Büyük bir projenin parçası: İstanbul – İzmir Otoyolu

KENTİN SESİ - BURSA yazıları

Oldum olası, ne zaman bir otoyol ihalesi duysam, büyük bir vurgunun ayak seslerini duyar gibi olurum. Bir örnek: TEM Otoyolu. Dünyanın en pahalı ve kaliteden yoksun otoyollarının başında gelir. Ardından Karadeniz Otoyolu. Karadeniz'in güzelim doğasının böğrüne saplanan bu otoyolda iş yapan yüklenici firmaların kimlerin taşeronu olduğu araştırıldı mı acaba?

Şimdi de İzmit Körfez Geçişi ve Bursa - Balıkesir - İzmir Otoyolu Projesi.

Uzunca bir süredir konuşulan ve Yap-İşlet-Devret (YİD) yöntemiyle yaptırılacak bu otoyolun ihalesi geçtiğimiz hafta içinde gerçekleştirildi. Bu otoyol Bursa'daki 55 km. uzunluğundaki çevre otoyoluyla buluşacak. Karacabey ve Kemalpaşa'nın en verimli arazilerinden geçerek İzmir'e ulaşacak.

Bu proje hakkında iki yıldır Bursa kamuoyunda sürekli konuşuluyor. Ancak bu projenin büyük bir dönüşümün önemli bir parçası olduğu (çok az kişi dışında) ne yazılıyor ne dillendiriliyor.

Şimdiden bu otoyolun geçeceği güzergâhların uydular aracılığıyla haritalarının çıkartıldığı, yerli ve yabancı büyük tekellerin araziler satın aldığı söylenmektedir.

***

Bursa - Balıkesir ve İzmir hattındaki birinci sınıf tarım arazileri yok edilmekle kalmayacak, ülkemiz tarımsal ürünlerden tutun, yeraltı kaynaklarına kadar büyük bir vurguna sahne olacak.

Size bir mühendis dostumuzun verdiği rakamları iletmek istiyorum. Bursa tarımının en önemli kaynağı yeraltı su kaynakları. 1960'lı yıllarda yarım metreden su çıkan Bursa ve yöresindeki tarımsal arazilerde şu anda 70 metreden su çıkarılabildiğini söylemektedir. Nedenini tahmin etmek güç olmasa gerek.

Üniversitede okurken hocalarımız tarım politikaları ve sanayileşme sözkonusu olduğunda aklımda kaldığı kadarıyla şöyle derdi: "Bir fabrikayı alır başka bir yere taşıyabilirsiniz telafisi mümkündür. Ancak toprağı alıp başka bir yere taşıyamazsınız. Bu nedenle tarım arazilerimizi o kadar özenle korumalıyız ki, ne başka bir yere taşıyabiliriz ne de telafisi mümkündür."

***

Yaklaşık 20 milyar dolar tutarında bir rantı olduğu söylenen bu büyük "proje"nin hangi parçasından tutmalıyız?

İstanbul'a yığılmış sanayinin "desantralizasyonu"nun Trakya, Kocaeli ve Bursa'ya doğru daha da hızlandırılması mı? Hem bu kentlere doğru hem de bu kentler arası yaşanacak göçün toplumsal sonuçları mı?

Adı geçen bölge ve şehirlerde yaşanacak sosyal, ekonomik, demografik ve kültürel değişim ve bunların sonucu oluşacak sorunlar yumağı mı?

İMF'nin direktifleriyle iflasa doğru sürüklenen tarım sektörünün ve giderek yoksullaşan tarım işçilerinin içler acısı durumu mu?

Tarım kesiminden kentlere doğru yaşanacak olan akıl dışı göç mü? Bunun hem nedeni hem de sonucu olabilecek işsizliğin boyutu mu?

Ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının büyük bir açgözlülükle talan edilmesi mi?

Otoyollarıyla toplumcu ulaşım politikalarından giderek uzaklaşılması mı? Denetimden uzak otoyollarının uyuşturucu trafiğinin önemli bir aracı olması mı? (Yıllar önce, bir batılı istihbaratçı, verdiği bir röportajda "Türkiye'nin doğusundan giren uyuşturucuyu Avrupa'ya ulaşmış kabul ederiz" demişti.)

Ne yazık ki, emekçi halkımıza bu "proje"nin büyük ve çağdaş bir değişim olarak algılatılması mı?

***

Sanırım şimdi anlaşılmıştır Bursa'ya her ay düzenli gelmeyi alışkanlık haline getiren Amerika, Rusya, İsrail, Alman ve diğer AB üyesi ülkelerin büyükelçi ve konsoloslarının meramı... Bu zatlar başta valilik olmak üzere Bursa Sanayi ve Ticaret Odası ve patronlarla yaptıkları görüşmeleri "Bursa yıldızı parlayan marka bir şehir olma yolunda. İkili ilişkilerimiz giderek artacak" diye özetliyorlar. Basına ve kamuoyuna hiçbir açıklama yapılmıyor. Sakın bu güzergâhta alacakları araziler, kuracakları fabrikalar ve alacakları teşvikleri konuşmak için geliyor olmasınlar?

Peki, Bursa Valiliği'nin koordinatörlüğünde bu güzergâhtaki tüm illerin valilerinin düzenli toplanması ne anlama gelmektedir? Giderek tüccarlaşan (yes vi ken'ci) valiler acaba ne konuşmaktadırlar?

Kraliçe Elizabeth yıllar sonra yaptığı kısa ziyarette neden Bursa'yı tercih etmiştir? Kocası Dük Philip hangi pazarlıkları yapmıştır?

Sıra şimdi ulusal ve yerel medyada ve onların patronlarındadır. Psikolojik savaşı başlatmak zorundadırlar. Karşı çıkacak olanlar çağdaşlamaya karşı çıkan dinazorlar olacaktır! Bunu da kolay yapacaklardır. Çünkü karşılarında örgütlü bir güç yoktur. Defetmesi kolaydır. Sonra sıra bölgenin valilerine ve arazileri yağmalayanlara gelecektir. Cargill'deki gibi, bölgeye iş olanakları gelecektir! Patronlar valilerin açtığı okulları yaptıracaklar çocuklarımız okuyacak, cahil kalmayacaktır! Yok olan tarım arazileri mi? Kime ne? Ne o? Memleketin gelişmesini istemiyor musun?

***

Böylesi büyük sömürü organizasyonlarına karşı, küçük parçalara ayrılmış, düzen içi ve palyatif çözümler içeren çalışmalarla karşılık verilemez. Bir örnek vermek gerekirse, Cargill ile ilgili yaptığımız görüşmelerden birinde Bursa'nın tanınmış bir siyasetçisi, biraz üstelediğimde "ben işin hukuki boyutuyla ilgileniyorum siyasi yanı beni ilgilendirmez" diye yanıt vermişti. Özelleştirme sürecinde de bazı sendikalar "nasıl olsa hukuki süreç" var diye öncesinde kılını bile kıpırdatmamıştı. Ne oldu hukuk mücadelelerine? Bush Cargill davasında dinledi mi, Türk Hukuk Sistemini? Ya Koç, Tüpraş'ta?

Bu toplumda sol toplumsalllaşma dinamikleri yaratır ve emekçiler nezdinde kendi siyasi gücünü ve hukukunu oluşturursa bu oyunu bozar.

Gerisi laf-ı güzaf!

[email protected]