Bellek

Niyetim, güçlü ve güçsüz bellek, her ikisinin yarattığı bazı durumlar ile iyilik ve kötülükler üzerinde durmak, bunlara ilişkin birkaç değinmeyi yazıya dökmek. Bir de, bunu yaparken, ilgili bilimsel ve teknik gelişmelerin konu dışı bırakılacağını da ekleyelim ki, iki haftadır boş geçen derin muharrir nihayet gün yüzüne çıkmış diye heyecana kapılabilecek okuyucunun çaresiz hayal kırıklığına gidecek yolu en baştan kapatmış olalım.

Sol edebiyatta, bunu sanat sepet anlamındaki değil, onu da kapsamakla birlikte, sözgelimi, "iktisat literatürü" diye yazılıp söylenirken kast edilen anlamda kullanıyorum, bellek yitiminden ya da belleğin kazınmasından, özellikle de bizim cenahta, çok söz edilmiştir. Kurulu düzenin, bu tamlamayı bu kadar genel geçer anlamda kullanıma sokmanın çok fazla sakıncası yoksa da biraz değiştirelim, kurulu düzenlerin tümüne yakın bir bölümünün kendilerine karşı mücadele edenlerin belleğini kazımak için uğraşmalarının onların özsavunma mekanizmalarının vazgeçilmez bir parçası olduğu ileri sürülebilir. Sözünü ettiğim literatür, böyle bir genellemeye çok fazla başvurmasa da, bunun vurgulanması açısından oldukça zengindir.

Bellek yitimi, bu kendiliğinden gerçekleşebilecek bir sonuç olmayacağına göre, bu sonucun elde edilmesini sağlayacak her türlü çabayı da içeren belleğin kazınması, toplumsal mücadelecilerin yakın ya da uzak geçmişte elde ettiklerinin, bunlar için nasıl dövüştüklerinin, bu sırada nasıl gelişkin ve mutlu olduklarının unutturulmasıdır. Bunun sonu gelmeyen bir süreç olduğu da eklenmelidir. Şu anlamda: Burada, oldu, belleklerin kazınmasını tamamladık, bellek yitimi yeterince yaygın bir özellik durumuna geldi, artık bu yöndeki uğraşlara son verilebilir, denebilecek bir nokta, kuramsal olarak, hiç gelmez. Pratik olarak mümkündür işin planlayıcı ve yürütücüleri zaman zaman böyle bir noktaya gelebilirler, daha doğrusu, geldiklerini düşünebilirler ancak, toplumsal mücadelenin hiçbir durumda son bulmadığı apaçık ise, gelindiği sanılan o mutlak ferahlık noktaları sadece bir yanılsama olabilir. Dolayısıyla, düzenlerin bellek kazıma operasyonları, süresizdir farklılık, barışçıl olup olmadıklarında aranmalıdır. Barışçıl olanlar, hüner gerektirir, ustalık da diyebiliriz ötekiler, sağlam ya da kırıldığında kullanıma hazır yedekleri bulunan bir sopaya bakar. Ama her ikisinin de gerekli olduğu ve birbirinin yerine, kimileyin de birlikte kullanıldığı, bilinmektedir.

Buraya kadar söylenenler, toplumsal belleğin, böyle bir terim "bilimsel" açıdan pek hatalı ve dayanaksız bulunacak olursa düzeltelim, büyük yığınlar oluşturan insanların her birinin belleğinin silinmesiyle, bu anlamda, güçsüzleştirilmesiyle ilgiliydi.

Bir de, kişilerin belleğinin güçlü ya da güçsüz olması diye söyleyegeldiğimiz durumlar var.

Kişisel açıdan, güçlü bir bellek, istenilir bir özelliktir kuşkusuz başta, öğrenme olmak üzere, birçok açıdan insana kolaylık ve üstünlük sağlar. Bununla birlikte, aynı yerde, ortamda, konumda bulunan başka insanları da, dost olsalar bile, rahatsız eder.

Örnek olsun, geçenlerde, bir vesileyle burada sözünü ettiğim Erasmus'un ünlü eseri Deliliğe Övgü şu satırlarla sona erer Nusret Hızır'ın üçüncü kez 1987'de basılmış çevirisinden aktarıyorum:

"Grekler eskiden: Belleği fazla iyi olan davetliden nefret ederim, derlerdi ben de size şimdi: Her şeyi hatırlayan bir dinleyiciden nefret ederim, diyorum. (...)"

