Bugünden düne bakmak ama nasıl?

KENTİN SESİ - BURSA yazıları

Yazımın yöntemine dair, yakın tarihten bir örnek vermek istiyorum. Bu örneğin güncel kimi çağrışımlar yapabileceğine de inanıyorum.

Bakın, 2008 yılında, ülkemizde Ocak'tan Mart'a neler oldu?

Diyarbakır'da bomba patladı.

Amerika ile tarihin en büyük uçak (F35) ve helikopter anlaşması yapıldı.

Abdullah Gül, ABD'ye giderken Türkiye'nin Irak ile ilgili daha fazla sorumluluklarının olduğunu belirterek, “ABD'siz hareket etmenin bedeli ağır olur” dedi.

Bush, Sünni – Kürt ekseninde bir platform oluşturmak adına Ortadoğu'da turladı.

Erdoğan, türban tartışması başlattı. Türban Yasası çıkarıldı.

Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, Denktaş KKTC'nin tanınma gündemini hatırlattı.

Genelkurmay 2. Başkanı ABD'ye gidip, ülkemize ardı ardına ABD'li yetkililer gelirken, ABD'den demeçler geliyordu: “Türkiye, istediğimiz şekle giriyor” diye...

Bir ABD operasyonu olan ve TSK'nın Kuzey Irak’a yaptığı sınır ötesi operasyon sürerken, o dönemde, AKP’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Egemen Bağış, “Dün askeri harekat haberleriyle uyandık. Askerlerimiz karda kışta çok zor bir harekata başladı. Aynı gün Tekel’in özelleştirme ihalesi yapıldı. Binlerce askerimizi Irak’tan içeriye soktuğumuzda bu ihale yapıldı ve Tekel yaklaşık 2 milyar dolarlık bir paraya satıldı. Yabancı sermaye korkulması gereken bir şey değildir. Tekel ihalesiyle önceki hükümetlerin 2 yıl boyunca getiremediği yabancı sermayeyi bir günde getirdik”

Yine o dönemde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “harekat sürdüğü sürece ABD'nin desteği sağlanmalıdır” dedi.

Bandırma ve Samsun Limanları satılığa çıkarıldı.

Peki, bir yıl öncesini hatırlıyor musunuz? Oysa 2007'de, Türkiye'de halkın yüzde doksanı Amerika'ya düşmandı!

Hatırlayın, köşe başlarını tutmuş yazar çizer takımı, belagattan yoksun bir şekilde “Türkiye ile Amerika'nın arası çok açıldı, tehlikeli bir süreçten geçiyoruz Amerika Türkiye'nin bölünmesini mi istiyor” diye yazıp yazıp ağladılar!

Çok değil, bir yıl sonra, Amerika Türkiye'nin selametinin bekçisi oldu! İşine geldiği zaman kök söktüren, işine gelmediği zamanda bombalar patlattıran Amerika, o dönemde Türkiye'nin bölünebilirliğini tartıştırabilmiş Türkiye, tıpkı pencereden sarkıtılarak korkutulan ve sonra geri çekilen insana benzemiştir.

Tüm ipleri elinde bulunduran emperyalizm ile böyle bir ilişkiniz varsa, başınıza gelecek herşeye razı olmak zorundasınız. Çuvala, bombaya, bölünmeye...

***

Tarihin herhangi bir kesitinde, gelinen noktadan hareketle, geride bırakılan dönemleri anlamlandırmak gerekiyor. Çünkü gelinen nokta, bir gerçekliği ifade etmektedir. Bu gerçeklik, geride bıraktığımız yıllarda ülkemizde oynanan oyunları deşifre etmenin kalkış noktası ya da anahtarı olmaktadır.

Bugünden bakıldığında, 12 Eylül ve onun ürünü AKP'nin nasıl bir düzleme oturduğu anlaşılmıyor mu? Türban tartışmasının ve hatta ilericilik – gericilik tartışmasının nasıl önemsizleştirildiği görülmüyor mu? Peki ya, Amerika'nın dediğini yapan AKP'den bir farkı kalmayan daha da doğrusu pasifleştirilen ana muhalefete ne demeli? CHP'nin nasıl bir konuma çekildiğini, yeni CHP'ye doğru gidilen yolun taşlarının nasıl döşendiği şimdi anlaşılıyor mu? Kosova'dan hareketle, emperyalizmin dünyada nasıl “yeni” ülkeler istediğini, görülebiliyor mu? Günümüzde, Türkiye'nin Ortadoğu'daki “tehlikeli” konumuna bakılırsa, geçmişte yapılanların ve siyasi aktörlerin katkısı daha anlaşılır hale gelmiyor mu? Demeçlerden hareketle, kapalı kapılar ardında nelerin konuşulabildiği hakkında tahminlerimiz olabilir mi? Konjonktür farklı olsa da, İsrail ile bugün başka bir düzlemde olan ilişkiler konusunda kimi ipuçları bulunabilir mi? Sosyalizm sonrası, fabrikalarına ve limanlarına el konmuş ve emperyalizm tarafından “gereksiz” görülen Türkiye'de toplumun gericilik sayesinde “insanlığından çıkması” bir tesadüf mü?

