İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?

Türkiye Devrimi için sorulacak sorular var.

Bu soruların önemlice bir kısmı ancak aynı anda ya da birbirlerinin üstüne bindirilerek yanıtlandığında ortaya anlamlı bir yanıt çıkıyor.

Belki de tam bu karmaşıklık nedeniyle ülkemizde siyasal düşünce muazzam bir çeşitlilik barındırıyor.  Çeşitlilik, ne yazık ki “kombinasyonların” çokluğuna değil, “tek tek” ele alınabilecek meselelerin çokluğuna dayanıyor.

Bence böyle. Kavramlar ortaya atılıyor, kavramlar eskitiliyor. Stratejiler beliriyor, taktik çekiştirmelerle zenginleştiriliyor ve sonra çöküyor. Bir gün orada gördüğünüzü yarın bambaşka bir yerde buluyorsunuz. Orducu dediğiniz Marksist, Kürt siyasetini koltuğuna alan bir stratejinin savunucusu olarak karşınıza çıkıyor. Çünkü siyasal düşüncenin önünde geniş bir tanımlama alanı var.

Evet, Türkiye solcusu “istediği sorudan başlamaya” çok meraklı.

Maalesef, toplumsal mücadelede “istediğiniz sorudan başlayamazsınız.”

***

Kürt sorunu…

En az 100 yıllık sorun.

Peki 100 yıldır aynı sorun diyebilir miyiz?

Diyemeyiz. Tekrar etmek pahasına 1960’ların sonunda “Doğu Anadolu’nun Düzeni” yazıldığında Beşikçi’nin asıl büyük katkısı sorunun Türkiye kapitalizminin eşitsiz gelişmesi içinde nasıl yön, boyut ve şekil değiştirdiğine işaret etmesiydi. Beşikçi, sonraları bu konumunu büyük ölçüde terk ederken bütünüyle haksız da değildi. Yine bir şeyler değişmişti! “Devletlerarası” bir sorun olarak Kürt sorununda belirleyenlerin Türkiye kapitalizminin değişim dinamiklerine indirgenmesi mümkün değildi. Marksistler için bu elbette bir tercih meselesidir ve evet biz tercihimizi bu indirgeme üzerinden yaptık.

Şöyle: Türkiye Kürtlerinin, bölgedeki Kürt toplulukları, oluşumları, kurumları ve askeri/sivil yapıları ile ortaklıklarını yer yer görmezden gelerek, bunları Türkiye kapitalizmi içinde Kürtler gerçeği karşısında ikincil bulmak… Bu bir tercihtir. Bir indirgemedir. Marksist bir indirgemedir. Ve miyop değilseniz iyi göreceğiniz üzere devrimci bir tercihtir.

Bu tercihin “Kürt” ulusunu ve uluslaşma sürecini, Türkiye’de Kürt yoksul köylüsünün oluşumu ve proleterleşme süreci karşısında ikinci plana attığı açıktır. Ulus değil sınıf.

Kürt sorununun da, bu sorun alanında geliştirilen stratejilerin de bu topraklardaki macerası esasen bu ikilinin çok objektif bir şekilde birbiriyle karşı karşıya gelişiyle ilgilidir. Kürt milliyetçiliği kadar Kürt halkçılığı da hiç tükenmemiştir. Maç bittiğinde bu ikiliyi birbirinden ayırt edemez hale gelmemiz mümkündür. Ama şimdilik zaman zaman kucaklaşan, somut siyasi harekette bitişik duran bu ikili Kürt sorununda ulus/sınıf çatışmasının görüntüleridir.

Kürt sorunu bir ulusal sorundur ve Kürt sorunu aynı zamanda Türkiye kapitalizminin ve buradaki sınıf mücadelelerinin çerçevesi içinde kavranabilecek sınıf hareketlenmelerinin/değişimlerinin ta kendisidir.

Ve yine maalesef ikisi birden değildir!

Bölgesel koşullara, ülkedeki gelişmelere ve sosyalist/devrimci hareketin gelişimine bağlı olarak ibre yerini değiştirmektedir. Sonuçta “yanıt” Kürt sorununda ulus ve sınıfın nasıl bir bileşimle kendini ortaya koyacağına değil, bunlardan hangisinin galebe çalacağına bağlı olarak ortaya çıkacaktır.

Birinci durum: Ortadoğu’da emperyalist statüko yeniden yapılandırılırken, Kürt sorunu ulus/uluslaşma/siyasal statü sorunudur. Yaşar Kaya’nın, ABD’nin Irak işgalini büyük bir rahatlıkla selamlaması “çok normal”dir.

İkinci durum: Emperyalistler inisiyatif kaybettiğinde, Ortadoğu tasarımları çöktüğünde (garantili örnek 1960’lar olabilir) Kürt yoksul köylüsünün öne çıkması kaçınılmazdır. Burada “sınıf” artık ulusu işitilmez kılmamıştır. Tersine sorun “Kürt ulusal sorunu”dur. Ama çözüm ulusa indirgenememektedir. İndirgenememiştir.

***

Türkiye devriminin “Kürtler nerede duracak” sorusunu yanıtlamadan kurulabileceğine hiçbirimiz inanmıyoruz. Kürtsüz bir Türkiye devrimi düşünülebilir değil.

Öte yandan Türkiye solunun “o zaman Kürt siyaseti ile Türkiye sosyalist hareketinin ilişkisini tarif ederek başlayalım” yaklaşımının hiçbir iler tutar tarafı yok.

“Kürt Marksistleri ile Türk Marksistlerini buluşturacağız” diyen dostumuzun büyük yanılgısı bununla ilgili. Türk Marksistlerini bilmem ama ben baktığımda Kürt Marksistlerini göremiyorum.

Çok da doğaldır. Bölgesel dinamiklerin, ulusal hareketin içindeki “deklase” unsurların ve serpilen siyasal burjuvazinin ağırlığı nedeniyle Kürt ulusalcılığının Marksizme nefes aldırmaması çok doğaldır.

Bu koşullarda istediğiniz sorudan başlayamazsınız.

Hayaller Türkiyelileşme, gerçekler bölgesel pazarlıklar olur.

Hayaller Stalingrad, gerçekler moda dergilerini kaplayan gerilla esinlenmeli kreasyonlar olur. Kobani'deki direniş gerçektir ama bu direnişten kimin nasıl bir sonuç çıkartacağı konusundaki düşünceler çeşitlidir. Ve önemlice bir kısmı hayaldir.

***

Ve olmayan soruları yanıtlayarak avunursunuz.

“Kürt hareketi emperyalizmle ve ABD ile uzlaşacak mı?”

“HDP, AKP’ye destek olacak mı? Diktatörü kurtaracak mı?”

“Kürt hareketi Türkiyelileşme konusunda gayrısamimi mi?”

Bu soruları sorarsınız, “Hayır!” demekle yetinmez bir de bu sorulara “evet” dediğini varsaydıklarınızı kötü niyetlilikle, önyargılı olmakla, saplantılı olmakla suçlarsınız.

Oysa, bu sorular yoktur! Sadece sıra onlara gelmediği için değil. Türkiye siyasetinin ve sınıf mücadelelerinin sorunları bu şekilde basitleştirilip, vülgarize edilemeyeceği için.

***

Evet, Türkiye devrimi “Peki Kürtler ne olacak” sorusunu yanıtlamadan sonuca ulaşamayacaktır. Ama bu sorudan başlayamazsınız.

Başlarsanız, bulacağınız büyük yanıt her şey olur da “Türkiye devrimi” olmaz.