Bir kez daha Hrant Dink cinayeti...

Hrant Dink cinayeti, AKP-Cemaat koalisyonunun devleti ele geçirme, toplumu teslim alma ve islamo-faşist bir rejim kurma operasyonunun turnusol kağıdı işlevini görebilecek bir oyluma sahip. Eğer bu cinayeti kimlerin hazırladığı, yönlendirdiği ya da işlenmesini sağladığı ortaya çıkarılabilirse, bu ülkeye ve halka karşı suikast düzenleyenler de bir bakıma "suçüstü" yakalanacaktır.

Hrant Dink cinayeti hakkında daha önce iki yazı yazdım. Söz konusu yazılarımda Hrant Dink'in kimler tarafından ve neden öldürülmüş olabileceğini, bazı somut bilgi ve belgelere dayalı bir şekilde ortaya koymaya çalıştım. Kolaycı sonuçlar çıkaran, liberal ezbere dayanan, zihinsel bir çaba içermeyen, medya ortamında ve entellektüel hayat üzerinde estirilen muhafazakar terörün baskısı altında yapılan sığ değerlendirmelerin ne kadar yanlış olabileceğine işaret ettim. Dahası bu türden değerlendirmelerin, Ergenekon soruşturması üzerinden de yapıldığı gibi, AKP'nin rejimi değiştirme operasyonuna nasıl hayati önemde bir meşruiyet kazandırdığına dikkat çekmeye çalıştım.

Bu işi ne kadar becerebildiğimi bilemiyorum ama solun bir kesimi (özellikle sol liberaller) araştırmaya dayanmayan, bilimsel kuşkuculuktan uzak ve peşin hükümlü bir yaklaşımla toplumun dinselleştirilmesi projesine katkıda bulunmayı sürdürüyor. Bu aymazlık karşısında söylenecek söz kaldı mı kestirmek zor ama, sol liberallerin muhafazakar, islamcı ve sağ liberal çevrelerle kurduğu utanç verici koalisyonun halk düşmanı bir karaktere sahip olduğu her geçen gün daha çok ortaya çıkıyor.

Bu nedenle Dink cinayetinin izini sürmek, açılan davaları yakın takibe almak boynumuzun borcu.

Cinayeti gören polis!
Geçen hafta Milliyet gazetesi muhabiri Nedim Şener'in, ''Hrant Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları'' adlı kitabı hakkında açılan davanın duruşması vardı. Bilindiği gibi, Fethullahçı polis şefleri Muhittin Zenit ve Ramazan Akyürek'in şikayeti üzerine, adı geçen kişilere ''hakaret etmek'', ''adil yargılamayı etkilemeye teşebbüste bulunmak'' ve ''haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek'' gibi iddialarla açılan bu davada Nedim Şener hakkında yaklaşık 30 yıl hapis cazası isteniyor.

Sanırım ilgili herkesin dikkatini çekmiştir son duruşmada sürpriz bir gelişme yaşandı ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun bu duruşmada tanık olarak ifade verdi. Sabri Uzun Emniyet'te önemli bir isim, Fethullahçı ve AKP'li olmayan az sayıdaki üst düzey polis şefinden biri. Daha doğrusu AKP hükümeti tarafından görevden alınana kadar öyleydi. Uzun, Fethullahçı olduğu herkes tarafından bilinen bir "sır" durumundaki Ramazan Akyürek'ten önceki İstihbarat Daire Başkanıydı.

Sabri Uzun, duruşmada verdiği sürpriz ifadede, Dink cinayetinden Emniyet İstihbarat Dairesi’ni sorumlu tuttu ve cinayetin planlandığı dönemde “Hrant Dink öldürülecek” şeklindeki F4 Raporu'nu kendisinden saklayan C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’i gerekli önlemleri almamakla suçladı. Emniyet'te C Şubesi (polis terminolojisiyle belirtirsek) "sağ terör örgütleriyle" ilgili bir birim. İşte bu şubenin müdürü, Emniyet'teki Fethullahçı örgütlenmenin pilot kabininde bulunan Ali Fuat Yılmazer. Sabri Uzun hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde Yılmazer'i, suikast ihbarını içeren istihbarat bilgisini saklamak ve cinayeti önlememekle suçluyor.

Uzun mahkemede verdiği ifadede, kendisinden sonra İstihbarat Dairesi Başkanı olan Ramazan Akyürek’i de gerekli önlemleri almamakla itham ediyor. Ramazan Akyürek, Emniyet'teki en üst düzey Fethullahçı polis şeflerinden biri olarak tanınıyor.

Sabri Uzun, Hrant Dink'in öldürüleceğine ilişkin ihbarın geldiği ve bu bilginin kendisinden gizlendiğini söylediği dönemde İstihbarat Daire Başkanı olarak görev yapıyordu. Kadere bakın ki, Uzun'un İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan alınması ve bu göreve Ramazan Akyürek'in getirilmesinden hemen sonra Dink cinayeti işleniyor. Uzun halen Merkez Emniyet Müdürü, yani "Merkez Valiliği" gibi kızak bir görevde.

İhbarın gizlendiği nasıl ortaya çıkıyor?

