Uyuyan hücreler, uyurgezer toplum

“Neyse ki ordu var.”

AKP’yi tepemize çıkartan 2002 seçimlerinin iki gün sonrasında Hürriyet’in “atmadığı” başlık buydu. Ertuğrul Özkök, “aklımıza bu başlık geldi ama atmadık” demişti.

Türkiye’de burjuva siyasetinin açılımlarını ve salınımlarını mümkün kılan, siyasette ortaya çıkan uç arayışlarda kontrolden çıkacak bir paniğin doğmasını engelleyen bir şey hep bu oldu: dengeleyen bir “büyük” gücün burjuva siyasetindeki etkin varlığı.

“Dinci” parti, 2002’de tek başına hükümeti kurduğunda herkesin yüreğine su serpecek faktör belliydi. “Ordu var.”

12 Eylül’ün “sorumlu” gücü, şeriat karşısında garantördü!

***

Şahin – güvercin hikayelerinde de aynı işlev var. Gün şahinlerin günüyse ve şahinlere “haydi” denilecekse, sahnede mutlaka birkaç güvercin olmalıdır. “Ne oluyoruz” paniğini bastıracak olan da budur, “şahinler”in yaptıkları işin heyecanına kapılıp (doğal ve gerekli olarak) hız sınırını aşmalarını engelleyecek, sınır aşıldığında sigorta işlevi görecek olan da…

Üstelik bazen şahin şahinliğini yapacaksa, güvercine ihtiyacı vardır.

Ve üstelik, şahin rolünü tamamladığında güvercinin ihtişamlı bir biçimde sahne alması da bu sayede mümkündür.

Yakın tarihimize bakarsanız, bu rol dağılımının bizzat bu iki aktör tarafından da pek güzel benimsenmiş olduğunu görürsünüz. Bir dönem birbirlerine “vatan haini” derecesini uygun görmüş iki siyasetçinin maç bittikten sonra sarmaş dolaş olabilmelerini, yıllar sonra kolayca birbirlerinin hakını verebilmelerini başka ne açıklar ki?

***

Bu söylediklerimiz, yani bu tür siyaset “oyun”larının mümkün olabilmesi, toplumumuzun yüzde 60’ının zeka seviyesiyle ilgili bir arızaya işaret etmez.

Tersine, pek akıllı, pek işini bilir bir toplumuz.

Ve zaten bakmayın, toplumlar verili bir anda işlerini bilirler.

Onlara yıllar sonra “ne aptalmışız” dedirten, belirli bir anda en aptalca olan seçimi yapmış olmaları değil, birbirini izleyen akıllıca (ya pek akıllıca hem de) tercihlerin sonunda adım adım bir felakete yönelmiş olmalarıdır.

***

Bu hafta sonu büyük bir uluslararası barış yürüyüşü için hazırlıklar yapılıyor.

Şu ana kadar gelen bilgiler, tek bir ortak pankart arkasında, sadece Suruç’ta katledilen insanların fotoğraflarının ve tek bir ortak sloganın yazılı olduğu dövizlerin taşınacağı bir yürüyüş olacağı. Biraz tanıdık geliyor değil mi?

Başarılabilirse, böyle bir yürüyüş ülke siyaseti için rahatlatıcı olacaktır.

Bir kere yürüyüşte yer alacak uluslararası ağırlığa da bağlı olarak, burjuva siyasetindeki sıkışmayı bir kez daha ve bu sefer sarayından istismar ederek “kilitleyen” ve bir kez daha kendini “kilit unsur” haline getirmeye çalışan diktatörün “haddini” bilmesi için bir araç olabilir.

İkincisi, böyle bir yürüyüş, her tarafı bubi tuzakları ile dolmuş bir ülkenin insanlarını rahatlatabilir. Bir haftaya yayılan haklı öfke nöbetlerimizin en sonunda “yo-fakat-insanlık ölmüş değil” rahatlamasına kavuşturulması bir cumhuriyet için az şey midir?

Başarılması çok zordur ve hiç kumar oynamamak, bu “bonus”u hiç zorlamamak da bir tercih olabilir ama bir de söz gelimi bu yürüyüşün ön taraflarına şöyle bir Amerikan elçisi yerleşse ve “neyse ki Amerika da yaptığı hatayı anladı, uyandı” dedirtse fena mı olur?

***

Tek ihtimal bu değildir elbette. Düzenin, hele bu kadar çok karpuzu koltuklarına doldurmuş bir halde şaşkınca debelendiği bir zamanda her senaryonun kendine kolayca sahne bulacağını düşünmemek için de çok neden vardır.

Fakat kimse, bugün sigortaları atmış gericilik karşısında yeni sigortalar aranışını inkar etmeye kalkmamalıdır.

Ve hele hele kimse, “hep biz tribünde oturup maçın en doğru yorumunu yapan taraf mı olacağız” diyerek “biz de iki topa vuralım, ne olmuş top kendi kalemize girerse. O da bir goldür” kafasıyla davranmamalıdır.

Yoksa olacak olan, uyuyan hücrelerin uyuyan toplumdan bir “uyurgezer toplum” çıkarmak için kullanılmasıdır.

Oysa uyuyan hücreler her zamankinden daha fazla “uyarıcı” olabilir. “Gerçek islam bu değil” cümlesi milyonlarca insan için artık bir alay konusu olmuş ise, “gerçek çıkış bu değil” diyenlerin güç kazanmaları (isterseniz yeniden güç kazanmaları diyelim) hiç zor değildir.

Üstelik gerçekten de doğrudur: Türkiye, bölgemiz ve dünyamız büyük gürültülerle kopacak bir fırtınanın eşiğindedir.