Hrant Dink'i kimler neden öldürdü?

Hrant Dink cinayetinin üzerinden üç yıl geçti. Yine televizyon ekranlarından, gazete sütunlarından bu cinayete dair klişe değerlendirmeler, keskin yorumlar ve "derin" analizler yapıldı. Dink'in öldürülmesinden sonra oluşan, daha doğrusu oluşturulan hava değişmemişti. Ortak denilebilecek yaklaşım şuydu Dink'i, Türkiye'de kaos ortamı yaratarak askeri darbe koşullarını oluşturmak isteyen milliyetçi ya da "ulusalcı" denilen güçler öldürtmüştü.

Anma etkinliği için 19 Ocak günü Agos gazetesinin önüne gelenlerin büyük çoğunluğunun da aynı kanıda olduğu anlaşılıyordu. Protesto eylemine katılanlar bu cinayetin, Ergenekon soruşturmasının işaret ettiği güçler ya da onların nüfuzu altındaki çevreler tarafından işlenmiş olduğuna neredeyse emindi.

Haksız da sayılmazlardı. Çünkü cinayetten önce Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz gibi kişilerden oluşan mafya kırması, ırkçı ve faşist bir çevre tarafından Hrant Dink'e yönelik bir kampanya yürütülmüş, "Türklüğe hakarat ettiği" ileri sürülmüş ve bu nedenle hakkında dava açılmıştı. İlk ve kaba analizde, dahası kamoyunda oluşan ön algıda Dink'in böyle bir çevre tarafından öldürülmüş olabileceği akla yakın bir değerlendirmeydi. Ama ilk analizde...

Evet, gerçekten de bu böyle bir yapılanmanın ya doğrudan örgütlemesi, ya yönlendirmesi ya da politik etkisiyle böyle bir cinayet işlenebilirdi. Susurluk artığı bu çevrenin sicili de böyle bir cinayetin işlenmesine uygundu.

Eğer durum böyleyse mesele yoktur. Zaten bize üç yıldır egemen medya aracılığıyla vaaz edilen, en yetkili ağızlardan söylenen şey budur ve açılan dava da bu yönde ilerlemektedir.

Peki ya öyle değilse... Ya Hrant Dink, AKP ile ittifak içinde olmanın ötesine geçerek artık onunla iktidar ortağı olan Fethullahçı güçlerin/istihbaratçıların planlı yönlendirmesi veya "yol vermesi" sonucu öldürülmüşse...

İşte o zaman, ülkenin geleceğini düzenlemeye yönelik bütün bir kurgu, bir dizi örtülü operasyon ilk elde çökmese bile büyük yara alamayacak mıdır?

Bu nedenle okuduğunuz yazının başlığındaki soru ve ona verilecek yanıt çok önemlidir. Çünkü bilimsel bir analizin ilk adımı akılcı kuşkudur. Öyle ki, -abartılı gelebilir ama- içinden geçtiğimiz bütün bir dönemi aydınlatacak, yeni liberal-islamcı tarih kurgusunu yıkacak ve kurulmak istenen yeni rejimin niteliğini/rengini açığa çıkarak şeyin, bir anlamda (bütünüyle olmasa da) bu soru ve ona verilecek yanıtta gizli olduğu söylenebilir.

Sahi cinayeti işleyenler kimlerin adamıydı?
Şimdi (konuyu yakından izleyenlerin de bildiği) bazı olguları sıralayalım ve başlıktaki sorunun yanıtını arayalım

1-Hrant Dink'i vuran Ogün Samast'ın azmettiricisi suçlamasıyla tutuklanan Erhan Tuncel polis muhbiridir. Diğer azmettirici Yasin Hayal de Tuncel üzerinden polisin denetimindeki bir islamcı faşist eylemcidir. Bu iki isim, Türk-İslam sentezcisi Büyük Birlik Partisi'nin (BBP) gençlik örgütü Alperen Ocakları'ndan devşirilmiştir. Ogün Samast da aynı çevreye mensuptur. Bu tip eylemlerde kullanılan tetikçilerin (Danştay Cinayeti ve Malatya Zirve Yayınevi katliamında da olduğu gibi) genellikle bu çevreden seçildiği dikkat çekmektedir. Çünkü bu çevre hem ilkel ve saldırgan bir milliyetçi-faşist dokuya hem de hilafetçiliğe varan bir islamcı eğitime sahip olduğu için uygun bir kaynak oluşturmaktadır.

