‘Hemşeri, esas memleket nere?’

Suriyeli mi çocuk, Türkmen mi mesela, yoksa Roman ya da Kürt mü?

McDonalds Nişantaşı şubesinde yaşananlarda fail de kurban da emekçiydi. Patron aradan sıyrıldı. İnsanlıktan çıkmış dükkan çalışanı işten çıkarıldı. Suriyeli göçmen olduğu duyurulan ve kağıt toplayan bir aileden olduğu anlaşılan çocuk haşlandı.

Önce bir köşelere sıkışan, geçiştirilmeye açık bir haberdi. Sonra “firma” olayın büyümesinin neredeyse kaçınılmaz olduğunu gördü ve örtmek yerine hafifletmek yoluna gitti.
McDonalds’ın Nişantaşı şubesinde “müşterilere rahatsızlık veren Suriyeli çocuğun haşlanması haberi” olarak gündeme girdi.
Hamburgercinin bir çalışanı dükkanın önünde dolaşan Suriyeli çocuğu uzaklaştırmak için, üzerine sıcak su dökmeyi uygun görmüştü!
Çocuk haşlanmıştı ve tepki gösteren müşterilerin de yardımıyla olay polise aksetti.
Bazı internet sitelerinde “marka” gizlenerek haber olan olaya hamburgerci hızlı yanıt verdi.
Kötü fiilin sorumlusu olan çalışan işten atıldı. Firma, çalışanının kapı önündeki çocuğu haşladığı olayın videosunu yani dükkan içindeki güvenlik kamerasının görüntülerini servis etti. Kasanın arkasındaki McDonalds çalışanı genç kızın bir dakikaya sığan hareketleri hamburgerciyi her türlü sorumluluktan kurtarırken, olup bitenlerin “çalışanın” çok yanlış hareketinden ibaret olduğu da zaten görülüyordu.
Küçük ölçekli bir geçici infial yaratan olaya görünenin ardındaki gerçeğe bakarak yanıt veren yine komünistler oldu.
Çalışanları birbirine karşı kışkırtan, vahşi çalışma koşullarında sömürüldüğü dükkanla kendini özdeşleştirerek insanlıktan çıkmasına yol açan düzeni ve “patronları” sorgulamadan geçmek doğru değil.
Ve yine kendi kardeşi, çocuğu olabilecek bir başka yoksul insana karşı bu kadar gaddarlaşmanın emekçi için yıkım kapısı olduğunu, insanlıktan çıkmak olduğunu söylemeden durmak mümkün değil.
İzleyen saatlerde, belki firma konuyu “reklam pastası bağımlısı” basını bastırarak kapatmaya çalışmaktan daha farklı yöntemleri uygun gördü. Ya da belki, ajanslar ve gazeteciler, “habercilik yapmalarında bir mahzur bulunmadığına” karar verdiler.
Detaylar ortaya çıktı. En azından bazı detaylar.
Çocuğun adı Polat’tı. Anlaşılan Suriyeli değildi! Yapılan haberlerde bu konuda açık bir onaylama ya da düzeltme yoktu. 
Sokaklarda kağıt toplayan bir ailenin küçük oğluydu.
Anacığının kendisine verdiği parayla “dükkandan” su almak istemişti. 
Dükkandakiler, çocuğun varlığının pek lüks de sayılamayacak Hamburgercinin yine de Nişantaşı’nda olan müşterilerini rahatsız edeceğini, müşterileri kaçıracağını düşünmüş olmalılar.
Çalışanlardan biri elindeki bir bardak sıcak suyu çocuğun üzerine dökmüştü.
Gazetecilerin payına Tayyip korkusu olmadan haber yapmak, sosyal medya kahramanlarının payına vicdanlı twitler kasmak, romantik yurttaşın payına da isyan etmek (!) düştü.
“Emekçiler, kardeşlerinize karşı gaddarlaşmayın. Yoksulluğunuzun, işsizliğinizin, uzun mesai saatlerinizin sorumlusu göçmenler değil” demek ise Türkiye Komünist Gençliği’nin payına...
Ve bu olaylar zinciri tastamam komünistlerin uyarısını çok somut olarak doğruluyordu: Suriyeli, Kürt, Türkmen...
Hiç fark etmiyor. Sen “adam olsalar ülkelerini bırakıp buralara gelmezler, bizim ekmeğimize ortak olmazlar” diye kendini dolduruyorsun.
Bir bakıyorsun ki, saldırdığın kendi kardeşin çıkıyor.
Biz de baştan beri bunu söylüyoruz: Kendi kardeşin...