Hırsızlar ve suç kenti

Bursa basınının emekçilerinden, gazeteci dostum Can Ertan, kendisiyle yaptığımız bir sohbette “Bursa’nın yakın tarihinin yazılması gerektiğini ve hatta nice romanlar çıkabileceğini” söylemişti. Çok haklı aslında bu düşüncesi, son otuz yılın Türkiye’si için geçerli.

Bursa öyle bir kent ki, son otuz yıllık döneme baktığımızda, sosyal bilimciler için tam bir laboratuvar. Risksiz, tasasız bir şekilde tarihinin derinliklerinde kaybolmak bir tercih olabilir ama siyasi ve iktisadi bir tarih araştırması bir tercih olduğu kadar, yol açıcıdır da.

***

Türkiye’de yıllardır uygulanan IMF İstikrar Programları’nın ana unsurları olan enflasyon ve döviz kuru arasındaki ilişki, kaçınılmaz bir gerçeklik olarak, ülkemizin ekonomik ve siyasal yapıtaşı olmuş durumda. Bu yapıtaşıyla biçimlenen patron-siyasetçi ilişkilerinin ve en önemlisi bu politikaların uygulayıcısı hükümetlerin bu iki ana unsur (enflasyon–döviz kuru) arasındaki aktarım mekanizmalarını (işbirlikçi karakterlerinin gereği) nasıl ve ne tür baskılarla uyguladıkları bilinir. Ancak, medyada hep başka biçimlerde yer alır.

Merak eden okurlar, bir tablo oluştursunlar. Tablonun sol yanında yıllar, sütunlarda da döviz kuru, enflasyon oranları ve Türkiye siyasi tarihinin önemli olaylarını, hükümet değişikliklerinin tarihlerini koysunlar. Arzu eden sütunlara kimi başlıkları da ekleyebilir ve bilimsel korelasyonlar da bulunabilir. Takdir edersiniz ki, böyle bir tablonun tek başına tüm olayları açıklayacağını söylemiyorum ama hırsızlığın, çeteleşmenin ve ülkemizi çökertenlerin kimi izlerini bulmanız zor olmayacaktır.

Birkaç örnek vermek gerekirse...

Tefeci Nesim Malki’nin 1994 yılında, Çiller hükümetinin 5 Nisan’da gerçekleştirdiği devalüasyondan iki ay sonra, 15 Haziran’da ayağından vurulması ve sürekli tehditler alması bir yıl sonra da, piyasadan 700 milyon dolar alacağı varken öldürülmesi ve bir gecede 700 milyon doların “uçup gitmesi” nasıl açıklanabilir?

2001 krizinde, gece boyu süren Bakanlar Kurulu toplantısının olduğu Başbakanlık binasına Güneş Taner'in girdiği görülünce, o zaman sosyal demokrat görünen ama şimdi liberal olan hocamız şöyle demişti: "Memlekete geçmiş olsun! Devalüasyon lobisinin adamı olan bu kişinin bu toplantıda ne işi var?"

Yine 2001 krizinin öncesi, üç gün boyunca, yerli ve yabancı 19 bankanın Merkez Bankası'ndan tam olarak 5 milyar 338 milyon dolar satın aldığı bunlardan birinin (Akbank) krizi takip eden beş günde Halk Bankası ve Ziraat Bankası’na sırasıyla yüzde 1801 ve 2318 faizle borç verip, 400 trilyon hortumladığı Meclis Araştırma Komisyonu tarafından belgelendi.

Devalüasyon kararında etkin bir rol oynayan dönemin IMF Başkanı Stanley Fischer’in, daha sonra, kriz öncesi Merkez Bankası’ndan 1 milyar 63 milyon dolar ile en çok döviz alan Citibank (Citigroup)’ın başına geçtiğini, şimdi de İsrail Merkez Bankası Başkanı olduğunu biliyor musunuz?
Bugünden bakıldığında, krizin nedeni olarak Sezer’in Ecevit’e öfkesi ve fırlatılan Anayasa kitapçığının gösterilmesi artık size komik gelmiyor mu?
Aynı kamu bankalarından verdirdiği paralarla Çalık’a Sabah ve ATV’yi aldıran Erdoğan’ın bu dönemi diline dolaması kendisini kurtarıyor mu?

***

Geçtiğimiz hafta, Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nin aldığı bir kararla Cavit Çağlar, Celal Sönmez ve Faruk Çelik’in kardeşi Osman Çelik’e ait arsaların imara açılması gündemdeydi.

Daha çok Meclis tartışmaları, Arınç ve Çelik müdahaleleri ve yapılabilecek pazarlıklar gibi gündemler dile getirildi. Çağlar, Sönmez ve Çelik’in yaptıkları hatırlatıldı.

