Oyak kameraları, Danıştay cinayeti ve Başbakana açık sorular

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay'a 17 Mayıs 2006'da düzenlenen ve 2. Daire üyesi yüksek yargıç Mustafa Yücel Özbilgin'in öldürülmesi, Danıştay Başkanı Mustafa Birden'in de aralarında bulunduğu 4 yüksek yargıcın da yaralanmasıyla sonuçlanan saldırının arkasındaki gücü yakaladığından emin görünüyor.

Sadece o mu? Başta Fethullahçı cemaat gazetesi Zaman olmak üzere, bütün İslamcı ve yandaş yayın organları günlerdir adeta birer Sherlock Holmes kesilmiş durumda. Bu koroya liberal yazıcılar da, polisin ve iktidarın yaptığı açıklamalardan en küçük bir kuşku duymadan katılıyorlar. Ve biz hep birlikte katilin "uşak" olduğunu öğreniyoruz!

Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş, Samanyolu televizyonunun canlı yayınlarına katılarak, cinayetin işlendiği günlerde laik basının nasıl haksız şekilde "inananları" suçladığını, bir medya otoritesi edasıyla ve "sol" bir terminolojiyle açıklıyor. Aydınlanıyoruz!

Gelişmeyi biliyorsunuz Danıştay'ın güvenliğini özel bir şirket olan Oyak Güvenlik A.Ş. sağlıyor. Geçerken arada belirtelim bir yüksek mahkemenin güvenliği neden özel bir şirkete verilir? Bu vahim durum neden tartışılmaz? Anlaşılır gibi değil... Her neyse, bu garabetin tartışılması ayrı bir bahis ve onu da yapacağız.

Ordu Yardımlaşma Kurumu'nun (OYAK) bir iştiraki olan Oyak Güvenlik A.Ş. isimli şirket, Danıştay'a yerleştirilen güvenlik kameralarının işletilmesi ve sonuçlarının değerlendirilmesinden sorumlu.

Söz konusu saldırıdan önceki iki gün Danıştay'daki güvenlik kameralarının bozuk olduğu açıklanmıştı. Dolayısıyla katil Alparslan Aslan'ın Danıştay ve çevresinde keşif yaptığı sırada görüntülerin kaydedilmediği belirtilmişti.

Kamera kayıtları Danıştay binasına mı ait?
Saldırıdan sonra Oyak Güvenlik'te bulunan bütün kamera kayıtlarına polis tarafından el konuluyor. Üç yıl sonra kamera kayıtları incelenmek üzere TÜBİTAK'a gönderiliyor. Kıyamet de bundan sonra kopuyor. Kayıtları inceleyen TÜBİTAK uzmanlarının hazırladığı raporda, görüntülerin geri dönüşümü imkansız kılacak bir teknikle silindiği, fakat bazı görüntülerin yine de kurtarıldığı açıklanıyor. Daha doğrusu, mahkemeye iletilen söz konusu raporda böyle yazıldığı ileri sürülüyor.

Malum, Oyak Güvenlik Şirketi, askerlerin yardımlaşma kurumu olan ve artık büyük bir sanayi kompleksi ve sermaye odağı haline gelen OYAK'ın bir yan kuruluşu. O halde mantık basit eğer kamera kayıtları bu şirket tarafından silindiyse, bu kayıtları silen güç cinayetin de arkasındaki güçtür! OYAK askerlerle ilişkili olduğuna göre cinayetin arkasında Ergenekon vardır vb.

Ne katillerin kimliği, ne onların islamcı-faşist fikri yapılanması, ne mahkemede verdikleri ifadeler artık hiç önemli değildir. Alparslan Aslan'ın, "türban yasağı" nedeniyle cinayeti işlediğini mahkemede itiraf etmesi ve bu ifadesindeki ısrarlı tutumu bile unutulabilir. Onun ne söylediğinin hiç bir değeri bulunmamaktadır!

Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların üzerinde de durmaya değmez. Aslan'ın mahkemedeki savunmasıda savurduğu tehditlerin ve şeriat rejimi istemesinin de bir önemi yoktur.

Oysa bir hafta gibi kısa süre içinde, TÜBİTAK tarafından incelenen kayıtların Danıştay'daki kameralara değil, İstanbul Salı Pazarı'nda (Karaköy'de) bulunan kültür-sanat merkezi ve sergi salonu İstanbul Modern Binası'na ait güvenlik kameralarına ait olduğu, güçlü kanıtlara dayalı şekilde ortaya atıldı.

İstanbul Modern Binası'nın güvenlik hizmetleri de tıpkı Danıştay gibi Oyak Güvenlik AŞ tarafından veriliyor. Yani Oyak Güvenlik Şirketi'ndeki bütün kamera kayıtlarına el koyan polisin, TÜBİTAK'a Danıştay kayıtlarını değil, yine aynı şirket tarafından hizmet verilen ve üzerinde silme işlemi yapılan İstanbul Modern Binası'na ait kayıtları gönderdiği belirtiliyor.

