Dünya Savaşı provası olarak Ukrayna krizi

Ukrayna’nın doğusunda Nisan 2014’ten beri devam eden çatışmalar geçtiğimiz haftalarda Minsk’te imzalanan ateşkes antlaşmasıyla bir miktar durulmuş gözükse de düşük yoğunluklu bir düzeyde devam ediyor. Antlaşma gereği hem Kiev hükümeti hem de isyancı güçler çatışmaların devam ettiği cephe hattında bir silahsız bölge oluşturma kapsamında birliklerini geri çekmeye başladılar. Ne var ki,  sürdürülebilir bir ateşkes ya da kalıcı bir barışa doğru yol alan bir müzakere sürecinden bahsetmek  mümkün değil.  Zira, birinci yılına girmek üzere olduğumuz ve şimdiye kadar 6 bin hayata mal olan silahlı çatışmalar, anaakım medya analizlerinin aksine Ukrayna hükümetiyle Rusya yanlısı ayrılıkçıların etnik temelli anlaşmazlıklarından ibaret olmanın çok ötesinde. Bölgedeki çatışmaları, 2008 krizinden beri devam etmekte olan küresel ölçekteki ekonomik durgunluğun ve  beraberinde gelen muazzam siyasal entropinin emperyalistler arası güç ilişkileri alanına yansıması olarak nitelendirmek daha doğru.

Bu açıdan bakıldığında, Ukrayna toprakları, başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin temkinli fakat tavizsiz bir şekilde mevzilendiği, gerilimi kontrollü bir şekilde yükselttikleri, diplomatik, askeri ve istihbarat açısından birbirlerini sınadıkları, olası ittifak stratejilerini test ettikleri bir tür büyük tatbikata sahne oluyor. Elbette bu, topyekün bir savaşın arifesinde olduğumuz anlamına gelmiyor. Ancak, yaşananlar ABD’nin küresel hegemonyasının büyük ölçüde tüm aktörlerce veri alındığı ve dünya ölçeğindeki güç mücadelerinin bu veri tarafından sınırlandığı 1991 sonrası tek kutuplu dünya sisteminin artık dikiş tutmadığını her geçen gün daha belirgin bir şekilde gözler önüne seriyor.

Tarafların sadece 2015’in ilk ik ayı boyunca yaptıkları karşılıklı hamlelere bakmak dahi başdöndürücü bir strateji savaşının sürmekte olduğunu görmek için yeterli. ABD’nin başını çektiği batı cephesi açık bir şekilde gerilimi tırmandırma siyaseti güdüyor. AB liderlerinin Minsk ateşkesiyle sonuçlanan alelacele diplomatik girişimleri bölgede kalıcı bir barış arzusundan değil, ayrılıkçıların ilerleyişi karşısında zayıf düşen Ukrayna ordusunu büyük bir hezimetten koruma ve zaman kazanma ihtiyacından kaynaklandı. Kaldı ki, Merkel ve Hollande Ukrayna’da askeri çözümün şimdilik gündemde olmadığını ısrarla vurgulasalar da AB Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımları sıkılaştırma konusunda tek ses. Dahası,  İngiltere hızlı bir hamle yaparak geçtiğimiz hafta Ukrayna ordusunu bir tür “eğit-donat” faaliyetiyle destekleme kararı aldığını açıkladı. Bunlardan daha önemlisi, Obama yönetimi, Ukrayna’ya muazzam ölçekli yeni askeri ve ekonomik yardım kararları alırken bir yandan da doğrudan askeri çözümün olasılık dahilinde olduğunu ifade etmekten çekinmiyor. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Yaşaşanları, yeni bir Soğuk savaş olarak değerlendirmek objektif olarak doğru değil. Ancak bazı batı başkentlerindeki keskinleşen tavır Soğuk Savaş’ta tanık olduklarımızın dahi ötesinde” açıklaması, gerilimin olağan düzeylerin üzerinde seyrettiğini doğrular nitelikte.

Krizin çok boyutluluğunu ve coğrafi kapsamını gözler önüne seren bir diğer nokta ise ABD’nin sadık müttefiki Suudi Arabistan’ın petrol kozu. Suudi Arabistan, düşen petrol fiyatları nedeniyle ekonomik olarak sıkıntılı günler geçiren Rusya’yı  Suriye konusunda sıkıştırmaya çalışıyor.Arzı kısarak petrol fiyatlarını yükseltme ve bu yolla Rusya’yı rahatlatma gücüne sahip Suudi Arabistan, bu hamleyi Rusya’nın Esad’a desteğini çekmesi şartına bağlarken bir yandan da uluslararası cihatçı ağları Ukrayna ordusunun saflarına sevk etmeye başladı.

ABD ve müttefiklerinin Ukrayna krizinde gerilimi yükseltmelerinin ve saldırganlıklarını arttırmalarının arkasında Rusya’yı her cephede sıkıştırma ve hamle yapamaz hale getirme isteği yatıyor.  Zira, Ukrayna meselesinin şu ya da bu şekilde çözüme ulaşması, Rusya’ya karşı yaptırımların sona ermesi ve ekonomik olarak toparlanan Rusya’nın  yeniden inisiyatif kazanma şansı yakalaması anlamına gelecek. İnisiyatif kazanan bir Rusya’nın Çin ile birlikte ABD’yi baypas edebilecek bir ekonomik-finansal-askeri işbirliğine gitme ihtimali, 2008 sonrası güç kaybeden ABD hegemonyasına karşı en büyük tehdit durumda. Bu nedenle, Ukrayna’da kısa vadede suların durulmasını değil çatışmaların yeniden alevlenmesini beklemek gerekiyor. Nitekim, birç ok analist bahar ve yaz aylarının bölgede yeni bir çatışma dalgasına sahne olacağı öngörüsünde bulunuyorlar.

1945 sonrası uluslararası sistemin inşasında hem faşizm tehlikesinin hem de emperyalistler arası savaş ihtimalinin bir daha geri gelmeyecek şekilde bertaraf edilmesi ihtiyacı kritik bir rol oynuyordu. ABD hegemonyasında kurulan ve bir dizi ekonomik, siyasi ve askeri kurumla desteklenen bu sistem gerçekten de uzunca bir süre boyunca her iki eğilimi de baskılamayı becerdi. O kadar ki, yakın zamana kadar faşizmi de emperyalistler arası savaşı da çoktan kapanmış bir çağın ürünü olan ve tarihin tozlu sayfalarında yerini almış talihsiz deneyimler olarak değerlendirmek adettendi.  2015 itibariyle bakıldığında aynı şeyi söylemek çok mümkün gözükmüyor. Her ikisi için de.