Sınıfın gözüyle...

KENTİN SESİ – BURSA yazıları

“İşçi sınıfı devrimciliğini yitirmiştir” ya da “biz de bir zamanlar devrimciydik” diyenleri bir kenara bırakın. Sınıf kimliğini yetersiz ve hatta gereksiz görenleri de...

Tanım son derece açık ve nettir. Yaşamak için işgücünü satmak zorunda olan, satan ya da satmaya çalışan herkes işçidir. Ücretli emek sömürüsüne tabi olan herkes işçi sınıfı üyesidir.

Tanım net ama işler o kadar kolay değil. Konumuz, ülkemizde toplumsal ve siyasal alanı etkileme ve dönüştürme gücünden bu kadar uzak olan bir işçi sınıfı! Sermaye sınıfının her alandaki büyük baskısı altında, insanlık dışı çalışma koşullarında yaşayan, işsizlik tehdidi ve düşük ücret baskısına maruz, sosyal, ekonomik, kültürel bölünmüşlüklerden nasibini almış bir işçi sınıfı.

Fonda da sermaye sınıfının ABD ve AB emperyalizmle olan işbirliği, bunun ülkemize etkileri, piyasacılık, gericilik...

***

Ülkemizde, siyasal ve ideolojik olarak, işçi sınıfı kimliğine en yatkın işçilerin bulunduğu bir imalat sektörü. Hızla büyüyen ve kürt yoksullarının yoğunlukla çalıştığı hizmet sektörü. Stratejik öneme sahip otomotiv sektörü. Sermaye egemenliğini fiziki olarak tehdit eden enerji, petrokimya ve ulaşım sektörleri. İster “sıcak” ister “kara” deyin, Turizm, İnşaat ve Tekstil sektörleri. Nüfusun büyük bir kısmını ilgilendiren gıda, eğitim ve sağlık sektörü.

İşçiler, yoksul köylüler, işçi sınıfı adayı genç meslek liseliler ve üniversiteliler, işsizler... Nereden bakarsanız bakın, Türkiye'de 15 milyonluk bir nüfus işçi sınıfının en diri kesimidir.

Sermaye sınıfının tarihinde hiç olmadığı kadar özgüveni yüksek bir dönemi yaşaması... Ulusal ve yerel ölçeklerde kendi ihtiyaçları doğrultusunda bir “dönüşüm” gerçekleştirmesi... Bunu gerçekleştirirken büyük bir tahribat ve yıkımı da beraberinde getirmesi... Çözülmesi mümkün olmayan ve hatta çözümü hiç de istenmeyen işsizlik, iç göç gibi olguların etkisi... “Emeğin temsilcisi” olduğunu iddia eden sendikaların işçi sınıfının bugünkü gerçekliğiyle yakında uzaktan ilgisinin olmaması ve artık sermaye egemenliğinin birer aygıtı haline gelmeleri...

Tüm bunlar birer siyasal, sosyal ve ekonomik olgular.

***

Ülkemizde ekonomik alanda ezilen, düzene teslim olmuş, siyasal ve ideolojik alanda varlık gösteremeyen bir işçi sınıfı var. Hiçbir sınıf, mücadelesiz kimlik kazanmaz. İşçi sınıfının kimliği, verdiği mücadeleyle biçimlenir. O zaman, etkileme ve dönüştürme gücü var olur. Ülkesini ve kendini ilgilendiren her başlığı siyaseten birleştiren işçi sınıfı iddia sahibi olur. Ama işçi sınıfı önce kendi içinde bir ideolojik mücadele vererek bu yola baş koyabilir. Yeni bir işçi sınıfı yaratmak derken kastımız da buydu zaten.

Rivayet o ki, Heykeltraş Michelangelo'ya sormuşlar, “nasıl böylesine güzel heykeller yapabiliyorsunuz?” diye. Demiş ki, “O güzellikler zaten taşın içinde var, ben sadece fazlalıkları atıyorum.”

***

Bu uzun girişin, Bursa'ya dair söyleyeceklerimin altyapısını oluşturacağına inanıyorum. Şimdiye dek, Bursa'ya dair yazdıklarımda sol bir pencereden bakınca görülenler vardı. Durumlar, sorunlar, sosyo ekonomik gelişmeler... Dahası kente hakim olan siyasal ve ideolojik havaya karşı bir mücadele vermek, birincil amacım oldu.

Ele aldığım konulara dair görüştüğüm ve tartıştığım gazeteci, sendika, oda ve dernek yöneticileri, akademisyenlerin yanısıra, aynı ve farklı kesimlerden yorum mesajları da aldım. Bu kişilerin çoğu, yazımın girişinde verdiğim işçi sınıfı tanımına dahil edebileceğim kişiler. Gazeteci, mühendis, sendikacı, doktor, avukat, öğretmen? Peki nasıl oluyor da, bu insanlar “sınıfın gözüyle” değil, patronun yani başka bir “sınıfın gözüyle” Bursa'ya bakabiliyor? Güzel ve takdir edilen örnekler dışında, gazeteciye sorsanız, “tarafsız ve herkese eşit mesafede olmak”, sendikacıya sorsanız, “işçinin güncel ve acil talepleri”, mühendis, doktor, avukat ve öğretmene sorsanız, “meslek içi sorunlar ve meslekçi yaklaşımlar” moda olmuş durumda...