Ergenekon davasında bir kısım sanığın avukatlığını yapan Vural Ergül’ün verdiği bilgiye göre, TÜBİTAK tarafından incelenen "hard-disk"lerde kurtarılabilen eski görüntülerin "Büyük Sergi Salonu", "Orta Fuaye", "Biletix" ve "Cehennem Merdivenleri" gibi dosyalarda saklandığı görülüyor. Avukat Ergül bu görüntülerin Danıştay binasına değil İstanbul Modern binasına ait olduğunu belirtiyor. Yapılan küçük bir araştırmada sonucunda, adı geçen mekanların İstanbul Modern'e ait olduğu kesinleşiyor.

Zaten TÜBİTAK’ın geçen hafta açıklanan raporunda, polisin gönderdiği ve kurum uzmanlarınca incelenen 'hard-disk'lerdeki ‘kurtarılan’ görüntüler arasında Danıştay binası dışında başka görüntülerin de bulunduğu belirtilmiş, "hard-disk'lerin orijinalliği konusunda ise netlik sağlanamadığı" vurgulanmıştı.

Ancak her nedense bu vurgunun üzerinde hiç durulmadı.

Avukat Ergül bu nedenle, “Oyak Güvenlik tarafından mahkemeye gönderilen 'hard-disk'ler orijinal değil. Danıştay görüntülerin yer aldığı orijinal 'hard-disk'lerin nerede olduğu bilinmiyor” diyor. Biz söyleyelim bu kayıtlar büyük bir olasılıkla polisin elinde.

Başbakanın kutsalları...
Bilindiği gibi Danıştay cinayeti davasının -ki dava sonuçlanmış ve zanlılar mahkum olmuştu- Ergenekon Davası ile birleştirilmesine karar verilmişti. Bunun üzerine Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi saldırıdan üç yıl sonra güvenlik kamerası kayıtlarını yeniden gündeme getirerek, TÜBİTAK’tan görüntülerinin kaydedildiği hard-disk'lerin incelenmesini istemişti. Bunun üzerine polisin elindeki kayıtlar TÜBİTAK'a gönderilmişti.

Kamera kayıtlarından silindiği belirtilen görüntüler katil Alparslan Aslan'ın eylemden önce Danıştay'a giderek keşif yaptığı günlere ait olduğu için büyük gürültü kopmuştu.

Bu gürültüyü koparanlardan biri de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dı. Başbakan katıldığı bir televizyon programında "Danıştay saldırısının arkasında kimlerin olduğu açık net şekilde ortaya çıktı. Oysa o günlerde bizim kutsallarımıza saldırıldı. Saldırının arkasında Ergenekon'un olduğu ortaya çıktı. O günlerde malum manşetleri atan medya şimdi nerede, neden susuyor?" diye (mealen) soruyordu.

O "malum medya" nerede bilmiyoruz ama biz buradayız.

Saldırganlar polis gözetiminde miydi?
Gelelim hikayenin diğer bölümüne...

Bilindiği gibi, Danıştay saldırısını gerçekleştiren ekiple Cumhuriyet gazetesine üç kez bomba atan ekip aynı kişilerden oluşuyor. Zanlılar mahkemede verdikleri ifadelerde, Cumhuriyet gazetesine ilk bombayı attıkları günden itibaren kendilerinin polis tarafından takip edildiğini ve telefonlarının dinlendiğini belirtiyorlar. Yani polis tarafından gözaltına alınabilecekken yakalanmadıklarını açıklıyorlar.

Dolayısıyla bu ifadelere göre, Danıştay saldırısı önlenebilecekken önlenmemiş oluyor. Bu açık ifadelere karşın yandaş medya, hükümet çevreleri, polis, savcılık ve liberal yazıcılar bu gelişme üzerinde nedense hiç durmuyor.

Şimdi hikayeye biraz daha yakından bakalım.

Cumhuriyet gazetesine 11 Mayıs 2006’da üçüncü bombayı atan Alparslan Aslan, ilk telefon görüşmesini Salih Kurter ve Süleyman Esen’le yapıyor.

Salih Kurter Fethullahcı olarak bilinen yaşlı bir şeyh. Kağıthane'de illegal ayinler düzenliyor ve çevresinde bir "din alimi" olarak tanınıyor. Salih Kurter önce tutuklanıyor, sonra kısa süre içinde serbest bırakılıyor.

Danıştay cinayetinde 'Gülen' soyadı!
Alparslan Aslan, Danıştay saldırısını gerçekleştirdiği 17 Mayıs 2006 sabahı Süleyman Esen ve Hasan Öztürk isimli kişilerle yoğun şekilde telefonla görüşüyor.

Cinayetten hemen sonra konuştuğu kişinin ismi ise Kemalettin Gülen. Bu isme dikkat! Kemalettin Gülen tıpkı Alparslan Aslan gibi bir avukat ve (sıkı durun) Fethullah Gülen'in yeğeni.

Alparslan Aslan yukarıda adı geçen kişilerle yaklaşık 2 bin telefon görüşmesi yapmış.

