Kandil’den dönüş ve Kürt açılımının anatomisi

Türkiye tuhaf bir tarihsel dönemeçten geçiyor. Amerikancı, neo-liberal ve muhafazakâr bir iktidar (siz buna belli rezervlerle İslamcı da diyebilirsiniz), bu ülkenin kadim sorunlarından birine ilişkin kapsamı bilinmeyen, içeriği resmen açıklanmayan bir “açılım” projesini ortaya atıyor ve bu politik hamleye sosyalist solun bazı sektörleri -utangaç biçimde de olsa- büyük bir destek veriyor.

Adına önce “Kürt açılımı”, sonra “Demokratik Açılım” ve nihayet “Milli Birlik Projesi” denilen bu iktidar hamlesini şu ya da bu şekilde eleştirmek, kimi boyutlarına dikkat çekmek, temkinli yaklaşmak, hatta “acele etmeyelim, süreci biraz daha izlemekte yarar var” demek bile neredeyse milliyetçi ve şoven ilan edilmeye yetiyor.

Siyasal ve entelektüel ortam tam anlamıyla terörize edilmiş durumda. Kandil dağından ve Avrupa’dan dönüşü de içine alan bu “açılımın” ABD’nin bölgede kurmaya çalıştığı yeni düzenin bir etabı olabileceğine dikkat çekerek sol güçleri “politik uyanıklığa” davet etmek, gelişmeleri AKP iktidarının erken seçim hesaplarıyla ilişkilendirmek ve Kürt sorununun sınıfsal boyutuna işaret etmek bile söz konusu “milliyetçilik” suçlamasından kurtulmaya yetmiyor.

Oysa PKK’li bir grubun örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın isteğiyle Kandil Dağı’ndaki kamplardan gelerek teslim olması ve ardından serbest bırakılmasıyla giderek hızlanan bu süreç, çok yönlü ve çok katlı bir değerlendirmeyi gerektiriyor.

Aşağıda böyle bir analizi yapmayı denemeye çalışacağım.

1- Öncelikle saptanması gereken şudur Kürt sorunu Amerikancı AKP iktidarının “Milli Birlik Projesi” ile çözülemeyecektir. Çünkü Kürt sorununun esasına ilişkin hiçbir konuda, üzerinde çalışılmış, planlanmış ve ilgili çevrelerle mutabakata dayalı herhangi bir siyasal, hukuksal, idari ve kültürel düzenleme yapılacağına dair bir işaret yoktur. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik talebi, Kürt emekçi ve yoksullarının bütün sınıfsal sorunları olduğu yerde durmaktadır.

2- İnisiyatif, Ortadoğu ve Kafkaslarda Bush sonrası yeni düzeni kurmaya çalışan ABD emperyalizminin ve genel olarak Batı’nın elindedir. ABD, Irak işgali sonrasında bölgede çıkarlarını garanti edecek, görece istikrarlı bir siyasal düzenleme yapmaya çalışmaktadır. Bunun için Kürt sorununu negatif olarak çözmüş bir Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır. Çünkü ABD, İslam ve Arap dünyasında tecrit olmanın eşiğindedir ve bu dünyaya Türkiye üzerinden yeniden ulaşmayı denemektedir.

3- Bölgede politik istikrarın oluşturulması ve Arap dünyasında güven tazelemek için İsrail’in de, deyim uygunsa şımarıklıklarına son vermek gerekmektedir. Bu nedenle, geçmişte olduğu gibi bazı oldubittilerle karşı karşıya kalmamak için İsrail de Türkiye eliyle terbiye edilmeye çalışılmaktadır.

4- Kürt sorununa ilişkin inkâr ve imha politikasını aşamayan Türk milliyetçiliği yenilgiye uğramıştır. Bu anlamda Kürt sorununda inisiyatifin, yakın tarihte hiçbir iktidarla karşılaştırılamayacak ölçüde AKP’nin eline geçtiği görülmektedir. AKP’nin sadece “anneler ağlamasın” retoriğiyle bu pozisyonu elde etmesi ve “hayırlara vesile olur” diye bu hamleye karşı neredeyse bütün eleştirilerin geri çekilmesi anlaşılır gibi değildir. Taraf gazetesinin 21 Ekim 2009 tarihli sayısındaki “Biji Tayyip Erdoğan” sürmanşetindeki şarlatanlık bu bakımdan anlamlıdır ve uyarıcı olmalıdır.

5- Sağlı sollu Türk milliyetçiliğin yenilgiye uğradığı bu tarihsel dönemeçte sol’un sözünü söyleyebileceği, Kürt sorununda emekçi çözümünü toplumun ve ülkenin gündemine taşıyabileceği koşullar her zamankinden daha uygundur. Liberalizm ve milliyetçilikle lekelenen sol’un ve entelektüel ortamın “temizlenmesi” için de şartlar giderek daha elverişli hale gelmektedir.

6- Diğer taraftan on yıllarca varlığı inkâr edilen, dili yasaklanan, ezilen, horlanan, katliamlara uğrayan ve sürülen Kürt aydınlarının, emekçilerinin ve yoksullarının kimi ulusal ve kültürel taleplerinin karşılanacağına ilişkin çok güçlü bir beklenti oluşmuştur. Bu beklentinin derin bir hayal kırıklığıyla sonuçlanma olasılığı yüksektir. Ancak çatışmaların sona ermesi, dökülen kanın durdurulması her şeye karşın iyi ve önemli bir gelişme olacaktır. Ve fakat eğer söz konusu edilen güçlü beklentiyle orantılı somut bir gelişme yaşanmaz ise, bu hayal kırıklığı çok daha sert bir çatışma ve toplumsal parçalanma ortamının oluşmasına da yol açabilecektir.