Bu yanıtların hepsi ama hepsi düzen içidir.

Şahsen “tarafsız ve herkese eşit mesafede olan” bir gazeteci nezdinde patron ile eşit mesafede olmak hiç de arzu ettiğim bir şey olmaz. Herkes kimdir? Hem sol göstereceksiniz, hem cemaatin davetlerine katılacaksınız. “Ben de yurtseverim diyeceksiniz, Cargill'e ağzınızı açmayacaksınız. Bir basın emekçisi, Bursa basınında yapılan eleştirileri “ama bizim gazeteye saldırıyorsunuz” diyecek. “Hem nalına hem mıhına” eskiden bir gazete köşesinin adıymış. Günümüzde hemen hemen tüm köşelerin görünmez adı!.. Kim kaybediyor?

Cemaatçilerin bütün oda seçimlerine illegal bir biçimde hazırlanıp, tabanı örgütlediği bir dönemde “meslekçi yaklaşımlar” neyi temsil edebilir ki?

Ağır çalışma koşullarında altında ezilen işçiyi gören mühendis, hastane kapılarında ölen yoksulların derdine çare olamayan doktor, okula gidemeyen çocukları bilen öğretmen, artık bu düzende hukukun bir işe yaramadığını gören avukat neden meslekçidir?

Tüm bu meslek gurupları, meslekçi olmadan önce tanım gereği işçidir, işçi sınıfı üyesidir.

1980 öncesi, yukarıda saydığım tüm meslek sahibi insanlar hakkında şöyle denirdi: Örneğin, “doktor ama solcudur”. Ne çabuk unutuldu?

Mücadele yoksa, tarih de unutulur.

Güncel bir olaydan hareketle, sormak istiyorum. 19 yaşında bir kadın öğrencinin çocuğunu yitirdiği haberi, Bursa basınında yeteri kadar yer aldı mı? Ulusal basına mı havale edildi, bu konu? Görüşü olan köşe yazarı yok mu? Bu olaya dair yandaş kalemlerin ağzından çıkan insanlık dışı yorumlara dair tek bir kelime yok mu? Bu konuda sadece gazeteciler değil, diğer tüm duyarlı kesimler tepkisini göstermeyecek mi?

Üniversitenin duyarlı akademisyenleri, dernek, oda yöneticileri yok mu? Neden susuyorlar? Duyarlılık, satın alınmıyor ki... Hele hele küçük dünyalarda hiç olmuyor. Yabancılaşmanın bu boyutunun ne denli tehlikeli olduğu açıkça ortada.

Cemaat yurtlarında tecavüz ve tavizin gırla gittiği bir ülkede, bunu ortaya çıkaran Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in düştüğü durum ve çıkarılmayan ses, verilmeyen tepkinin bizlere geri dönüşü fazlasıyla olur. Göreceksiniz.

***
Yurtsever Sağlıkçıların çok sevdiğim bir sloganı vardı: “Sağlıkta Kâr Önlükte Kir İstemiyoruz”.

Ülkenin geleceği ile işçi sınıfının geleceği ayrılmaz biçimde birbirine bağlıdır. Ülkenin ve işçi sınıfının durumu giderek kötüleşip, sürekli kaybederken, bu meslek sahibi insanlar, Dünya ve Türkiye'deki genel gündem ile kendi koşulları arasındaki ilişkiyi kurmak ve önlüklerindeki kirlerden arınmak zorundadır.

Siyaset, işçi sınıfını birleştirmelidir. Bu, öyle bir siyaset olmalı ki, düzenin sosyalist solun işçi sınıfıyla buluşmasını engelleyen alanları siyasi ve ideolojik bir saldırıyla temizlemelidir.

“Herkese eşit mesafede” değil, taraf olmalıyız. Küçük burjuva ideolojisinin en yaygın mikrobu “meslekçi” tavrı bırakıp, ait olduğu sınıftan yana tavır almalıyız. Doktor hastabakıcı ile, mühendis işçi ile mücadelesinin ve kaderinin ortak olduğunu öğrenmeli, birbirine yakınlaşmalıdır. Sendikacı, günümüzde sınıfın “acil ve somut talepleri”nin sınıf mücadelesinde hiçbir bir rolünün olmadığını bilmeli işçiye, “sömürünün ortadan kalkması ve memleketi için, geleceği için mücadele edersen, kazanırsın” demelidir.

Bursa'daki duyarlı kamuoyu, ülkesine ve yaşadığı kente bakarken işçi sınıfının penceresinden bakmalıdır. Şu anda bakamıyorsa bile, yazılanlara kafa yormalıdır. Bu dönüşümlerin ülkemiz ve Bursa için ne anlama çok açıktır. Buna karşı çıkmak salt bilgiyle değil, duyarlılıkları siyasi bir düzlemde buluşturup, mücadele hattı oluşturmaktan geçer.

Bu mücadele hattı gerçekleştiğinde, ülkemizde ve Bursa'da nelerin nasıl da değiştiğini göreceksiniz.

[email protected]