Gerici/emperyalist 'açılım' siyasetinin iflası!

Kürt sorununu gerici yoldan çözmeye çalışan, başka bir anlatımla Türkiye'nin bir "Ilımlı İslam Cumhuriyeti" yönünde dönüştürülmesi projesinin önünü, (bölgesel bağlamının yanı sıra) ülkedeki en önemli muhalefet potansiyellerinden birini oluşturan Kürt hareketini yedekleyerek açmayı hedefleyen Amerikancı ve Barzanici stratejik planlama, daha yolun başında çökmüş görünüyor.

Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılması Kürt kentlerinde giderek isyana dönüşen toplumsal tepki yayılma eğilimi gösteren kitlesel çatışma olayları İstanbul, Diyarbakır ve Muş'ta ölümler ve yaralanmalarla sonuçlanan milliyetçi ve faşist saldırılar, "öfkeli" Kürtlerin bütün Türkleri düşman gibi görmeye başlaması ülkeyi tehlikeli bir iç savaş iklimine doğru taşımaktadır.

Bu konuda 29 Mayıs 2009 tarihli, "Kürt Sorununda 'Tarihsel Fırsat' Ne Anlama Geliyor?" başlıklı* yazımda da temel çizgileriyle analiz etmeye çalıştığım gibi Irak'tan çekilme hazırlığı yapan ABD, ortaya çıkacak boşluğu Türkiye'nin katkısıyla doldurmayı ve bu yolla Irak üzerindeki kontrolünü işgal sonrasında da sürdürmeyi hedefliyordu. Bu planın uygulanması için Türkiye'nin Kürt sorununu "bir şekilde" çözmesi, görece istikrarlı ve "güçlü" bir Türkiye (hükümeti) oluşturulması, Irak hükümeti ve Irak Kürt Yönetimi ile işbirliği yapabilmesi için uygun koşulların yaratılması gerekiyordu.

Bu amaçla, başta İslamcı ve muhafazakar çevreler olmak üzere sağlı-sollu liberallerin de büyük desteğiyle AKP Hükümeti, ABD, Irak Merkezi Yönetimi ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi arasında yapılacak işbirliğiyle yaşama geçirilecek bir proje gündeme getirildi.

Bu projenin esasını, Kürt sorununun çözümünde ana taraflardan biri olan PKK'nin sürecin dışında tutulması oluşturmaktaydı. Bu amaçla, henüz kamuoyunda "açılım" sözü telaffuz bile edilmeden aylarca önce PKK'nin kitle tabanını denetleyen ve yönlendiren sivil/legal örgütlenmelerine yönelik yaygın bir polis operasyonu gerçekleştirildi. Söz konusu operasyon sırasında aralarında DTP'nin üç genel başkan yardımcısının ve bir dizi paralel legal örgütün yöneticilerinin de bulunduğu yüzü aşkın Kürt politikacı tutuklandı ya da gözaltına alındı. Hatırlanacağı gibi AKP yöneticileri bu operasyonların amacını "DTP'yi PKK'dan kurtarmak" diye açıklamıştı. Planın özünü deşifre eden kilit söz de işte bu açıklamaydı. Öyle anlaşılıyor ki, DTP'yi terbiye etme girişimi, PKK'nin müdahalesiyle başarısızlığa uğradı.

Analizi biraz genişleterek belirtirsek, son 30 yıllık yakın siyasal tarihin ortaya koyduğu gerçek şudur PKK Türkiye Kürtlerinin tartışmasız siyasal temsilcisidir. Ne denirse densin realite budur. Dolayısıyla PKK'nin Türkiye Kürtleri üzerindeki etkinliği kırılmadan, kitle bağları kesilmeden, dahası emperyalizm ve AKP hükümetiyle işbirliğine yatkın yerel bir güç oluşturulmadan planlanan çözümün hayata geçirilmesi imkânsızdı.

İşte bugün yaşanan krizin ve açılım siyasetinin iflas etmesinin asıl nedeni, böyle bir işbirlikçi yerel gücün, muhatap alınacak sistem içi bir siyasal oluşumun yaratılması girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasıdır. PKK ve Abdullah Öcalan'ı tasfiye ederek Kürt sorununu çözme siyaseti çökmüştür.

