TÜBİTAK Milli Piyango’ya bağlansın

47 yıl önce çekilmiş bir filmi anarak. Umut’u.

 

“AKP’nin gizli gündemi var diyen laikçi teyzedir, pis kemalisttir, paranoyaktır, ulusalcı, jakoben ve ittihatçıdır” denilen yıllardı.

“Gizli gündemimiz falan yok ama devletin kumar oynatmasına çok içerliyoruz” açıklığı vardı Erdoğan liderliğindeki partide. O kadar da delikanlıydılar.

Şu sıralar, “gizli ajanda yok” tartışmalarından, “şeriata ajanda mı dayanır” noktasına geldiğimize göre insan düşünüyor tabii… Sarıklı polisleri, “biz yeni devlet kuruyoruz” diyen milletvekillerini de gördüğümüze göre Milli Piyango’nun da kapatılmasının vakti gelmiş olamaz mı?

Tabii ki olamaz.

Diyanet’in “kumar haramdır, dolayısıyla piyango da. Ve piyangodan çıkan paranın ‘güya’ sadaka olarak verilmesi de mümkün değildir” açıklamasını yaptığı (fetvasını verdiği) 2013 yılında gazeteler şu müjdeyi veriyordu: AKP döneminde “devletin oynattığı kumar”dan kasaya akan para toplam 8 milyar liraya yaklaşıyor.

“Milli Piyango ne zaman kapanır? Sarıklı polis kavağa çıkınca.”

İyi de sarıklı polis de kavağa çıktı!

Fark etmez. Milli Piyango, “altılı ganyan şirketi” ile paket yapılıp Varlık Fonu’na 2017 yılında devredildi. İlgili bakan daha geçen ay “ikisini güzelce paketleyip satışa koyduk, cazibesi artsın diye” açıklaması yaptı.

Devlet kumar oynatmaz, piyangodan dünya para kazansan o paradan sadaka veremezsin ve zaten günahtır kumar oynamak ama devlet kumar oynatma lisansını pazarlayabilir.

Milli Piyango kapanmaz. Hatta tersine. Çok başka şeyler düşünülebilir hakkında.

Bu konudaki önerimin gerekçelerini anlatacağım.

Önce haberler.

* * *

Mucizenin hası Giresun’dan geldi. Hürriyet’in başlığı şuydu: “Öldü diye üzerini bile örttüler ama... Bunun adı mucize!” Karagöl’e giren 13 yaşındaki Vedat Bektaş bir süre sonra gözden kayboldu. Gölde yapılan arama sonucu cesedi bulunan Vedat, göl kenarına konuldu ve üzeri örtüldü.

Mucize bunun ardından gerçekleşti. Yakındaki bir şantiyede çalışan “mühendis vatandaş” örtüyü kaldırarak Vedat’a suni teneffüs ve kalp masajı yaptı. Vedat canlandı.

Habercilerin görüştüğü Doktor Yılmaz bu vesileyle yurttaşları uyarıyor: Şunu söylemek istiyorum hasta sudan çıkarılır çıkarılmaz eğer kalbi atmıyor ve nabız alınamıyorsa mutlaka acil müdahaleye başlamak gerekiyor.

Sudan çıkartılıp öldü sanılan Vedat’ın şansına bir mühendis oradan geçiyordu ve basit ilk yardımdan biraz hallice olan bu müdahaleyi yaptı.

Fakat gazetenin attığı başlık değişmedi: Bunun adı mucize!

İlk yardım, tıp, bilim falan olacak değil ya! Mucize işte…

 

İkinci mucizeyi yine Karadeniz’den bekledik. Daha doğrusu Bebek’ten. Yok Arnavutköy’den. Yok yok Karadeniz’deki Arnavutköy’den. Yok aslında Genelkurmay’dan.

Furkan Yıldırım, 25 gün önce 15 Temmuz bayram kutlamalarına katılmak için geldiği Bebek’te arkadaşları ile boğazın sularında yüzmek istedi. Akıntıya kapılan Furkan kısa sürede gözden kayboldu. Ailesi günlerce aradı 17 yaşındaki genci. Genelkurmay’a yaptıkları başvuru sonucunda kayboluşunun 25. gününde boğaz trafiğe kapatıldı ve Bebek’te aramalar yapıldı.

