Yok dedemin takkesi

“Bugün bütün solcuların dedeleri muhafazakardı” buyurdu malum şahıs.

Perinçek, Kübra hanım kızımızla yaptığı söyleşide, muhafazakarlarla yanyana gelişlerinin kötü bir şey olmadığını böyle gerekçelendirdi. "Benim dedem de muhafazakardı, ne var muhafazakarlarla hemhal olmamızda" argümanını bu kötü kurulmuş cümleyle destekledi: Bugün bütün solcuların dedeleri muhafazakardı.

Gördüğüm kadarıyla en az tartışılan cümlelerinden birisi bu.

“Herhalde büyük oranda doğru olduğu için” diyemeyeceğim. Çünkü bu cümlenin doğru olması “şahsın” bu cümle üzerine bina ettiği takkeli dansöz heykelini kutsal kılmaya yetmiyor.

Peşinen söyleyeyim, benim dedem muhafazakar falan değildi. Düpedüz yobazdı, daha doğrusu yobazmış. Bu noktaya geri döneceğim.

Önce “şahsın” siyasal hayatından birkaç kesit hatırlatmak durumundayım. Bununla yetineceğim.

Şahıs, 12 Eylül çıkışında, 80'lerin ortalarına doğru yani, memlekette sol bir parti kurma konulu tartışmalarla, sosyalist düşüncenin yeniden ihyası amaçlı panellerde boy göstermekteyken, yanı başına almaktan çekinmediği iki isim Abdurrahman Dilipak ve Murat Belge idi.

Aziz Nesin gibi onurlu başı dik aydınlarımız meydanı bu soytarılığa bırakmıyordu ama yine de “solun bu çok şöhretli yüzü” gibiler örneğin şeriatçı parti kurulmasını yasaklayan ünlü 163. maddenin de sınıf esasına dayalı partilerin (komünist işçi sınıfı partileri yani) kurulmasını yasaklayan 141 – 142 ile birlikte kaldırılmasının demokrasimizi pek güzelleştireceğini savunuyordu.

Kısa sürede gördük, “şeriatçı parti kurulmasının yasaklanmasını” demokrasi ayıbı olarak gören bir ülkede komünistlik suç olmaya devam ediyordu!

Sonra aydınlıkçı şahıs aydınlanma kahramanı olarak sahne aldı.

Mustafa Kemal'in kaleme aldığı söylenen tarih kitaplarında yer alan materyalist islam tarihi çözümlemelerinin altını çizdi.

Mevcut standartlar ile “din alimi” iken tanrıtanımaz olmuş olan Turan Dursun'un kitaplarını yayınladı.

Ve saire, ve saire... Çoğu okur benden daha iyi biliyordur bu hikayeleri.

Kendisi için mezar yaptırılacak olursa, allah gecinden versin, takkeli bir dansöz heykeli pek yakışır.

Şahsı bırakıp dedeme dönelim.

Evet dedem gerçek bir yobazmış.

Şapka devrimi günlerinde din ehli ve mütedeyyin ahali çevre ilçelerden, köylerden ayaklanıp Erzurum merkezine doğru yürümeye başladıklarında kışkırtıcılardan birisi imiş, allah günah yazmasın.

Birkaç gün içinde toplanıp hükümet konağını basmak üzere kentin yakınlarına geldiklerinde ordunun şehirde olduğu ve darağaçlarının kurulduğu haberi gelmiş de toplanan ahalinin 3 günde geldiği yolu geri dönmesi birkaç saat sürmemiş.

Dedem Sarı Hoca (sarışın sakallı bir İspirli imiş kendisi) o günlerde hakim karşısına çıkarılmış. Kendi anlattığına göre hakime söylediği bir kaç iğneli sözle hem masumiyetini kanıtlayıp (!) kellesini kurtarmış, hem de kuyruğu dik tutmayı başarmış.

Sarı Hoca'nın iki oğlu ve kızları vardı. Pek sevdiğim başörtülü ve 5 vakit namazını ihmal etmeyen halalarımın bu şekilde anılması benim suçum değil.

Her ne ise, iki oğulun büyük olanı Erzurum'da yıllarca Üniversite Kitabevi'ni işletti. Zamanında Erzurum'da Cumhuriyet gazetesi satılan az yerden birisiydi. Din mektebinden erkence yaşta kaçmış. Hocanın küçük çocuklara yaptıkları ile başlayan sorgulamaları sanırım pek geç olmayan bir yaşta onu babasının ilminden koparmış.

Birlikte gittiğimiz bir cenazede saf tutmamakla yetinmeyip kenarda dururken saf tutanlar arasında tanıdığı kimi kişilerin nasıl ikiyüzlü, nasıl sahtekar adamlar olduklarını yüksek sesle anlatıp hafiften imanlarını elden geçirdiğini hatırlıyorum.

Küçük oğulun, babası sarı hocaya ilişkin hatıratındaki keskin nokta ise okul karnelerini incelemeyi reddedip, okur yazar olanların nasıl pezevenk ve orospu olduklarını anlattığına ilişkin olanı.

Şükür babalarıyla hesaplaşmışlar.

Yoksa birkaç kuşak hepbirlikte sarı hocanın durduğu yerde duruyor olurduk.

 

Ve şükür, Türkiye solcusunun çok büyük bir kısmının dedesi muhafazakar olsa da, “benim dedem...” diye başlayanlarımızın sayısı çok fazla değil.

Yoksa Cumhuriyet'in 93. yılında kutlamalarda genç kadın ve erkek atletleri değil takkeli dansözleri izlemek durumunda kalırdık.

Solcusu “dedem” diyen ülkenin ileri gitme umudu kalmazdı.

Ha bir de neyse ki, büyük şairimiz var baş ucumuzda. Ne demiş:

Hasep, nesep, kan, soy sop işinde yoğum.

Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum

ne de tecrübelik bir tavşan.

Ben sadece ölen babamdan ileri,

doğacak çocuğumdan geriyim,

ve bir kavganın adsız neferiyim..

 

Haftanın #AzizNesinlikÜlkeyizVesselam hikayesi

İmralı Tutanakları yayınlanıyor. Avrupa'da...

Mezopotamya Yayınları tarafından.

Fırat Haber Ajansı kitaba dikkat çekiyor. 3 Ocak 2013 ile 14 Mart 2015 tarihleri arasında yapılan görüşmelerin tutanaklarının yayınlandığını haberleştiriyor.

Kürt meselesine önem veren, barış yürüyüşleri düzenleyen, düzenlenen barış eylemlerine katılan Türkiyeli sosyalistler ise Mezopotamya Yayınları'nın bu kitabını neredeyse görmezden geliyor.

Tutanaklarda Öcalan'ın Sırrı Süreyya Önder'e verdiği bir talimat var. Durum AzizNesinlik, talimat daha da bir AzizNesinlik: Sen de Türk soluna söyle, hiçbiri Mahir’e, İbo’ya, Deniz’e layık değildir.