Hatırlanacağı gibi, PKK'nin Tokat Reşadiye'de gerçekleştirdiği ve 7 askerin ölümüyle sonuçlanan saldırı, AKP hükümetinin sözcüleri, bazı DTP yöneticileri, islamcı ve liberal kanaat önderleri/gazeteciler tarafından hemen "karanlık" bir eylem ve provokasyon diye değerlendirildi. Dahası büyük bir acelecilikle bu saldırı çözüm karşıtı devlet güçlerinin, örneğin Ergenekoncuların yaptığı bir eylem olarak nitelendirildi. Burada DTP yöneticilerinin traji-komik bir duruma düştüklerini tahmin etmek zor değil.

Ne demeli, tam bir siyasi körlük!

Yine bilindiği gibi, olaydan üç gün sonra PKK, "yerel bir birimin inisiyatifiyle" de olsa, saldırının kendileri tarafından gerçekleştirildiğini duyurarak eylemi üstlenmesi, bütün bir mahafazakar-liberal kurguyu dağıttı. Gelgelelim AKP yöneticileri, liberaller, muhafazakarlar, hatta kimi DTP'liler yine de bu eylemin PKK tarafından gerçekleştirildiğine inanmakta zorluk çekiyorlar. Oysa Reşadiye'de gerçekleştirilen saldırı çok açık ki, PKK ve Öcalan'ın kendilerini dışlayan, DTP'yi "terbiye" etmeyi ve yedeklemeyi hedefleyen açılım siyasetine karşı gerçekleştirilmiş bir eylemdir. Ve öyle anlaşılmaktadır ki, bu eylem sonuç almıştır.

Reşadiye olayının hemen ardından DTP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması, artık bir ABD projesi olduğu kuşku götürmeyen açılım siyasetinin tam anlamıyla çöktüğünü tescil etmiştir. Siyaset yasağı konulmayan DTP'li milletvekillerinin İmralı'dan gelen işaretle önce istifa edeceklerini açıklaması, daha sonra yine Abdullah Öcalan'dan gelen bir işaretle Meclis'te siyaset yapacaklarını ilan etmeleri ortada PKK ve Öcalan dışında bir muhatap bırakmamıştır. Sızan bilgilere bakılırsa, Öcalan'ın DTP'nin kapatılmasından fazla rahatsız olmadığı da anlaşılmaktadır. PKK önce sokakta ardından da legal Kürt siyasetinde inisiyatifi yeniden ele geçirmiştir.

Bu arada belirtmek gerekir ki, DTP'nin kapatılmasından sonra Ahmet Türk'ün yaptığı açıklama, artık gına getiren liberal ezberin ve tarih kurgusunun kötü bir tekrarı olmanın ötesine geçmemiştir. DTP yöneticileri hala olan bitenin sormlusu olarak İttihatçı geleneği, hatta "Ergenekoncuları" filan suçlamaktadır. Amerikancı AKP Hükümeti'nin izlediği ve tarihsel sonuçlar yaratacak politikaların farkında olmadıkları görülmektedir. Bu yöneticiler, bir yanıyla Türkiye'deki etkin tek "İttihatçı" hareketin (gerektiğinde şiddeti politik bir araç olarak kullanan) PKK olduğunun farkında bile değildir.

Diğer taraftan açık yüreklilik ve cesaretle saptamak gerekiyor ki hem PKK hem de DTP, giderek ulusal ölçekte derin bir krize dönüşen bu süreci yönetmekte başarısız olmuştur. Özellikle DTP etnik temelde siyaset yapmanın sınırlarını aşamamış, emek hareketiyle sağlıklı lişkiler kuramamış, kendisini solun ve ülkedeki sınıf mücadelesinin bileşeni olarak konumlandıramamıştır. Tersine, (özellikle DTP) örtük olarak AKP'ye, AB'ye ve liberal entelijansiyaya, hatta yer yer ABD'ye yatırım yapan bir çizgi izlemiştir. Tabanları ve seçmen yapıları arasındaki farkı dikkate almadan kaba bir yaklaşımla CHP ile MHP'yi eşitleme tavrı, toplumsal muhalefetin AKP'nin çekim alanına girerek etkisizleşmesine yol açmıştır. Doğru bir CHP eleştirisi geliştirilememiştir.