Furkan bulunamadı. Bağcılarda bir ailenin 10 yaşındaki oğlu günlerce rüyasında Furkan’ı görmüştü. Boğaz’ın Karadeniz çıkışından kilometrelerce uzaktaki Arnavutköy Karaburun’da kayalıklara sıkışmıştı ve anne babasının kendisini kurtarmasını bekliyordu.

Hikaye uzun. Rüyada görülen kayalıklar aynen yerinde duruyor, hatta rüyada bir de koltuk görmüş küçük “tanık”. Koltuk da tam orada. Yani oralarda.

Sonuçta 27. günde Karaburun’da kurbağa adamlar arama yaptı! Genelkurmay’dan, Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndan ya da başka herhangi bir otoriteden, “rüyaların çok çeşitli nedenleri, altyapıları olabilir, boğazda yüzey akıntıları Karadeniz’den Marmara’ya doğrudur. Zira Karadeniz 40 cm. yukarıdadır Marmara’ya göre. Tuzluluk farkı yüzünden oluşan dip akıntılarının Furkan’ı (bu durumda ne yazık ki cesedini) Karadeniz’e taşıması, oradan sahil boyunca kilometrelerce gidip Karaburun’a ulaşması mümkün değil. Ayrıca kurumumuz rüya tabirlerine göre arama yapmayı reddetmektedir” sözü duyulamamış. Furkan’ın ailesiyle görüşen bir milletvekili de ifade etmiş: Başbakan ve Cumhurbaşkanı olayın bizzat takipçisi, aramalar Furkan bulunana kadar devam edecek. Babanın ilk aramanın yapıldığı saatlerde söylediği sözler kadar olsun bilimsel bir uyarı yapılmamış: “Allah’tan ümit kesilmez ama denizin altındaki bir insandan nasıl bir umudumuz olsun.” Onun yerine arama çalışmaları rüya tabirine göre yapılmış. Eski Adli Tıp Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy, arama çalışmalarının ardından sadece “böyle rüya tabiriyle yapılmış aramadan sonuç alınmış örnek literatürde yok” diyebilmiş bir gazeteye.

Şimdi lütfen bu söylediklerim aramızda kalsın. “Jakoben, ittihatçı, pozitivist zihniyet, insanların acılarına ve çaresizce umutlarına bile saygı duymuyor. Tekçi zihniyet gerçekliği dinsel bir dogma haline getirdiği bilimin dışında aramaya yanaşmıyor” anafikirli bir yazıya konu olmak istemiyorum. Nuray Mert’in acısı bizden çıkmasın.

Ama Yılmaz Güney’in Umut filmini bir kez daha seyredin bu vesileyle. Seyrettirin. Zamanıdır.

* * *

Milli Piyango’ya dönelim.

Bu koşullarda en doğrusu Milli Piyango’nun TÜBİTAK bünyesinde bir enstitü haline getirilmesi olabilirdi.

Fakat madem yeni devlet kuruluyor, modernitenin bize dayattığı kalıplarla düşünmeyi bırakalım.

Doğrusu TÜBİTAK’ın Milli Piyango’ya bağlanmasıdır.

 

Ve bence TÜBİTAK’ın başına Nuray Mert, bağlandığı kurum olan MP’nin başına da Bilal Türkaslan getirilebilir, bu durumda.

Zamanı gelmiştir.

 

DİPNOT:

Hemen google’a asılmayın. Söyleyeceğim Bilal Türkaslan’ın kim olduğunu. Mayıs sonunda definecilerce kaçırılmış bir şahıs Bilal Türkaslan. İzmir Nif Dağı’ndaki tonlarca altının yerini bildiği (!) için kaçırılmış. 11 gün boyunca türlü işkence yapmışlar Bilal’e.

Nasıl bulunmuş derseniz... Eşi, Bilal kaçırılır kaçırılmaz Müge Anlı ile Tatlı Sert programına çıkmış. O sayede bulmuşlar Bilal Türkaslan’ı. Türkiye’nin önü açık: Sarıklı polisin elinden kaçan, Müge Anlı’ya yakalanıyor. Sorun şu ki, Bilal Türkaslan bir kez bulunduktan sonra onu kaçıranların asıl derdi anlaşılmış. Dertleri tonlarca altının yerini biliyor olması değil. Altının yerini biliyorum diyerek 40 kişiyi dolandırmış Türkaslan. Milli Piyango'nun başına böyle bir adamı getirmek gerçekten iyi fikir değil mi.

* * *

Yahu neydi o eski devirler. Darbeci komutanların medyum çağırıp terfi sorduğu askeri vesayet zamanları...