önceki gece bazı yoldaşlarımın tasarlayıp gerçekleştirdikleri çok hoş, bir o kadar da mahcup edici sürprizin etkisinden kurtulabilmiş değilim.

Geçen yıl sonbahar ve kış aylarında yaşadığım sıkıntılı, sıkıntı ne söz, düpedüz hastalıklı günler daha sona ermemiş ve adı güzel, kendi berbat bir mekân olarak “yoğun bakım”ın yolllarını eskitir dururken, bir ara, “eh, herhalde göremeyeceğiz” demeye başlamıştım. Görmekten umudu kesmek üzere olduğum, nedense, olağanın dışında ve üzerinde bir önem verme eğilimine girdiğim “ellinci yıl” idi, uygun gördüğüm yakıştırma ile “örgütlü toplumsal mücadele” içindeki ellinci yılım. Karamsarlığım gerçekleşmedi ve görmek bir yana, o yılın sonuna bile gelmiş olduk.

Olduk da, yıl boyunca, birden çok yazıda bu konuya değinmekten kendimi alamadım. O yazılarımı okuyan arkadaşlarımdan sevecen takılmalar da geldi doğal olarak.

Takılmak neyse ne de, işte önceki akşam, o hoş sürpriz olarak andığım düzenlemeyle, sık sık yaptığımız birkaç kişilik sohbetlerimizi geniş katılımlı bir tür kutlamaya dönüştürmüşler. Bana haber vermek bir yana, haberim olsa herhalde razı olmazdım, basbayağı gizli kapaklı bir hazırlıkla… “Yıl bitmeden, o kadar önem verdiğin ellinci yıldönümünü de atlamamış oluyoruz böylece” diyerek…

Bunun etkisinden bir günde kurtulmak ne mümkün!

O akşam da yaptığım küçük bir değinmeyi ise burada yineleyebilecek durumdayım.

Bazı yoldaşlarımın demincek andığım haklı takılmalarına yol açan kendi kendime ellinci yıl kutlamalarımı şunun için yapıyordum: İnsanların ya sömürgen, ya alçak, ya zorba, ya ezik, ya düzenbaz,  ya umursamaz, ya bencil, ya paragöz, ya korkak, ya da bunların hepsi birden olmalarını özendiren, özendirmek bir yana başka yol bırakmamaya çabalayan bir aşağılık dünyada, bütün bunları dışarıda bırakan, bambaşka bağlanmaların, inatların, övünmelerin de var olduğunu hatırlatmaya yarayabilirdi belki o göndermeler.

Yaramıştır umarım.

Bugünlük izin istemekle birlikte, burayı büsbütün de boş bırakmamak için bir yol düşündüm: Kendisini çoktandır emekliye ayırmış eski bir şairin, 16 yıl kadar geçmişte kalmış ve gün yüzüne çıkmamış bir şiirini aktarıyorum.

SAPTANMIŞTIR

sen benim küçücük kızımsın

tutarım avcumda kaybolan elinden

alır götürürüm koşturan kırlara

görürüm diye topladığın papatyaları masamda

yıllar sonra birden kapımı açtığımda

sonbahar mı kış mı hangi mevsimdeysem

durmuş oturmuş sevgilin olarak senin

haydi omzuma küçüğüm derim

çıkıyoruz şimdi uzun sürecek bir yolculuğa

söylersin belki sonunda

ne bulduğunu bütün o beni öldüren adamlarda

 

sen benim komünistliğine bayıldığım oğlumsun

uzaklardan bakarım sana

dostların armağanı fotoğraflarda

bir türlü kestiremediğim yelelerin savrularak

sokmaktasındır gözüne adını taşıyan bir gazeteyi

gelip geçen yoksul yoksun halkımızın

elbet gün gelir anlatırsın

neler dediğini o kocaman gözlü kızın

açıklarken seni sarsan kararını

bir eylem dönüşü muhtemelen sabaha karşı

 

sen benim kül yutmaz yanılgı bağışlamaz yoldaşımsın

bir nereden geldiğini anlayamadığım bilgeliğin

bir de işte kaynağı apaçık inceliğin

irdeler durursunuz bu görmüş geçirmiş ihtiyarı

nedir diye yapabildiği yapamadığı

boyun eğmeyip dövüştüğünü sanırken onca zaman

kimseyi incitmeme özeniyle kuşkusuz

ne yazık taş taş üstüne koyamadan

 

sen benim onduran olduran sevdiğimsin

olmaz böyle nasıl olabilir diye

karlı yollarda günler ve gecelerce

nerelere gitsem akıl erdiremediğimsin

inadım tutkum sığınağım

dinleyenim görenim gösterenimsin

ne kadar da küçüksün acemi ürkek çaresiz

çaresiz evet ne yapalım sana emanetim

gözüm kulağım elim dilim

verip de tutamadığım sözlerim

kazıyıp çıkarırsın çünkü iyiliği yerin yedi kat dibinden

ayıklarsın güzelliği kokuşmuş süprüntülerin içinden

hiçbir baltaya sap olamadıysam da

yahut tek bir kesere kulp

arka koltukta otururken söyleyiverdiği gibi

acılarını saklayıp gelmiş o yaşlı hanımefendinin

 

bunları bilirim

kalmam o yüzden yıkıldığım yerde

tonlarca yıkıntı olsa üstümde

ne yapar eder kalkar dikilirim