Aydın ahlakı, Odatv, Soner ve Barış...

Zamanın ruhunun devrimci olmadığı dönemlerde devrimci kalmak çok zordur. Acı verir. Yalnızlığı göze almak, ihanetlere hazır olmak, ayakta kalmayı bilmek, inat etmek ve her an bir linç girişimiyle karşılaşmayı beklemek gereklidir. Kolay değildir, fedakârlık ister. Herkes bunu yapamaz.

Ama yenilgi günlerine karşı yine de direnilebilir. İnsanın doğasında vardır bu. Çünkü böyle dönemlerde boyun eğmek insanlığın, yeryüzü uygarlığının sonunun gelmesi demektir. Belki bu “son” bir gün gelecektir, ama henüz çok erkendir.

Bu nedenle tarihsel, felsefi ve ahlaki bakımdan ortak iyiyi temsil eden birileri çıkar, hayat ve doğa önünde bizi bütünüyle kirlenmekten ve bozguna uğramaktan kurtarırlar. Devrimcilerdir onlar, namuslu ve dürsüt insanlardır.

Ancak gericilik günleri çok farklıdır. Toplumsal bakımdan çözülme zamanlarıdır. Değerler çökmekte, insanlar bozulmaktadır. Böyle dönemlerde günlük ve küçük çıkarlar, ideallerin, büyük davaların yerini almaya başlar. Hayat çürümeye başlar. Elbette bu bozulma, çözülme ve çürümeye karşı bir direniş de gelişir ve büyür.

Türkiye işte böyle bir gericilik döneminden geçmektedir. İnsanların ahlakları bozulmakta, yozlaşma toplumun dokularına doğru yayılmaktadır. Toplum tehdit, siyasal şiddet ve ideolojik baskı yöntemleriyle teslim alınmaya çalışılmaktadır. Zalimlik ve alçaklık günleridir.

İşte böyle dönemlerde, kendilerini daha önce iktidarlar dışı, muhalif, duyarlı entellektüel ve püriten solcu olarak tanımlayan bazı kişiler (sayıları çok olmasa da) yeni egemen güçlerin beslemelerine dönüşmektedir. İktidarlarla utanç verici bir suç ortaklığının içine girmekte, ahlaksız ilişkiler kurmaktadırlar. Daha da acıklı olan şey, bu kişiler öncelikle kendi hayatlarına ve değerlerine de ihanet etmektedirler. Üstelik bunu büyük bir utanmazlıkla çok özgürlükçü ve demokratik gerekçelerle yapmaktadırlar.

Elbette gericilik zamanlarında kimseden devrimci olarak kalmasını beklemek gerekmiyor. Ancak herkesten namuslu ve adil olmasını beklemek yine de hakkımız oluyor. Olmalı da...

***

Ergenekon davasının toplumun geniş kesimleri ve kamuoyu yapıcıları nezdinde inandırıcılığını yitirmemeye başlaması, AKP-Cemaat iktidarının meşruiyet zeminlerini de sarsıyordu. Özellikle savunmaların başlamasıyla davanın hukuksal dayanakları çöküyor hazırlanan siyasal komplo, daha da önemlisi islamo-faşist polis darbesi bütün açıklığıyla ortaya çıkıyordu.

Bu nedenle AKP-Cemaat koalisyon güçleri, bir süredir genel seçimlere doğru gerilimi tırmandıracak yeni bir saldırı dalgasına hazırlanıyordu.

Ergenekon davasına yeniden bir inandırıcılık kazandırmak isteneceği açıktı. Daha da önemlisi, artık kimsenin pek inanmadığı bir iddiayı yeniden gündeme getirerek AKP iktidarının sanki gerçek bir darbe tehdidiyle karşı karşıya olduğu bir kez daha ileri sürülecekti. Bunun için eldeki araç belliydi Ergenekon soruşturması...

Muhalefeti susturmak, toplumu sindirmek ve yaratılan bu siyasal terör atmosferi içinde ülkeyi seçimlere götürerek yeni bir iktidar döneminin daha garantilenmek istendiği belliydi.

İşte muhalif haber-yorum portalı Odatv’ye yapılan baskın tam da böyle bir döneme denk getirildi. Gazeteci Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tutuklanması, toplumun sindirilmesine yönelik bir tehditti. Siyasal ve entellektüel ortamın bir kez daha terörize edilmesiydi.

Balyoz soruşturması kapsamında aralarında 30’a yakın general ve amiralin olduğu, 102’si görevde yaklaşık 200 subayın tutuklanması da aynı saldırı dalgasının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. AKP-Cemaat iktidarının orduyu ele geçirme, kurulan yeni rejimin ihtiyaçları doğrultusunda Silahlı Kuvvetleri yeniden yapılandırma programından başka bir şey değildir.

AKP-Cemaat iktidarından demokrasi bekleyen liberallerin iddia ettiği gibi TSK subay kadrosunun 10’da birine yakınının tutuklanması “devrim” niteliğinde değil, olsa olsa karşı-devtim niteliğinde bir gelişmedir. Olayların özüne, gelişmelerin esasına, operasyonu yürütenlerin siyasal programına, felsefi duruşlarına ve amaçlarına bakılmaksızın formel bir mantıkla sadece asker karşıtı bir uygulama diye bir siyasal eylemi “demokratik” saymak, liberal bir sahtekârlık ve salaklıktan başka bir şey değildir.

***

Odatv, Türkiye’nin etkili ve muhalif elektronik haber-yorum portallarından biridir. Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan gazetecidir. Medyaya sızdırılan sorgu tutunakları da, adı geçenlerin sadece gazetecilik faaliyetlerinden ve muhalif konumlarından dolayı tutuklandıkların göstermektedir.