Felsefenin üstadlarının hışmını göze alarak devam edersem, elbette, belleği güçlü davetli davet boyunca sunulan her ne varsa belleğinde götürür ve sonradan, yeri geldiğinde, eksiği gediği sayıp dökebilir. Oysa, davet dediğin nedir ki, insanlar azçok hoşça vakit geçirmişlerse hatalar, eksikler, ayıplar, her neyse göze batmaz ve unutulur gider.

Öte yandan, belleği çok güçlü bir dinleyici ya da hasım da olağanüstü rahatsız edicidir çünkü, hiçbir konuşmacı yahut mücadeleci, ister kendisinin ister devindiği alanın tarihi karşısında eksiksiz ve hatasız olamaz.

Kendim de hep pek güçsüz bir belleğe sahip olmaktan şikayet ettiğime göre, biraz da, bunun getirebileceği iyiliklere değinmem hoş karşılanabilir sanıyorum.

Çok uzatmadan, sadece bir iyilik durumundan söz etmekle yetinelim ve bunun için Vâlâ Nurettine'e başvuralım, kısaltılmış adıyla, Vâ-Nû'ya...

Nâzım Hikmet'in çocukluk ve gençlik arkadaşı Vâ-Nû, Nâzım için yazılmış hem en iyi niyetli hem en öğretici çalışmalardan biri saydığım Bu Dünyadan Nâzım Geçti adını taşıyan kitabında, bu güçlü/güçsüz bellek konusuna arkadaşının bir özelliğini ele almanın yanı sıra biraz da genelleyerek kısaca değinir hemen ilk sayfalarda. Bendeki 1965 tarihli basımından uzunca bir alıntı yapıyorum:

"Yaradılışta insanlar mavi gözlü, yahut güzel sesli, yahut şiire istidatlı olabildikleri gibi, sanırım, gericilik, ilericilik eğilimleri de aynen öyle bünyevi bir özelliktir. Modern ilmin bize öğrettiği ile elbette zıt gitmemeli elbette geleneksel telkinlerin, sosyal menşelerin, sınıfların, çevrelerin zihniyetlerdeki rolünü başlıca unsur diye kabulde diretmeli. Fakat acaba gericilikle hafıza kuvvetinin, devrimcilikle de ileriyi gören hesap ve hayal kudretinin bir iç bağı yok mu? Uzun yıllarımız beraber geçen iki Türk şairinin mukayesesinde dikkatime çarptığına göre, hafızanın gericilikte, ilericilikte büyük rolü vardır.

"Hayatı tren yolculuğu farzediniz. Kompartimanda bir çok insanlar oturuyor. Kiminin sırtı lokomotife dönük. Geçilmiş yerleri seyreder dururlar. Bunlar, doğuştan gericidirler. Meselâ şair Yahya Kemal'i örnek gösterebilirim. Hattâ bana bir gün demişti ki:

"- Ömrümüz hâtıralardan ibarettir. Ömrü ileriye doğru uzatmak pek elimizde olmadığına göre kendimizi maziye verip uzun yaşamalıyız. Benim tarihle uğraşmam işte aslı bu sebepledir.

"Tren yolcularının kiminin yüzü ise lokomotife dönüktür. Böyleleri ilericidirler. Hele pencerenin yanında oturup başını yaslıyan adam, yalnız ve yalnız ileriyi görebilir. Nâzım'ı da ruh yapısı bakımından bu sonuncu tip hayat yolcularından saymakta isabet vardır. Gözleri varılacak yönde bir şeyler umduğu, beklediği ve hayalinde kavuşma sahneleri yaşadığı için, pencereden geriye doğru kayan ve kaymış bulunan manzaraları şaşılacak şekilde umursamıyor hemen unutuyordu.

"(...) İkisini de pek yakından tanıdığım bu şairlerimizin ideolojik tutumlarını hafızalarıyla ilgili bulurum. Hayat treninin kompartimanında doğuştan oturdukları yerin, zihniyetleriyle mutlaka bir iç bağı vardır sanırım."

Bu hafta yazdıklarımız güncelliğin çok uzağında bulunabilir o yüzden, bir kıssadan hisse ile bitirmekte yarar var. Hisse denemese bile, kafiyeli olsun, keşke ile...

Keşke, belleğimiz, iyilikleri ve güzellikleri eksiksiz saklayarak hem kendimizin hem dostlarımızın ayakta kalıp mücadeleyi sürdürmelerini kolaylaştırabilecek kadar güçlü olsaydı her birimizin yaptığı ya da kışkırttığı kötülüklerle çirkinlikleri tümden unutacak kadar da güçsüz.

En güncel uyarı ise tren yolculuğu ile ilgili. Bundan böyle trende rasgele oturulmaz, umarım. Bir gören olur insanın adı çıkar.