Kısacası, özelleştirmeler, dinci gericilik ve bölgemizdeki kanlı senaryoların emperyalizmin büyük bir planı olduğu daha iyi anlaşılmıyor mu?
“Büyütülerek” (Yeni Osmanlı), küçültülecek olan (tasfiye) Türkiye'nin hali bu!

***

Genelden yerele...

Böyle bir ülkenin dördüncü büyük kenti Bursa, tüm bu gelişmelerden azade değildir. Kentteki tüm dönüşümler, rant planları ve kamuoyu bu gelişmeler doğrultusunda oluşmaktadır.

Yukarıdaki yöntemle Bursa kentine baktığımızda da benzer çıkarımlar yapılabilir.

Bugünden bakıldığında Merinos'un yok edilmesi yerli yerine oturmuyor mu? Güzelim devasa tesisin yok olmasında payı olanlar teşhir edilebildi mi yoksa aramızda utanmazca dolaşıyorlar mı?

Arkasında emperyalist Amerika'nın olduğu Cargill karşısında salt hukuk mücadelesine güvenenler, bu şirketin hukukla durdurulabileceklerine dair yanılgılarını kabul edecek mi? Ya Cargill'in kamuoyu oluşturma çalışmalarının zokasını yutanlar, gönüllü avukatlığını yapanlar? Onlara ne denecek?

Bursa'nın duyarlı kamuoyu, zamanla nasıl “duyarsız” hale getirildiğini ve bunu nedenini anlayabilecek mi? Gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar, yerel önderler vd. Sadece nerede hata yaptıklarını değil, günümüzden hareketle “ayağa kalkılmazsa” kendilerini nasıl bir “son”un beklediğini görebiliyorlar mı?

Oda, dernek ve sendikaların sol, sosyalist yönetici ve üyeleri, ideolojik şiddeti epey yüksek bir siyasi konumlanışa ihtiyaç duymuyorlar mı?
Otuz yıl boyunca, Bursa'da emekçileri kentin çevresine yığan patronlar ve onlarla işbirliği içinde olan yerel yöneticilerin yaptıkları ve keyfi tutumları yeterince deşifre edilebildi mi? Hesabı sorulacak mı?

Bursa'nın vahşi bir şekilde geçirdiği dönüşümün adımlarının nasıl atıldığı görülebiliyor mu? Londra ve Paris'e gidemeyecek olan Körfez ülkelerinin orta sınıf vatandaşlarının harcayacağı paraya göre, bir estetik(!) geliştirecek olan Bursa'nın hali nice olacaktır? Bunun temellerini kimler ve nasıl attılar, öğrenilmeyecek mi?

Toplumsal yapıda oluşturulan gericiliğin beslenme kanallarının nasıl yıkılabileceği konusunda duyarlı kesimin yapabileceği şeyler görülmüyor mu?

Bursa'nın tarihinde sömürü ve yağmanın tepesinden oturanların bir kısmı bugün hâlâ ya karşımızda durup, ekonominin gelişmesinden, işsizliğin azalmasından söz edip, arsızca gülümsüyor ya da hortumladıkları servetlerle sefalarını sürmeye devam ediyorlar. Sadece bu arsız patronlarla değil, onlarla patronaj ilişkilerini başka bir düzlemde gerçekleştiren ve kamuoyunda “saygın” bir konumu olanlarla da hesaplaşmak gerektiği anlaşılmış olmadı mı?

***

Büyük bir mücadelede tarafız. Emperyalizm ve sermaye sınıfı unutmaz. İntikam duygusu güçlüdür, kayıtları vardır. Bu yol, her zamankinden daha fazla zor! Bir nostalji duygusuyla değil, gelecek için, mücadelemizin sağlıklı yapılabilmesi adına bugünden düne, tarihe bir göz atmamız gerek.

Tarihe kayıt düşmek ve tarih yazmak için.

[email protected]