Halep sokaklarında kim savaşıyor?

Türkiye’nin tam merkezinde bulunduğu bölgede dünya savaşına yol açabilecek bir yangının fitili ateşlenmek üzere. Türkiye’yi yöneten AKP, kendisini iktidara getiren ve orada tutan güçlerine diyetini ödemek ve kendi dar “ideolojik” hedeflerine ulaşmak için hem bu ülkeye halkına hem de bölge halklarına ihanet ediyor. AKP hükümeti fitili ateşleyecek meşaleyi elinde tutuyor.

Hatay küresel cihatçıların merkezi haline geliyor. Arap dünyası ve Türkiye dâhil bütün Müslüman toplumlar bir önceki çağın değerleri ve kurumları üzerinden parçalanıyor. Geniş Ortadoğu halkları dar anlamda etnik ve dinsel kimliklerine iade ediliyor. Etnik ve dinsel bakımlardan küçük, güçsüz ve denetlenebilir homojen ülkeler oluşturma projesi ilerliyor. Ortada ne Arap ne de Müslüman kalıyor. Toplumsal sınıflar parçalanıyor ve Sünniler Şafiiler, Vahabiler, Şiiler, Nuseyriler, Aleviler dünyası oluşuyor.

"Modern Türkiye" hızla kendisini inkar eden bir noktaya doğru savruluyor. Uzun ve acılı bir intihar süreci başlıyor.

***

ABD ve Batıda tasarlanan projeye uygun şekilde, Türkiye, bir ılımlı İslam rejimi olarak bütün bölgeye model diye sunuluyor. Körfez Ülkeleri ve Suudi Arabistan rejimlerinden farklı olarak Türkiye üzerinden hem sandığa dayalı ve Batı yanlısı hem de İslami referanslara yaslanan bir rejim olabileceği gösteriliyor.

Ancak, bir siyasal hareket olarak AKP ve hükümeti, Geniş Ortadoğu’da liderlik kapasitesini şaşırtıcı bir hızla yitiriyor. AKP, bölgede köklü bir siyasal islamcı hareket olan Müslüman Kardeşler’in kolu haline geliyor.

Türkiye’nin ardından bütün Arap dünyasında da yıkılan “Birinci Cumhuriyetler”de Müslüman Kardeşler iktidara geliyor. Durum böyle olunca, modern kurumlarını ve değerlerini kaybeden gerçekte Türkiye (orta vadede) model olmaktan çıkıyor. Kaçınılmaz olarak 1500 yıllık kurumlara dayanan daha köklü hareketler öne çıkıyor.

Çoğunlukla 20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan ve genellikle Türkiye modelini tekrarlayan Arap aydınlanması ve modernleşmesinin ürünü olan seküler ve yarı seküler rejimler yıkılıyor. Modernleşme deneyimi başarısızlıkla sonuçlanan Müslüman ülkeler, deyim uygunsa geçen yüzyılın başına iade ediliyor.

Arap dünyasını saran karşı devrimci dalga, çoğu kez arkasına bir kitle desteği alıyor gibi (Tunus) görünse de, genellikle darbe, doğrudan işgal (Irak) ya da emperyalizminin desteğindeki (Libya) kanlı iç savaşlar (Suriye) aracılığıyla ilerliyor.

***

İmam Gazali’nin "aklı" değil "nakli", yani vahiyi esas alan, felsefeyi kafirlik sayan, insan aklına ve bilime ancak nakledilen kutsal sözün sınırları içinde hareket izni tanıyan doktirinini benimsemiş Müslüman kitleler bu tercihlerinin cezasını çekiyorlar.

Geri kalmışlıkları ve çektikleri bütün acıların nedenini İslam’dan uzaklaşmaya bağlayan, dolayısıyla çareyi daha fazla dine sarılmak olarak gören siyasal islamcılar ve ulema Müslüman dünyanın kendi Ortaçağını aşma şansını da elinden alıyor.

Arap ulusculuğu ve modernleşmesinin yozlaşmış rejimler ve işbirlikçi sınıfların elinde başarısızlığa uğraması, zaten inanç dünyasından akıl dünyasına geçememiş geniş Müslüman kitlelerin kolaylıkla siyasal İslamın denetimine girmesini sağlıyor.

Müslüman kitleler tam bir akıl dışılık altında, formel mantığa bile aykırı olan tuhaf bir açmaz yaşıyor. İmam Gazali’nin yolundan giden müslümanlar kurtuluş için daha çok dine sarıldıkça daha koyu bir karanlığın içine yuvarlanıyor ve orada acılar içinde kıvranıyorlar. Çare olarak yine ve daha fazla dine sarılmaktan başka yol bulamıyorlar.

Işte bu kısır döngüyü aşmayı deneyen ülkeler o nedenle birer örnek olmaktan çıkarılıyor. Bu ülkeler arasında kuşkusuz en başarılı ve öncü örnek, bütün eksiklikleri ve sınırlılıklarına karşın Cumhuriyet Türkiye’siydi. Böyle olduğu için önce onu yıktılar.

***

İnsanlığa verebileceği hiçbir şey kalmayan edebiyatı tükenen, yozlaşan, çürüyen ve sadece tarihsel bakımdan değil, güncel olarak da gericileşen servetini, refahını ve bir sınıf olarak varlığını hukuki, siyasal, felsefi ve ahlaki olarak açıklama yeteneğini yitiren küresel sermaye, insanlığı bir önceki çağın değerlerine iade etmeye çalışıyor.

Teknolojik bakımdan ileri ve fakat teolojik literatüre ve kurumlara dayalı yeni bir Ortaçağ inşa ediliyor. İnsan aklını yeniden teslim almaktan başka çare bulunamıyor. Kapitalizm bütün kurumlarıyla tükeniyor. Ancak, insanlık tarihsel bir atılımla kapitalizmi aşamadığı sürece, gezegen durdurulamaz şekilde yok olmaya doğru gidiyor.

İnsanlık hem başarısız sosyalizm deneyimlerinin acısını hem de sosyalizmden bu kadar kolay vazgeçişinin ya da ona yeterince sahip çıkmayışının cezasını çekiyor.

Suriye’nin direnişi bu bakımdan önem taşıyor. Çünkü Suriye’de emperyalizm ve gericiler kazandığı taktirde insanlık kaybedecek. Bütün kusurlarına karşın BAAS ve Esad kazandığında insanlığın biriktirdiği bütün ilerici değerler kazanacak.

Doğuyu Ortaçağa iade edecek gerici dalga ya Halep sokaklarında kırılacak ya da Halep Ortaçağa açılan en büyük zulüm kapısı olacak.

Gerçekte Halep’te savaşan İmam Gazali ile İbni Rüşt’tür. Bin yıllık bir savaş bu. Emperyalistlerin bir kez daha İmam Gazali’nin kazanmasını istediği bir savaş.