Aslan, 29 Ekim 2009’da yapılan çapraz sorgusunda Vakit gazetesinin Danıştay üyelerini hedef gösteren ‘İşte O Üyeler’ başlıklı nüshasını kendisine Kemalettin Gülen’in verdiğini söylüyor.

Ancak, bu ifadeye karşın Kemalettin Gülen hakkında herhangi bir adli işlem yapılmıyor. Oysa bir telefon konuşması yaptı diye ya da daha sonra bir davada adı geçen biriyle (örneğin Devrimci Karargah davasında) kahve içtiği için gözaltına alınan, tutuklanan ve aylarca cezaevinde kalan kişilerin aksine, Kemalettin Gülen’in ne Danıştay ne de Ergenekon davasında ifadesine bile başvurulmuyor.

Oysa Kemalettin Gülen'in, Danıştay saldırısında adı geçen diğer kişilerle de, örneğin Hasan Öztürk’le de yoğun bir telefon irtibatı içinde olduğu ortaya çıkıyor.

Saldırılarda kimlerin isimleri saklandı?
Olayın ilginç ve heyecanlı başka ayrıntıları da var...

Ergenekon davasının görüldüğü Silivri'de kurulu özel yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan (TİB) gelen telefon görüşmelerinin dökümlerine göre, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları verdiği iddia edilen Süleyman Esen’le Alparslan Arslan arasındaki telefon trafiği bombalanma eyleminden iki gün önce, yani 3 Mayıs 2006’da yoğunlaşıyor.

Esen’in, Alparslan Arslan’la yaptığı görüşmelerin öncesinde ve sonrasında konuştuğu kişinin adı ise Salih Yaşar. Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet’in bombalanması soruşturmasında bu kişinin adı da nedense hiç geçmiyor.

Salih Yaşar, Ayhan Akbal adına kayıtlı bir telefonu kullanıyor bu görüşmelerde. Ayhan Akbal'ın kim olduğu da araştırılmıyor. Salih Yaşar da tıpkı Alparslan Aslan gibi Fethullahçı bir emekli imam olan Salih Kurter’in Kağıthane'deki evinin en sık ziyaretçilerinden biri.

Başbakan Erdoğan'a sorular
Evet Sayın Başbakan, cinayetin kimler tarafından işlendiği belli de, kimler tarafından işlettirildiği sandığınız kadar "açık net" bir şekilde ortada değil.

Şimdi size soruyoruz:

Kemallettin Gülen neden soruşturma kapsamına alınmadı?

Salih Yaşar isimli kişi kimdir ve bu cinayetteki rolü nedir?

Hasan Öztürk kimdir ve neden gözaltına alınmadı ya da ifadesine başvurulmadı?

Süleyman Esen'in politik bağlantıları araştırıldı mı? Hangi cemaatlerle ilişkili olduğunu biliyor musunuz? Esen'in polisle bir ilişkisi var mıdır? Bir dönem "haber elemanı" olarak çalışmış mıdır?

Alparslan Aslan, mahkemedeki savunması sırasında sizden ve AKP hükümetinden bir an önce "şeriatı ilan etmenizi" istedi. Dahası "başörtüsüne uzanan elleri ve dilleri keseceklerini" söyleyerek, kendisini "Allahın askeri" ilan etti. Bu çağrı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Sizin bakanlarınız, örneğin dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, daha cinayetin kimler tarafından işlendiği ortaya çıkmamış ve Alparslan Aslan'ın sorgusu bile yapılmamışken, gazetecilere "Sürprizlere hazır olun" derken neyi kastediyordu?

Cumhuriyet gazetesininin bombalanmasından sonra polis zanlıları izlemiş ve telefonlarını dinlemiş midir?

Eğer polis Alparslan Aslan ve arkadaşlarını izlemiş ve telefonlarını dinlemişse bu saldırıyı neden önlemedi? Bu konuda idari bir soruşturma açtırdınız mı?

Danıştay cinayeti davası ile Ergenekon davasının birleştirilmesine yol açan "itiraflarda" bulunan Alparslan Aslan'ın arkadaşı Osman Yıldırım isimli kişinin eski bir cinayet hükümlüsü ve kadın satıcılığı -ki küçük yaştaki yeğenini erkeklere pazarlamış- yapmaktan mahkum olduğunu biliyor musunuz? Eğer bu bilgiye sahipseniz Osman Yıldırım'ı güvenilir bir tanık olarak görüyor musunuz?

Bütün bu olgular ortadayken, nasıl oluyor da Danıştay cinayetinin arkasında bulunan gücü bu kadar "açık net" bir şekilde açıklıyorsunuz? Biz bilmiyoruz, siz nasıl bu kadar eminsiniz?

Başbakan sıfatıyla yaptığınız bu açıklama, yargıya yönelik bir müdahale ve yönlendirme değil midir?

Sözlerinizi geri almayı ve kamuoyundan özür dilemeyi düşünüyor musunuz?