İslam militarizmi Militarizmin “islamcılığı”

Bu iş nasıl bu noktaya geldi?

Türkiye'nin yakın tarihinde bir 2002 kırılması var. Tanıdık aktörlerden “siyasal islam” siyaset terazisinin denge kolunda gezinen bir özne olmaktan çıkıp iktidara yerleşti.

Liberalleştirilmiş, Amerikancılığı test edilmişti.

Ve elindeki senaryo batıya bakan bir Avrupa Birliği'ne giriş macerasıyla başlıyordu.

Tek kırılmanın 2002 olduğunu düşünmek yanlış olur.

2010'u önemsemek durumundayız.

Daha doğrusu gerici partinin “seksek” oyunundaki Avrupa kapısındaki çengi rolünün, krizle de birlikte kapanışını.

Bu iş nasıl bu noktaya geldi?

Yetişmiş devlet görevlileri, subayları taliban kılıklı enternasyonal islam tugaylarının içinde ya da çevresinde, Suriye'de belki yeni temizlenmiş bir Alevi köyünün dibinde “şehit” düşen, hastaneleri koca sakallarıyla cihat birliklerinde savaşıp her yanı yaralanmış militanları ağırlayan, artık en boşvermiş yurttaşının bile Suriyeli göçmenler kadar, Suriye'den geri dönecek IŞİD ya da Nusra militanı Türkiyelilerden korkan bir ülke...

 

Bunun bir delinin işi olamayacağını, o delinin bir ara kündeye getirilip, balkondan aşağı itilmesiyle kapanacak bir kabus görmediğimizi anlatmaya çalıştık.

 

soL Portal'da Adile Kaya imzasıyla yayınlanan bir yazı, yeni Sanayi Bakanı'nın Savunma Sanayi müsteşar yardımcılığından geliyor oluşuna işaret ediyor ve bu kişinin “başarılarına” dikkat çekiyordu. Bir süredir savaş sanayii ülkenin sınayi gelişme stratejilerinde oldukça merkezi bir yer tutuyor. Emperyalizme bağımlılığı kaçınılmaz olan ama belki daha önemlisi “huzurlu ve barışçı” bir Avrupa ülkesinden çok can pazarı Ortadoğu'ya odaklanmış bir savaş ekonomisinde anlamlı olabilecek bir gerçek bu.

 

Sabık başbakan Davutoğlu'nun sanrılar ve hezeyanlarla dolu bir strateji dünyası var, bu doğru. Yeni Osmanlı bu dünyada çok “fantastik” biçimlere kavuşuyordu herhalde. Tayyip Erdoğan'ın çok bireysel ve belki de çok “mahrem” saltanat hayallerinin olduğu da doğru. Ama Yeni Osmanlı'yı bunlara indirgemek açık ki mümkün değil.

 

Ortadoğu'ya bakan bir militarist ekonomi vizyonunun sadece bu tür “psikolojik” unsurlarla açıklanmasıysa biraz zor.

 

Ordu mu Erdoğan'ı hipnotize etti, yoksa Erdoğan ordu üzerinde tam kontrol sağladığından mı “eski Erdoğan” değil?

İttihatçılardan arta kalan derin devlet sıkışmış diktatörü kucağına mı aldı?

Yoksa Erdoğan, Osmanlı referansını hiçbir zaman unutmamış “1923 devleti”nin derin aygıtlarıyla win-win felsefeli bir ittifaka mı girdi?

 

Alta baksak daha iyi değil mi?

 

Korkutucu gerçek, inatçı, ısrarlı ve dokuz canlı dinci gericiliğin, sürekli alanını genişletip sermaye sınıfına kendini siyasette dayattığı bir dönemin kapanıp, dinci projelerde Türkiye burjuvazisinin kendini bulmaya başlamış olmasıdır.

 

Suriye'deki cihatçı gruplara hamilik yapan Türkiye...

Vatandaşlarını binbir kanaldan silahlı dinci gruplara teslim eden, peşkeş çeken Türkiye...

Uyuşturucu rehabilitasyon çalışmalarından bile önce vakıflara ardından Suriye'de, Çeçenistan'da, kim bilir Tunus'tan Afganistan'a geniş(letilmiş) bir coğrafya'da savaşacak örgütlere militan çıkaran bir Türkiye...

 

Bu tablonun delilerin değil, sınıfların işi olabileceğini söylüyoruz.

Delilerden anlamadığımız ve sınıflar konusunda zamanında çok okumuş olduğumuz için değil. Kapitalist Türkiye'yi ve onun sınıflar mücadelesini iyi okumaya devam ettiğimiz için.

 

Gericilikle mücadele bu yüzden, onu besleyen değil, onu başının tacı yapmış sınıflarla mücadeledir. Bir milyon öğrencili İmam Hatip sistemi, ülkenin Cumhurbaşkanı dışında uluslararası ağırlığı en fazla önemsenen kurumu Diyanet'in aldığı yol... Bunlar delilerin sınıflara rağmen yapacağı işler değil.

 

“Erdoğan tek adam yönetimine gidiyor, ona karşı birleşelim.”

 

Süpermen'i çağıralım biz aşağıda seyredip alkışlarken o da kötü adamı halletsin.

Sonra hep birlikte silahlarımızı bırakıp Avrupa Birliği'ne tişört, pantolon falan satmaya gideriz.

Eski günlerdeki gibi...

 

Türkiye kapitalizmi Erdoğan'a alternatif bir siyasal konfigürasyon oluşturamadığı için bu adamdan hâlâ kurtulamamış olabilir. Erdoğan'ın alternatifsizliğini yeniden üretmede de çok etkili olmuş silahları, emperyalizmin ve burjuvazimizin canını sıkıyor, tepesini attırıyor, çok korkutuyor olabilir. Ama düzenin temel unsurlarının gericilik ve İslam gerçeği çevresinde yeniden yapılandırılması böyle “bireysel becerilerle” açıklanamaz.

 

“Tek adam yönetimi” gibi kalıpları kullanan marksistlerin çarpılacağı gerçeğine hiç değinmiyorum. Zaten, krallıkların, islam imparatorluklarının, tarihin gördüğü güçlü monarklara sahip devletlerin hiçbiri kelimenin taşıdığı mutlak anlamla “monarşi” tanımını haketmez bana kalırsa.

Monark pek çok örnekte, kimisi saray çevresinde, kimisi çok daha geniş bir alanda etkin olmuş bir oligarşinin merkezi unsurudur yalnızca.

 

Emperyalizmin göbeğindeki Türkiye ise kuşkusuz bundan çok daha gelişkin bir “sınıf” yapısına sahiptir.

 

İslam militarizmini ve militarist islamı “bir diktatörün son çaresi” olarak görmek her şeyden önce bu sınıf yapısına karşı bir körlüktür.

 

Bu söylenenlerin hepsi çok somuttur. Şu cümle kadar:

İmam hatipler kapatılmalıdır, diyanet lağvedilmelidir!