2-Erhan Tuncel'i polise istihbarat elemanı olarak alan kişi, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek'tir. Erhan Tuncel, bu hizmetleri karşılığında Emniyet bütçesinden ücret almaktadır. Erhan Tuncel, Yasin Hayal tarafından Trabzon'da bombalanan McDonald's eyleminin de azmettiricisidir. Yine kesinleşen bilgilere göre, bu eylemde bombayı hazırlayan kişi Erhan Tuncel olmasına karşın, Ramazan Akyürek'in teklifiyle polis muhbirliği karşılığında bu suçtan kurtulmuş, diğer bir ifade ile deliller karartılarak devşirilmiştir.

3-Ramazan Akyürek'in, Emniyet içindeki Fethullahçı örgütlenmenin pilot kabininde bulunan isimlerden biri olduğu belirtilmektedir. AKP hükümeti tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı yapılmıştır.

4-Ramazan Akyürek, İstanbul'da görev yaptığı dönemde resmi sicil dosyasında Fethullahçı olduğu yazan ve bu nedenle 100 üzerinden 35 not verilen tek polis şefidir. Kendisi bu sicil notuna karşın -ki yerleşik teamüllere göre mümkün değildir- uzun süre Emniyet'i yöneten üst düzey ekip içinde yer almıştır.

Fethullahçı polisler Dink cinayetini biliyordu
5-Hrant Dink'in öldürüleceği Ramazan Akyürek'e istihbarat elemanı Erhan Tuncel tarafından ihbar edilmiştir. Önce tetikçi olarak Yasin Hayal'in belirlendiği, ancak bu kişinin yaşının büyük olması nedeniyle (yüksek ceza alabileceği için) vazgeçildiği, ardından Ogün Samast'ın cinayet için yönlendirildiği istihbarat notlarında yer almış, ancak bu raporlar davaya bakan mahkemeye gönderilmemiştir. Polise, Dink'in öldürüleceğine ilişkin gelen ihbar sayısının tam 17 olduğu ortaya çıkmış, ancak bu yoğun ihbara karşın hiç önlem alınmamıştır. Öyle ki, Ramazan Akyürek tarafından "yüksek gizlilik derecesi" bulunduğu gerekçesiyle mahkemeye verilmeyen bir istihbarat notunda, Ogün Samast'ın cinayeti işlemek üzere İstanbul'a geldiğinin ve kendisinin arkadaşları tarafından karşılandığının bilindiği bile ortaya çıkmıştır. Dahası bu raporda, Samast'ın cinayetten iki gün önce takibe alındığı da belirtilmiş ve fakat her nasılsa cinayet önlenememiştir.

6-Cinayet ihbarı Trabzon'dan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne de iletilmiştir. Ancak İstanbul İsthbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in (İstihbarat Daire Başkanlığı C-Şubesi eski Müdürü) bu ihbarın gereğini yapmadığı anlaşılmaktadır. Ali Fuat Yılmazer'in de Emniyet'teki Fethullahçı yapılanmanın önemli isimleri arasında bulunduğu belirtilmektedir. Bu konuda, 2006 yılında dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından Dr. Necati Altıntaş ve Personel Daire Başkanı İbrahim Selvi tarafından hazırlanan "Emniyet'teki F-Tipi Yapılanma" başlıklı raporda yeralan liste çok önemlidir. İlk kez bu raporda "F-Tipi yapılanma" deyimi kullanılmıştır. Listeyi hazırlayan her iki emniyet müdürü hakkında soruşturma açılmış ve görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Ardından da listenin "işleme konulmaması" kararlaştırılmış ve "yok hükmünde" sayılmıştır.

7- Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Necati Altıntaş, Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na da gönderdiği listenin ön yazısında, "Sayın Savcım Malumunuz İstihbarat tamamen Fethullahçıların kontrolünde olduğundan sizden ricam listeyi ilgili kurumlara gizlilik içinde iletmeniz. Bu bilgi notunu ise okuduktan sonra imha etmenizi istirham ediyorum" demektedir. Necati Altıntaş gibi döneminin en önemli üst düzey emniyet müdürlerinden birinin duyduğu bu kaygı, durumun hangi aşamada olduğunu göstermesi bakımından çarpıcı bir belgedir.

Polisin sorumluluğu gizleniyor
8-Hrant Dink'in eşi Rakel Dink ve bir kısım aile üyesi, avukatları aracılığıyla, 15 Mart 2007 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığa verdikleri dilekçede, cinayette ihmali görülen ve genellikle Fethullahçı olarak bilinen polisler hakkında soruşturma açılmasını istemelerine karşın, gereği yerine getirilmedi. Ancak bu dilekçenin verilmesinden yaklaşık 3 ay sonra ilginç bir gelişme oldu ve Yasin Hayal'in avukatı Fatih Çakır 26 Haziran 2007 tarihinde bir ihbarda bulundu. Avukat Fatih Çakır bu ihbar mektubunda, Hrant Dink cinayetinde polisin rolüne dikkat çekerek soruşturma açılmasını istiyordu. İşte polisler hakkındaki soruşturma ancak bu ihbar üzerine açıldı.