7- Yukarıda konulan bütün rezervleri unutmadan belirtmek gerekir ki, PKK ve Abdullah Öcalan, dağdaki ve kamplardaki militanların “dönüşü” sağlamak ile hem inisiyatifi ele geçirmeye çalışmakta hem de AKP iktidarını bir samimiyet testine tabi tutmaktadır. Bu bakımdan “dönüş” hamlesi ve sonuçları dikkatle izlenmelidir.

8- PKK, çıkış ilkeleri ve kuruluş programından büyük ölçüde uzaklaşmış, ayrılık ve bağımsızlık taleplerini geri çekmiştir. En azından orta vadeli politik programını sistem içi idari ve kültürel taleplerle sınırlayan PKK’nin bu program için silahlı mücadele yürütmesinin anlamı ve gerekçesi kalmamıştır. Bu bakımdan PKK her gelişmeyi ve her politik fırsatı “siyasallaşma” diye kodlanan meşrulaşma için değerlendirmeye çalışmaktadır. Bu tutum, iktidarlardan gelen her çağrıya gereğinden ve kapsamından daha büyük bir değer verilmesine yol açmaktadır.

9- Çatışmaların durması, siyaset alanının kaçınılmaz olarak genişlemesi anlamına da gelecektir. Bu durumda sınıfsal taleplerin öne çıkması kaçınılmazdır. Bu olgu hem Kürt milliyetçiliğini geriletecek hem de Kürt hareketinde bir ayrışmaya yol açabilecektir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türk egemen sınıflarıyla ittifak ve işbirliği içinde ülkeyi yöneten Kürt burjuvalarına, toprak ağalarına ve bölgedeki gerici şeyhlik düzenine karşı mücadeleyi yükseltmenin şartları da yeniden olgunlaşacaktır. Dolayısıyla Kürt solunun önünün açılabileceği yeni bir döneme girme olasılığı da hesaba katılmalıdır.

10- ABD, Türk Devleti ve AKP iktidarı, bir yandan Kürt sorununun negatif çözümünü zorlar ve bir şekilde ülkede politik istikrarı sağlamaya çalışırken, diğer yandan da bu sürecin kontrolsüz bir demokratikleşmeye yol açmasını önlemek için ellerinden geleni yapmaktadır. Çünkü böyle bir gelişme Soğuk Savaş artığı ve tutucu devlet yapılanmasında bir çözülmeye yol açarak bütün sınıfsal dinamikleri harekete geçirme potansiyeline sahiptir. Bu bakımdan sol’un önünde de hem “Kürt açılımı” denilen sürecin gerici ve emperyalist karakterini eleştirme görevi hem de süreci derinleştirerek inisiyatifi ele geçirme olanağı vardır. Böylece sol, bir hayal kırıklığıyla sonuçlanma olasılığı bulunan “açılım” girişiminin yaratacağı sorunlara da hazır olacaktır. Ayrıca sol, barış talebinin bu kadar yükseldiği bir dönemde söz konusu dalga karşısında yanlış mevzide ve gereksiz yere direnmeye çalışarak sürecin dışına düşme tehlikesini de yaşamayacaktır.

11- Bu sürecin şoven Türk milliyetçiliğinin yeni bir yükselişini beraberinde getirme olasılığı da çok yüksektir. Kışkırtılan kitlelerin çatışmayı sokağa ve toplumun derinliklerine doğru taşıma tehlikesine karşı uyanık olunmalıdır. Milliyetçi baskı ve saldırganlığın tırmanması, Kürt halkının çözüm heyecanının kesintiye uğratılması riskini büyütecektir. Bu tehlike karşısında sol, avadanlığında bulunan enternasyonalist ve sınıfsal bir yaklaşımla ilerici birlik ve kardeşlik projesini yükseltmeli ve milliyetçi saldırganlığın önünde barikat oluşturmalıdır.

12- Unutulmamalıdır ki, Kürt sorunun şu ya da bu şekilde (negatif ya da pozitif) çözümü genel olarak Türk halkının, özel olarak da Türk aydın, işçi ve emekçilerinin bu davaya kazanılması ve desteğiyle mümkündür. Dolayısıyla bu süreci ilerletmek ancak Türkleri de dikkate alan bir yerden kurulacak politikalarla mümkündür. Bu hassasiyetin gözetilmesi çözümün olmazsa olmazıdır. Gelgelelim, sürecin aktörlerinin bunun farkında olduğu pek söylenemez. Bu boşluğu sol doldurmaya çalışmalıdır.

13- Ve nihayet “Kürt açılımı”, Ermenistan’la ilişkilerin geliştirilmesi, Alevi Çalıştayı düzenlenmesi vb. gibi iktidar çıkışlı politik hamleler, ekonomik krizin yıkıcı etkilerinin daha somut biçimde görüleceği 2011 yılından önce AKP’nin baskın bir erken seçim yapma hesaplarıyla da ilişkili olarak değerlendirilmelidir.