Yaşananlar bu siyasetin iflas ettiğini göstermiştir.

Kürt sorununun gerçek bir çözümünün, genel olarak Türklerin, özel olarak da Türk emekçilerinin, ilericilerinin, sosyalistlerinin ve aydınlarının bu mücadeleye kazanılmasından geçtiği görülememiştir. Böyle bir ihtiyacın dönem dönem lafı edilse bile bunun gereği samimi, somut, örgütlü ve eylemli bir şeklide yerine getirilememiştir.

Daha da önemlsi Kürt hareketi izlediği bu siyasetle, ezilen ulus (Kürt) milliyetçiliğinin sınırlarını aşamamış ve bu siyasal öngörüsüzlüğün maliyeti ağır olmuştur. Bu tutum ülke genelinde Türk milliyetçiliği ve hakim ulus şovenizminin güçlenmesine hizmet etmiş, daha da önemlisi Türk ve Kürt emekçileri arasındaki kopuşu hızlandırmış, dostlarının elini zayıflatmştır.

Bilinmelidir ki, Kürt sorunun emperyalist yoldan çözüm yöntemlerinden biri de, eğer bölgede "güçlü" ve "istikrarlı" bir Amerikancı devlet yaratılamazsa ülkeyi iç savaşa sürüklemek, dünyanın kırmızı bölgesi Ortadoğu'da parçalanarak ufalanmış, güçten düşürülmüş, kolayca yönetilebilecek bir siyasal coğrafya oluşturmaktır. Bu öngörünün bir komplo teorisi ya da siyasal fantezi olmadığı Irak'ta, Kafkasya'da ve Balkanlar'da yakın geçmişte yaşananlara bakılarak kolaylıkla görülebilir. Bugün asıl tehdit budur ve bu ülkenin bütün ilerici ve sol güçleri hünüz vakit varken söz konusu tehdide karşı mücadele için güçlerini birleştirmelidir.

Kürt sorunun demokratik, adil ve onurlu bir çözümü, ancak özgürlükçü ve eşitlikçi bir siyasal hat izleyerek, Türk ve Kürt emekçilerinin sınıf kardeşliğini yeniden tesis ederek, bu ülkenin ilerici ve devrimci güçlerinin birleşik mücadelesini örgütleyerek gerçekleşebilir.

Bu ülkede sadece Kürt sorunu yoktur. Dolayısıyla toplumsal kurtuluş mücadelesinin bir parçası olarak kendisini konumlandırmamış bir Kürt hareketinin adil bir çözüme ulaşma şansı da bulunmamaktadır. Böyle bir siyaset ancak emperyalist bir "çözüm" çizgisine savrulabilir. Elbette böyle bir çözüm yolunun da rasyonalize edilmesi için birçok gerekçe bulunacak, ancak gerçek değşmeyecektir.

Başka bir anlatımla belirtirsek eğer Kürt sorununun (Irak'ta olduğu gibi) emperyalist yoldan da bir çözümü mümkündür. Ancak, Yugoslavyalaşma diye kavramsallaştırılabilecek bu yol bir felaket demektir ve sosyalistler bu yola girmek ve desteklemek zorunda değildir.

Bu ülkede etnik boğazlaşmayı durduracak tek güç, kimlik siyaseti yapan her soydan muhafazakarlar, sınıf mücadelesinin yerine devlet-sivil toplum, merkez-çevre çelişkilerini sosyolojik olarak yeni ortaçağ ideolojisinin kavramı olan "öteki" ve "ötekileştirme" gibi sahte karşıtlıkları koyan sağ/sol liberaller ve post-modernist "felsefe"nin çekim alanına giren alıklar değil, genel olarak devrimci sol ve özel olarak da sosyalistlerdir.

(*) Bu yazının 29 Mayıs 2009 tarihli söz konusu makalemle birlikte okumasında yarar görüyorum.