Koalisyon sarsılıyor

Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 28 Şubat soruşturması, gerek zamanlaması gerekse kapsamı bakımından AKP-Cemaat koalisyonunun geleceği bağlamında yeni bir döneme işaret ediyor.

Gözaltına alınıp tutuklananların arasında muvazzaf (görevde bulunan) generallerin de bulunduğu son 28 Şubat (4. Dalga) operasyonunun, hükümetin TSK komuta kademesi ile uzlaşma arayışından olduğu ve bunu büyük ölçüde sağladığı kritik bir döneme denk getirilmesi anlamlıdır.
Gelişmelere bakıldığında, AKP-Cemaat koalisyonunun henüz yıkılmasa bile temelinden sarsıldığını söyleyebiliriz.
Toplumsal muhalefetin yükselme dönemine girdiği günlerde bu gelişme önemlidir. Türkiye genelinde büyük katılımlı 1 Mayıs mitinglerinin yapılması, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 12 Eylül’den sonra ilk kez bu kadar yaygın ve geniş katılımlı etkinliklerle (özellikle gençlerin ilgisi dikkat çekici) anılması, kamu emekçilerinin giderek daha etkin şekilde sokağa çıkması, toplumsal muhalefetin yükselmesinin işaretleri arasında sayılabilir.
Üstelik iktidar ve sermaye yanlısı sarı sendikacılıkla yaşanan ayrışmaya karşın –ki sağlıklı bir gelişmedir- 1 Mayıs etkinliklerinin güçlü şekilde gerçekleştirilmesinin de altı çizilmelidir.
***
Toplumsal muhalefetin gelişim seyrini ve ulaştığı aşamayı değerlendirmek başlı başına ayrı bir çalışmayı gerektiriyor. O nedenle şimdi bu yazıda, AKP-Cemaat çatışmasının ulaştığı yeni aşamayı son 28 Şubat operasyonu bağlamında değerlendirmek istiyorum. Maddeler halinde sıralayabiliriz:

1-AKP İktidarı, ABD öncülüğündeki emperyalist koalisyonun isteği ve baskısı sonucu Suriye ile savaşa hazırlandığı bir dönemde, TSK ile gerginliği tırmandırmak bir yana, tam tersine bir uzlaşma arayışı içindeydi. Bu nedenle tansiyonu düşürmeye çalışıyor, komuta kademesi ile sağladığı yakınlaşmayı politik ortama bir hava olarak yaymak istiyordu. Bu nedenle başbakan Erdoğan son günlerde “göz bebeğimiz” dediği TSK’yı “aslanlar gibi” savunmaya başlamıştı.

2- Öyle anlaşılıyor ki, bu yakınlaşma Cemaati ürkütmüş durumda. AKP-TSK uzlaşmasının kendilerinin tamamen ya da kısmen tasfiye edilmesiyle sonuçlanabileceğini düşünen Cemaat, bu durumu ölümcül bir tehdit olarak algılıyor. Çünkü, bu dönemde o kadar suç işlediler ki, sınırlı da olsa eski statükoya geri dönüş halinde bile, bir daha elde edemeyecek şekilde bütün kazanımlarını yitireceklerini ve bir öfke dalgası altında ezileceklerini düşünüyorlar Bu bakımdan geri dönüş eşiğinin aşılmadığı her durumu riskli buluyor, durdukları an düşeceklerini görüyorlar.

3- Bilindiği gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta başında (2 Mayıs Pazartesi) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ile baş başa üç saat süren bir görüşme yapmış, bu görüşmenin ardından Özel ABD’ye gitmişti. Bu görüşme gündeminin Suriye olduğu açıktır.

4- Nitekim Erdoğan geçen hafta sonu yaptığı açıklamada, ittifak antlaşmasının 5. Maddesine gönderme yaparak Suriye’ye askeri müdahale için “NATO’yu göreve çağırabileceklerini” söyledi. Bu madde, NATO üyelerinden birine saldırı yapılması halinde bütün üyelere yapılmış sayılacağını belirtiyor. Bu durumda Türkiye-Suriye sınırında provokatif bir çatışma çıkması halinde bile, bu durum NATO’ya savaş ilanı diye yorumlanabilecek.

5- AKP’nin Ergenekon soruşturmalarıyla amaçlarına büyük ölçüde ulaştığını söylemek mümkündür. Olayların seyrine baktığımızda, gerginliği derinleştirmenin artık bir yarar getirmeyeceğini düşündüklerini de tahmin edebiliriz. Bu nedenle TSK komuta kademesiyle bir mutabakat sağladıkları ortadadır. Ordunun yeni pozisyonu da bu gelişmeyi doğrular niteliktedir.

6- Hatırlanacağı gibi, Genelkurmay geçen hafta üst üste yayımladığı iki bildiriyle laik kimlikleriyle tanınan Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun ve İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal’ı sert şekilde eleştirmişti. Genelkurmay’ın bu açıklaması, TSK’nın AKP hükümetiyle uzlaştığı ve yeni rotasının ilanından başka bir şey değildir. Erdoğan ve AKP TSK’nın bu bildirisini hemen sahiplendi.

7- Bu durumda AKP ve TSK arasındaki yakınlaşmayı kendisi için bir tehdit olarak algılayan Fethullah Gülen Cemaatinin, Özel Yetkili Mahkemeler ve Savcılıklar üzerindeki etkisini kullanarak bu ilişkiyi sabote etmeye çalıştığını düşünmemiz için elimizde yetirince veri bulunmaktadır. Cemaatin Yargı içindeki örgütlülüğünü kullanarak daha önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Başbakan Erdoğan’a karşı operasyon yaptığını biliyoruz.

8- Yukarıda sıralanan nedenlerle hükümet hem Ergenekon soruşturmalarını hem de 28 Şubat operasyonlarını “makul” bir aşamada sonuçlandırmaya çalışıyor ya da böyle bir izlenim veriyordu. 28 Şubat operasyonunda Çevik Bir gibi simgeleşmiş birkaç kişinin tutuklanmasını yeterli gördüğü ortadaydı.

9- Erdoğan son operasyon dalgasına beklenmedik ölçüde sert tepki gösterdi. Sözleri ilginçtir “Bunlar (operasyonlar) artık toplumun huzurunu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur.” Bu sözleri başka türlü yorumlamak mümkün değildir. Açıkça Cemaati hedeflemektedir.

10- Yurt gazetesinde yer alan bir habere (10 Mayıs 2012) göre, “adının açıklanmasını istemeyen bir kaynak” şunları söylüyor: “Cemaat, AKP ile TSK’nın yakınlaşmasından korktu. Bu yakınlaşmayı kendisinin tasfiye edilmesinin yolunu açacak bir tehdit olarak algıladı. Bilindiği gibi Yargıtay Başkanlığı seçimlerinde de Erdoğan’ın desteklediği adayın karşısına kendi adayını çıkardılar. Üstelik seçimi de kazandılar. Son operasyon, TSK ile AKP arasında tesis edilmeye çalışılan güven ortamına büyük zarar verdi.”

AKP-Cemaat ilişkileri bakımından tablo genel çizgileriyle böyle. Türkiye’de muhalefet yapan bütün siyasal güçlerin, dikkate alması gereken gelişmeler bunlar. Ancak, etkili bir toplumsal muhalefet hareketi yükselmeden ve bu muhalefet örgütlü ve devrimci bir kanala akmadan yukarıdaki gelişmelerin kendiliğinden olumlu sonuçlar yaratması mümkün değildir.