Ancak bu üç gazetecinin, süngüleri giderek düşen iktidar yanlısı gerici, besleme ve liberal bazı kalemler tarafından “gazetecilik dışı bağlantıları” nedeniyle tutuklandıkları iddia edilmektedir.

Öncelikle bu iddiayı ortaya atanlar, ortaya güçlü kanıtlar koymalıdırlar. Oysa, Soner Yalçın’ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’na yazdığı bir mektup sanki bir suç gibi yansıtılmaktadır. İnanılır gibi değil ama CHP’ye yakın bir televizyon kanalı olan Halk TV’ye Soner Yalçın ve arkadaşlarının talip olması sanki bir terör eylemi gibi sunulmaktadır.

Ne bir parti genel başkanına mektup yazmak ne de bir partiye yakın olan bir televizyon kanalına talip olmak suçtur. Ancak liberal ve muhafazakar-dinci alçaklık öyle bir raddeye gelmiştir ki, muhalif olanların gazetecilik ya da ticaret yapması bile neredeyse suç sayılacaktır. Cehalet ve hukuk tanımazlık ortalıkta kol gezmektedir.

Halk TV’nin Soner Yalçın tarafından satın alınmak ya da kiralanmak istemesinin neresi suçtur? Kılıçtaroğlu’na bir gazetecinin mektup yazması ve bu talebini iletmesinin neresi terör eylemidir?

***

Soner Yalçın gazetecidir, hem de iyi bir gazeteci... Kendisiyle 1993’te Aziz Nesin’in imtiyaz sahibi ve başyazarı olduğu, benim de yazıişleri müdürlüğünü yaptığım günlük Aydınlık gazetesinde çalıştık. Soner Yalçın gazetenin Ankara Bürosu’nda özel muhabirdi. Jitem ve Kontrgerilla operasyonlarını ve suçlarını ortaya çıkardığımız, Türkiye’yi sarsan bir dizi haber yaptık. Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in bir suikast sonucu uçağı düşürülerek öldürüldüğünü ortaya çıkardık. Adlarımız ölüm listelerine alındı.

Soner Yalçın’a postayla Jitem kurucularından (başına üç kurşun sıkılarak öldürülen) Binbaşı Cem Ersever’in kanlı nüfus cüzdanı gönderildi. Bu kimliği gazetenin menşetinden yayımladık. Soner daha sonra Cem Ersever’le yaptığı röportajı kitap haline getirdi. Çok önemli bir gazetecilik işidir. Ersever, Kürt sorununun savaşla çözülemeyeceğine inandığı ve bunu yüksek sesle savunmaya başladığı bir dönemde öldürüldü.

Şimdi gazeteci Soner Yalçın’ın (Kontrgerilla anlamında kullanılan) Ergenekon örgütünün üyesi olduğu iddia edilecek ve biz de buna inanacağız, öyle mi?

Kontrgerilla’ya karşı hayatlarını ortaya koyarak mücadele edenler, bu NATO terör örgütünü deşifre edenler, Jitem suçlarını ortaya çıkaranlar adı geçen örgütlere üyelikle suçlanacaklar ve biz de bu iddiaya inanacağız, öyle mi?

Kontrgerilla ve Jitem’i deşifre eden gazeteciler, bu örgütler hakkında dava açan avukatlar, iddianame düzenleyen savcılar bu örgütlere yönelik olduğu ileri sürülen operasyonlar sonucu gözaltına alıncaklar, tutuklanacaklar ve biz de buna inanacağız, öyle mi?

Gazeteci Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan ile Avukat Nusret Senem, Savcı İlhan Cihaner, Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Ergenekon üyesi olduğu ileri sürülecek ve biz buna inanacağız, öyle mi?

***

Barış Terkoğlu parlak haberlere imza atmış ve kısa sürede dikkat çekmiş genç bir gazeteci arkadaşımızdır. Yakın dostumuzdur. Türkiye solunun önemli ve alternatif entellektüel ve siyasal odaklarından biri olan, kurucuları arasında benim de bulunduğum, çok sayıda gencin yetiştiği Sosyalist Kültür Derneği’nin son başkanıdır.

Durum böyleyken, birkaç liberal soytarı, iktidarın eteklerine tutunarak yeni düzende pozisyon almaya çalışan birkaç gazeteci müsveddesi, siyaseten ve ahlaken alçalmış birkaç kişi, Yıldırım Türker gibi kendi hayatına ihanet ederek iktidar sahiplerine övgüler düzen birkaç sol entellektüel enkaz, polisin iddialarını ciddiye aldı diye biz Barış Terkoğlu’nun Kontrgerilla mensubu olduğuna inanacağız, öyle mi?

Ergenekon operasyonları üzerinden gerçek derin devletin, Kontrgerilla’nın ve halka karşı işlenen suçların aklanmaya çalışıldığını göremeyecek kadar aptal olacağız, öyle mi?

***

Bir virüs programıyla Odatv bilgisayarlarına yüklendiği anlaşılan, “Ulusal Medya 2010” isimli belge çok önemlidir. Çünkü tutuklama kararları bu sözde belgeye dayandırılmıştır. Böyle bir belgenin üretilmiş olması operasyonun basında daha genişletileceğinin işaretidir.

Açılan çuvala başka gazetecilerin, yayın organlarının ve muhalif kanaat önderlerinin de doldurulmaya çalışılacağı anlaşılmaktadır. Genel seçim öncesinde AKP-Cemaat iktidarı deyim uygunsa tam anlamıyla bir alan hakimiyeti istemektedir.

Bir korku duvarı oluşturulmuştur. Bu duvar aşılmalıdır. Bu duvar bir kez aşıldığı takdirde iktidarın ayakta kalması çok zor olacaktır.