Ağıt

Birkaç gün önce haber oldu burada. "TRT Şeş Serbest, Biji Yek Gulan Yasak" diye başlık atmış bizim çocuklar DTP'nin Tunceli İl Örgütünün geçen yıl 1 Mayıs'tan önce astıkları, insanları 1 Mayıs'a katılmaya çağıran afişten dolayı yargılanıp mahkum olduklarını haber yapmışlar. Haber bu olaya ilişkin nesnel verileri aktarmakla birlikte eleştirel bir tavır da taşıyordu elbette.

Ancak, şöyle de düşünmek gerekir diye aklımdan geçirmiştim okurken: Biji Yek Gulan yasak olduğu için TRT Şeş'in serbest olması gerekmektedir ikincisi birincisini sürdürebilmek için yeterli değil, ama gerekli koşul durumundadır.

Deliye her gün bayram çalar söylersin, oynar oynatırsın. "Kürt çalar, Çingen oynar" diye uydurulmamış mıdır? Onun yerine, "Türk çalar, Kürt oynar."

Olmaz mı? Olur.

* * *

Bense hâlâ ağlıyorum.

Ne zaman bir iki günlüğüne uğrasam anlatılmaz bir hüzünle döndüğüm Zonduldak kentine, bir sengi yekpare Acem mülküne bedel olmasa da her taşının altında bir işçi ölüsünün yattığını bilmekliğimden midir, o büyüleyici deniz görüntüsüne sırtımı döndüğümde gözümün önüne serilen eciş bücüş yapılarının altında olduklarını düşünmeden edemediğim emekçilerin acılarından mıdır, vurgun muyum kırgın mıyım bilemediğim "bu şehr-i Zonguldak"a üçbeş gün önceki son gidişimden beri...

İşte oradan beri ağlıyorum. İnsanız, ağlarız.

Halkımızın dediğine uymayıp da "sıralı gelmemişse" ölüm böyle bir kalleşliğin karşısında, başka ne yapabiliriz? İnsanız sadece ağlayabiliriz.

* * *

Oysa, o ıslak, sıvaşan toprağın altına gömüp geldiğimiz çocuğun ninesi bana Kürtçe öğretecekti. Yıllar önce, ilk karşılaşmalarımızın birinde sözleşmiştik. "Aramızdaki yaş farkı ancak ona elverir iznin olursa, bundan sonra, ben sana 'abla' derim." Sözleşmemiz böyleydi. Daha doğrusu, sözleşmenin ilk konusu buydu. Kürtçe öğretmenliği, ikincisi.

Kim bilir hangi madencinin yanına yöresine, ayak ucuna, baş ucuna emanet edip geldiğimiz çocuğun babası olan benim Kürt kardeşim de takılıyordu, "Ana, inkâr etme, sende Ermenilik de vardır" diye...

* * *

Yok, bunların hepsi geride kaldı. Artık ben öyle genç işi öğrenmelerin ardından koşamam. Dil öğrenmek biraz öyledir. Çocuklukta ve gençlikte daha iyi yapılabilen, kolaylıkla ve hızla yapılabilen bir iştir. Şimdi çok zor olur.

Üstelik, ninesi bana Kürtçe öğretmeye çabalarken, o ıslak, sıvaşan toprağın altına koyup geldiğimiz kızım hiç gözlerimin önünden gitmez hiçbir laf aklıma girmez.

* * *

Eh, çocuk, bizi kederlere boğup gittin de, böyle dediğime bakma, senin ne kabahatin olabilir!

Mezarının başında konuşan gencecik bir arkadaşından işittik şurda ne kalmıştı ki, mezun olup yoksul çocuklara resim yapmayı öğreteceğim, dermişsin.

Hem de ne güzel öğretirdin.

Sana sözümüz olsun, hiçbir şey yapamasak, iki tane resim okulu açacağız. Biri Zonguldak'ta, biri Van'da. İki yerde de senin için ağıtlar yakılmaktadır şimdi. Türkçe ve Kürtçe dillerinde.

Açarız, elbet açarız.

İkisinin de kapısına yazarız: "İlkay Salaz Yoksul Çocuklar Resim Okulu".

Kürtçesini bilmiyorum. Ninenden öğrenir eklerim, kuşkun olmasın.