Çağlar ve Sönmez, yetmişli yıllardan bu yana, sınıf-siyaset ilişkisini yetkinlikle yöneten, bulundukları yerellikte bunu yeniden üretme yeteneğine sahip, ayrı ayrı değerlendirilseler de, her dönemin gereklerini yerine getirebilmiş patronlardır.

Özellikle seksenli ve doksanlı yıllarda enflasyon ve döviz kuru sarmalının içinde, bu iki patronun nasıl yol aldıklarını incelemek ekonomik değil, bizatihi sınıfsal bir analiz konusudur. Bursa’daki göçmen demografisinin yapısı, ücretlerin düzeyi vs. Tüm bunlar analize dahildir. Bursa’ya göçmen işçileri getirmeyi misyon(!) edinmiş Mümin Gençoğlu’nun Bursa’daki işçi ücretlerinin baskı altına alınmasındaki çabası unutulmamalıdır.

Bir yandan işçi maliyetlerinin baskısını azaltırken, diğer yandan bu sarmalın hem finansal hem de spekülatif nimetlerinden yararlanacaksınız! Patron dediğiniz bunu yapar!

Yanıt bekleyen sorular yok mu, var tabii ki.

Denizli, G.Antep gibi tekstil merkezi olan kentler nasıl uluslararası bir ilişkiler ağına girebildiler de, Bursa böyle patronları ve sermaye birikimi varken neden geri kaldı? Bu, bir tercih miydi? Bu soruyu, bu konuda dertli olduğum için değil, anlamak için sorduğumu sanırım belirtmeme gerek yok.

Çağlar ve Sönmez gibi patronlar nasıl oldu da, üretimlerinin çok büyük bir kısmını Nesim Malki’ye verip, “tek ata oynadılar”? Bunun gerekçesi neydi?

Bu iki soru arasında bir ilişki var mı? Siyasi boyutu neler olabilir?

Ülkemizin en nitelikli kurumlarından Merinos’un yok edilmesinde bu patronların payı var mıdır?

Doksanlı yılların Bursa’sı devlet, siyaset ve ekonomi üçgeninde incelenmeyi bekliyor. Bu inceleme, bugünün olduğu kadar dünün anlamlı bir analizi için gerekli.

***
Sorular çoğaltılabilir? Bu yazıyı yazmamın nedeni, “bak şunlara, yine malı götürmüşler” değil bütünlüklü bir çerçevenin içine bu iğrenç sınıfı, ilişkilerini, siyasetle ilişkilerini yerleştirirsek yol alınabileceğini düşünmemdir.

Şimdi gelelim, yeni duruma... Son yazılarımda Bursa’nın AKP eliyle büyük bir dönüşüme zorlandığını, bu dönüşümün merkezinde “sermayenin sınır tanımayan yaygınlaşması ve rant oluşumu” olduğunu belirtiyorum. Olan, bundan ibarettir. Bu ranta kavuşan Çağlar ve Sönmez, Bursa’da oluşturulmakta olan talan ve rant planının keskin savunusunu yapacaklardır. Bu gidişat, kesinlikle “süt liman” bir gidiş değildir. İşin ucunda rant varsa, hesaplaşma da vardır.

Son yazımda dile getirdiğim, kavşak kent olma özelliğinin Bursa’da yaratacağı olumsuz örnekleri de biraraya getirdiğimizde Bursa, önümüzde dönem, “suç kenti” olma özelliğini doksanlardan günümüze taşıyacaktır. “Huzur” ve “marka” kent dayatmasının bir anlamı da gelmekte olanı gizleme çabasıdır.

***
Meclis tartışmalarında CHP’li kimi üyelerce bu uygulama için “vurgun”, “tecavüz” denmiş devamında şu söylenmiş: “Bursa'ya malolmuş isimlerin Koç ve Sabancı aileleri gibi varlıklarını halkın kullanımına açmaları gerekmektedir.”

CHP’li meclis üyeleri, Koç Tüpraş’ı yağma fiyatına alırken ne düşündüler bilmiyorum. Bir de Koç ve Sabancı’nın hangi varlıklarını halkın kullanımına açtıklarını!..

Geçtiğimiz yıl, Nilüfer Belediyesi Cavit Çağlar’ın Nilüfer’de yaptırdığı Cavit Çağlar İlköğretim Okulu nedeniyle, Çağlar’ı TBMM Üstün Hizmet Ödülü’ne aday göstermişti. Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in Cavit Çağlar’ın tüm sicili ortadayken, bu teklifi yapmasının ardından Meclis’teki bu rant oylamasına katılması beklenemezdi, öyle değil mi?

Soru(nu)muz çok net: Tıpkı ülkemizin üzerine çöktükleri gibi, Bursa’nın üzerine ayrıca çöken bu patron sınıfına karşı ikirciksiz, amasız, fakatsız bir mücadeleyi örecek miyiz?

[email protected]