9-Cinayetin işleneceğinin ihbar edildiği ortaya çıkınca bu konuda sadece Trabzon Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz ve Jandarma İstihbarat Şube Müdürü bir yüzbaşı ile bir astsubay suçlandı. Jandarma'ya da cinayetin ihbar edildiği doğruydu. Jandarma'nın ağır bir ihmal suçu işlediği ve sorumluluğunu yerine getirmediği anlaşılıyordu. Trabzon Valisi, Jandarma müfettişinin aykırı görüşüne karşın Savcılığın talebi doğrultusunda adı geçen Jandarma personeli hakkında hemen soruşturma izni vererek yargılanmalarını sağladı. Karar yerinde ve doğruydu. Oysa aynı Savcılık, Emniyet Müdürleri Ramazan Akyürek ve ekibini de suçlamasına karşın Trabzon Valiliği (kendi sorumluluk dönemiyle ilgili olarak) bu kez yargılanma izni vermeyecekti. Jandarma yargılanıyor, polis ise korunuyordu.

10-Ancak daha sonra idari soruşturma başlatan Mülkiye Müfettişleri'nin raporunda Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer ve diğer Fethullahçı polis şefleri açıkça suçlanacaktı. Bu raporda ağır ihmalle suçlanan diğer polisler ise şunlardı Trabzon Terörle Şube Müdürü Yahya Öztürk, İstihbarat Şube Memuru Muhittin Zenit, aynı şubeden Polis Memuru Tevfik Cantürk, Emniyet Amiri Ercan Demir, İstihbarat Şube Komiseri Hüseyin Yılmaz, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı, yine İstihbarat Şube Müdürlerinden Engin Dinç, Komiser Yardımcısı Özkan Mumcu, Polis Memuru Mehmet Ayhan.

Sürpriz isim Reşat Altay kıdemli kortrgerillacı
11-Teftiş Kurulu raporlarında ilginç bir isim daha bulunuyordu. Ramazan Akyürek'in İstihbarat Daire Başkanlığı'na getirilmesinden sonra Trabzon Emniyet Müdürlüğü'ne atanan (2006) Reşat Altay... Bu isim ilginç olduğu kadar önemli de. Çünkü Reşat Altay, 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nden topluca çıkan solcu öğrencilerin üzerine Beyazıt Eczacılık Fakültesi önünde bomba atılarak yapılan katliam sırasında üniversitenin güvenliğinden sorumlu komserdi. Reşat Altay, ülkücülerin gerçekleştirdiğiı bu katiamı organize etmekle suçlanan ve adı kontrgerilla operasyonları ile anılan bir polisti. Bu katliam nedeniyle soruşturma geçirmesine karşın emniyet içinde hızla yükselerek önce Bursa ardından da Burdur İl Emniyet Müdürü oldu. Son görevi Dink Cinayeti döneminde Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü'ydü. 12 Eylül öncesinde gerçekleştirilen en büyük faşist katliamlardan biri olan ve bir Kontrgerilla operasyonu olduğundan kuşku duyulmayan bu saldırıda, tam 8 devrimci yaşamını yitirmiş, 50 kişi de yaralanmıştı.

12-Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından yapılan bir başka inceleme sonucu hazırlanan raporda başta Ramazan Akyürek olmak üzere ilgili polisler hakkında soruşturma açılması için istendi.

13-İşin ilginç tarafı bu dönemde yandaş ve İslamcı medya ile liberal yazıcılar tarafından, Jandarma'nın ihmali ve istihbarat zaafı hakkında yoğun bir yayın yapılırken -ki hiç itirazım yok- polisin bu cinayetteki rolünden ise neredeyse söz edilmedi. Bunlar arasında en ilginç olanı Taraf gazetesiydi. İnanılır gibi değil ama Taraf gazetesi, Teftiş Kurulu raporlarını polislerle ilgili bölümleri çıkarılarak ve sadece Jandarma'yla ilgili bölümleri alınarak yayımladı.

Aynı ekip Ergenekon soruşturmasını yürütüyor

14-Hrant Dink cinayetinde "görev ihmali" görülen polis şeflerinin çok önemli bir başka özelliği daha vardı Emniyet'teki bu Fethullahçı ekip Ergenekon soruşturmasını yürütüyordu. Yani, telefon dinlemeleri dahil bütün teknik takip işlerini yürütüyor, bilgi ve belge topluyor, gerektiğinde belge düzenliyor, bazı belgeleri icabında gizliyor ve savcılık iddianamesinin esasını teşkil eden fezlekeleri yazıyordu. Hatta çok sayıda avukatın ve sanığın iddiasına göre, savcılık iddianamelerini de doğrudan bu ekip hazırlıyordu. Öyle ki, polis belgelerindeki imla hataları bile -ki çok fazladır- olduğu gibi savcılık iddianamelerinde yer alıyordu.

