Bir Öykü, Bir Bilmece

Toplumsal mücadelede işlerin pek de iyi gitmediği seyrek görülmüş durumlardan değildir. Hatta, pek de iyi gitmemek bir yana, düpedüz kötü gittiği durumlar ya da dönemler için de seyrek nitelemesi uygun düşmez.

Sözü böyle döndürüp dolaştırmayı bırakarak söylersek, toplumsal mücadele, durgun, kötü, yenilgilerle dolu dönemler içerir ve bu tür durumlar ile dönemlerin sayıları şaşılacak kadar çoktur. Kimleri şaşırtacak kadar? Şöyle bir durup geçmişe bakan ya da tarih okuyan mücadelecileri şaşırtacak kadar.

O kadar çoktur ki, bir hatta’lı cümle daha yazarak, toplumsal mücadele işlerin kötü gittiği, tıkanıklıktan, duraklamadan, yenilgiden geçilmeyen dönemlerle dolu olan bir süreçtir, bile diyebiliriz ve bunu demekle herhangi bir yanlışlık yapmış da olmayız.

Bu tür durumları anlatmak için pek çok yakıştırmalar, benzetmeler yapılmış bununla da yetinilmemiş, çeşitli yazılı ürünler, basbayağı sanat eserleri yaratılmıştır. Mücadele tarihinde bunun sadece yazılı ürünlere yansımakla kalmadığı, kulaktan kulağa ve kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü ürünlerin de ortaya çıktığı bilinir.

Adı üstünde, mücadele’dir ve bu mücadele toplumsal sınıflar arasında olmaktadır dolayısıyla, sınıflar ve onları oluşturan irili ufaklı topluluklarla tek tek insanlar, olimpiyat ruhuyla spor yapmamakta, karşılarındaki sınıflarla onları alt etmek üzere kavga etmektedirler. Öyleyse, bu kavgadaki başarısızlıklar, değişen şiddet derecelerindeki yenilgiler, onların sonucunda ortaya çıkan tıkanıklıklar, umut kırıcı güç dengesizlikleri, bunların ve benzerlerinin hepsi, olağandır son amacı bakımından sınıflar arasındaki bir iktidar kapışması olan toplumsal mücadelenin doğası gereğidir. Olağan kabul edilemeyecek, öyle kabul edildiğinde kötürümleşmeye yol açabilecek olan, bu tür durumların sıklık ve şiddet bakımından kapışan tarafların biri üzerinde belirgin ölçüde yoğunlaşmasıdır, o kadar.

Bu kapışmanın ileriyi, geleceği, cıvıklaştırılmış değil tarihsel anlamıyla “yeni” olanı temsil eden tarafı, bazılarını saydığımız niteliklerinden dolayı, bütün o “olumsuz” durumlar karşısında şerbetlidir, zihinsel olarak hazırlıklıdır ve bunlara bağlı olarak da yıkılmaz bir gönül gücüne, yabancı sözcükle, morale sahiptir. Bu yüzden, felsefi ya da kuramsal anlamda diyelim, doğa üstü güçlere ve onlara ilişkin öğretilere inançsız olan o taraf, bir yandan dinlere karşı çıkıp bir yandan kendi dinini yaratmakla eleştirilmiştir. Buna benzer suçlamalarla çok karşılaşmıştır.

Biraz da şiiri ve öyküyü karıştırarak devam edelim.

Nâzım’ın şimdi birkaç dizesini aktaracağım çok ünlü şiirinin onun gençlik dönemi ürünlerinden biri olduğunu biliyoruz. O sıralar kendisinin biraz sonra anlatacağımız gerçek öyküden haberli olup olmadığı konusunda ise benim bir bilgim yok. Yalnız, o da kavga ettikleri büyük güç sahiplerinin çekip yükselttiği bir duvardan söz ediyor ve “Cevap” başlığını taşıyan bu şiirin ilk dizelerinde şunları söylüyor:

O duvar
o duvarınız,
vız gelir bize vız!
Bizim kuvvetimizdeki hız,
ne bir din adamının dumanlı vaadinden,
ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır.
O yalnız
tarihin o durdurulmaz akışındandır.

Şimdilerde o akışın yahut ilerlemenin özellikleri, örnek olsun, sürekliliği ve doğrusallığı üzerinde birtakım tartışmalar yapıyoruz gerçi ama durdurulamazlığı konusunda kuşku duymamayı sürdürüyoruz. Öte yandan, büyük şair Nâzım Hikmet’in bu şirine, onun tarafından yazılmış en güzel şiirler arasında yer verip vermemeyi de tartışıyoruz. Ama, bunlar şu anda konu dışı.

Yeniden konuya dönüyor ve öyküye geliyoruz.

Kurmaca bir öykü değil bu yaşanmış. Epey eskilerde, ilk gençlik yıllarında büyük bir devrimcinin başından geçiyor. Üniversite öğrencisi genç devrimci, bir eylem sırasında polislerce yakalanmış, tutukevine götürülüyor. Ekibin başındaki polis şefi, daha ancak 17-18 yaşlarındaki delikanlı ile konuşuyor:

“Biraz akıllı ol, evladım!” diyor.

Öykü anlatıcısının da anlattığı öyküye bir biçem katma hakkı vardır, herhalde. Burada o hakkımızı kullanmış oluyoruz.

“Boşuna uğraşıyorsunuz.” diye devam ediyor polis şefi, yukarıdaki anlatımımızın yarattığı izlenime güvenilirse, babacan biri, şu eski Yeşilçam filmlerindeki tonton amcalara benzer bir tip sanki. “Karşınızda koskoca bir duvar örülmüş. Sen o duvarı kafanla vurup yıkmaya çabalıyorsun.”

Öykünün geri kalanını anlatmak için, bu kez bir başka şiirin, bu olaydan esinlenmiş son dizelerini aktaracağım:

yapıp yaratanın
ve onlar için dövüşüp ölenin
ve onlarla birlikte dövüşüp yaşayanın
büyük dostu o adam
unutma, ne demişti
“karşında bir duvar var
kafanla vuruyorsun”
diye kurumlanan bekçilerine düzenin
çürümüş bir duvar ama
sıkı bir vuruş
yeter onu yıkmaya

Kıssaların hisse ile bitirilmesine alışılmıştır. Lakin, buradaki hisse apaçık ortada. Öyleyse, biz de hisse yerine, bir bilmece ile sona erdirelim.

Hayır, bilmece bu son şiiri kimin yazdığı ile ilgili değil. O çok zor olurdu. Çok daha kolayını sormakta yarar var.

Bilin bakalım, bu öyküdeki devrimci kimdir?