Hikaye şöyle gelişiyor

Müdahil avukatların başvurusu üzerine, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından Dink cinayetinde ihmali bulunan personelle ilgili olarak 23 Ekim 2009 tarihinde soruşturma açılıyor. Bu idari soruşturma sırasında, daha önce Emniyet'e gelen ve ''Ses getirici eylem düzenleneceği'' bilgisini içeren istihbarat bilgisiyle ilgili olarak Sabri Uzun'a "gereğini" yapıp yapmadığı soruluyor. Uzun bu soruya yazılı cevap vererek, gereğini yaptığını ve ilgili birimleri uyardığını söylüyor. Uzun, yazılı cevabında "eylem yapılacak şahıslara yönelik" olarak önlem alınmasını isteyen bir "tamim" yayınlayarak bunu il istihbarat müdürlüklerine ve lgili birimlere gönderdiğini de belirtiyor.

Ancak durumdan kuşkulanan Uzun, soruşturmayı yürüten müfettişlerden Mustafa Üçkuyu'yu arayarak Hrant Dink'in adının geçtiği istihbarat evrakıyla ilgili başka bir bilgi olup olmadığını soruyor. Üçkuyu bu soru üzerine, evrakın üzerinde ''C2 bürosuna havale edildiği" şeklinde ibare bulunduğunu belirtmekle yetiniyor ve içerik hakkında bilgi vermiyor.

Bu arada Sabri Uzun, Hrant Dink ile ilgili istihbarat evrakının tamamını, dosya ile ilgisi olan bir kişiden fotokopi alarak elde ediyor. Bu istihbarat evrakında Hrant Dink'in öldürüleceğine ilişkin net bir bilginin bulunduğunu gören Uzun, müfettişleri arayarak "ek ifade" vermek istediğini bildiriyor.

Cinayet ihbarının "kendisinden saklandığını" tespit ettiğini belirten Uzun ifadesinde şunları söylüyor:

''17 Şubat 2006 tarihli rapor benim görevde olduğum sırada İstihbarat Daire Başkanlığının C Şubesine gelmiş. Eğer daha önce vermiş olduğum tamim gereğince işlem yapılmış ve işlem sonucu bana bildirilip koruma kararı alınmış olsaydı bu müessif olayın gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum.''

Ölüm tehlikesinin bulunduğuna işaret eden istihbarat raporlarının daire başkanına mutlaka iletilmesi gerektiğinin altın çizen Uzun, görevinin başında olmasına rağmen o dönemde ne kendisinin ne de daire başkan yardımcılarının bilgilendirilmediğini özellikle vurguluyor.

Uzun, ''Sanık olarak adı geçen Erhan Tuncel isimli ajan, grubu kontrol altında tutuyorken Kasım 2006'da görevden alınmış. Oysa tam tersi yapılmalıydı. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'nin alarm durumuna geçip benim yayımlamış olduğum tamime uygun olarak koruma kararı alması gerekiyordu'' diyor.

Bilindiği gibi Erhan Tuncel, Ramazan Akyürek'in Trabzon Emniyet Müdürü olduğu dönemde polis muhbirliğine alınmış ve doğrudan Akyürek'e bağlı olarak çalışmış. BBP üyesi/taraftarı olan Tuncel, halen Hrant Dink davasında azmettirici olmak suçlamasıyla tutuklu olarak yargılanıyor. Gelgelelim bu "azmettiricilik" suçlamasında da bir gariplik dikkati çekiyor. Çünkü Tuncel, Dink'in öldürüleceğini başta Ramazan Akyürek'e olmak üzere tam 17 kez Emniyet'e bildirmiş. Yani görevini yapmış. Ancak, tuhaf bir tutumla önlem alınmak yerine Tuncel'in görevine son verilmiş.

Danıştay cinayetinde yeni gelişme!

Dink davasını izlemeye devam edeceğiz. Tıpkı Danıştay saldırısına ilişkin gelişmeleri yakından izlediğimiz gibi...

Danıştay cinayetinin işlendiği güne ve bir gün öncesine ait güvenlik kamerası kayıtlarının silindiği iddiası çok önemli bir gelişme. Öyle ki, bu iddia sadece sözkonusu davanın değil, ilgili bütün davaların, bu arada Ergenekon soruşturmasının da seyrini değiştirecek bir derinliğe sahip.

Bu günden söylenecek şey ise şu herzaman olduğu gibi, hükümet çevrelerinden ortaya atılan bir iddia, yine "hakikatın bilgisi" olarak bazı kesimler tarafından sorgusuz sualsiz kabul edildi. Osya kamera kayıtlarının silindiği yönündeki raporu veren TUBİTAK'ın, çıkarılan özel bir yasa ile AKP tarafından ele geçirildiğini hatırlamak bile, kuşku duymak için yeterli bir nedendir.

Diğer taraftan, kamera kayıtlarından sorumlu özel güvenlik şirketinin bir OYAK iştirakı olması bu gelişmenin en ilginç boyutunu oluşturuyor. Ve her nedense bu tartışma tam da AKP'nin Anayasa değişiklik paketenin Meclis'te görüşüldüğü günlere denk geliyor. Tesadüf olsa gerek!

Danıştay davasına ilişkin gelişmeleri de gelecek yazıda ele almaya çalışacağım.