15-Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun raporu ve muhalefetin baskısı sonucu Başbakan Erdoğan, sonunda Ramazan Akyürek hakkında soruşturma iznini vermek zorunda kaldı. Çünkü ilgili yasa gereği üst düzey bürokratların soruşturulması başbakanın ya da ilgili bakanın iznine bağlı. Sonuçta Akyürek 5 ay önce İsthbarat Daire Başkanlığı'ndan da alınarak merkezde kızak bir göreve çekildi. Reşat Altay ise İstanbul'a polis müfettişliğine (yine kızak görev) getirildi. Ancak başta Ali Fuat Yılmazel olmak üzere diğer isimler yerlerinde kaldı.

16-Öyle anlaşılıyor ki, Emniyet'teki Fethullahçı ekip, AKP hükümetini de zor duruma düşürecek, dahası yürütülen tarihsel projeyi tehlikeye atacak şekilde yer yer özerk hareket etmeye başlamıştı. Bu nedenle Başbakan Erdoğan, uzun süre direnmesine karşın soruşturma iznini vererek sorumluluktan kurtulmak istemiş olabilirdi.

17-Fakat kimi bilgilere göre, İçişleri Bakanlığı Müfettişleri ya da Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu tarafından şu günlerde adı geçen Fethullahçı ekip hakkında (Dink cinayetiyle ilgili) yeni bir rapor hazırlanıyor. Bu çalışmada, daha önce hazırlanan raporların "boşa çıkarılmaya" ve Fethullahçı polis şeflerinin aklanmaya çalışılacağı belirtiliyor.

Hrant Dink 'proje' için en uygun hedefti
Toparlarlarsak

a-Hırant Dink cinyeti, yandaş ve islamcı medyanın yoğun propagandası sonucu bütün tersine verilere karşın şimdilik "ulusalcı" diye bilinen çevrelerin üzerinde kaldı. Entellektüel ortama hakim olan liberal zihniyet de böyle bir algının oluşmasına büyük katkıda bulundu. Dönemin yükselen milliyetçi atmosferi de bu algıyı kolaylaştırdı ve pekiştirdi.

b-Oysa, bizatihi bu milliyetçi ortamın kendisinin, Hıristiyan ve Ermeni asıllı solcu bir gazeteciyi "ulusalcı" denilen muhalefeti lekelemek ve tasfiye etmek gibi bir amaç için uygun bir hedef haline getirdiği de düşünülebilirdi.

c-Çünkü Hrant Dink'in öldürülmesi Ergenekon operasyonunun fitilini ateşleyici bir etki yaratmış ve kamuoyu nezdinde bu operasyona önsel olarak önemli bir meşruiyet kazandırmıştı. Dolayısıyla Hrant Dink cinayeti AKP-Cemaat ittifakının devleti el geçirme ve rejimi dönüştürme projesine paha biçilemez bir katkıda bulunmuştu.

d-Kuşkusuz eldeki verilere karşın, yukarıdaki analizde ortaya konulanlar da hala "iddia" düzeyindedir. Ancak bu iddia kanıtlandığı taktirde polisteki Fethullahçı yaplanma büyük bir darbe yiyecek, belki de çözülecektir. Bu durumda, aynı ekip tarafından yürütülen ve yönlendirilen Ergenekon soruşturmasının da büyük bir yara alacağı açıktır. Bu ekibin, amaçlarına ulaşmak için cinayete varan suçların işlenmesine "yol verdiği", sahte belge ürettiği, mahkemeleri yanılttığı, örtülü operasyonlar düzenlediği kanıtlanmış olacaktır. (Yeraltı dünyasında da yaygın şekilde kullanılan "yol vermek" deyiminin, polis bir suçun işlemesine göz yumması, kolaylaştırması ya da uygun şartları hazırlaması gibi anlamları vardır.)

e-Ve nihayet Hrant Dink olayındaki bütün olup bitenler Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu cinayetini hatırlatmaktadır. Fethullahçı örgütlenme hakkında araştırma yapan, bu örgütün çalışma yöntemleri (sahte belge üretmek, şantaj yapmak, teknik takip yürütmek, telefon dinlemek, sahte tanık üretmek, sahte ihbar mektupları yazmak, seks kasetleri hazırlamak, yargıç satın almak ya da kiralamak, sahte delil oluşturmak ve gerektiğinde cinayet işletmek gibi yöntemler) hakkında rapor hazırlayan Hablemitoğlu, Ankara DGM'de Fethullahçı örgütlenme hakkında açılan davaya bilirkişi olarak çağrıldığı dönemde öldürülmüştü.