Hayırlı olsun

Hayır diyorsun. Hayırlı olsun.

Erdoğan ve ekibinin, başkanlık sistemi ile elde edeceği gücü Oslo süreçlerini tekrar başlatmak ve ülkeyi bölmek için kullanacağını düşünüyorsun. Ve bu yüzden “hayır” diyeceksin. Erdoğan’ın idamı getirme konusunda dahi samimi olmadığını, “teröristbaşını” asmak şöyle dursun serbest bırakıp başmuhatap yapacağını düşünüyorsun.

Bu yüzden “hayır” diyorsun. Hayırlı olsun.

Büyük bir yanlışın içindesin ama sonuçta hesabında bir doğruluk payı var. Erdoğan’ın bir dönemeci daha geçip, bir kez daha “paçayı kurtarması”nın sonucu her durumda ülkenin yaşadığı ve senin de parçası olduğun ağır yarılmayı derinleştirecek yeni maceralar olacak. Bu maceraların yeni ve aslında sonuçsuz kalmaya mahkum “süreç” oyunları olması ya da Barzani ile yapılacak pazarlıklarla bir kez daha Kürtleri birbirine karşı kullanmaya olanak tanıması ya da bir kez daha “vur kurtul” hezeyanlarının gazına basması çok bir şeyi değiştirmeyecek.

Erdoğan’ın tek adamlığı, bu ülke için çok parçalılığa yeni bir kapı aralayacak.

Hayır diyorsun ya, hayırlı olsun. Ama bir de “sandıktan hayır çıkması için komünistlerin, bölücülerin ortalığı bulandırmaması lazım. Halkın değerleriyle çatışmak Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürüyor. Bunlar seslerini kısmazsa, Bahçeli ve avanesine yarayacak” diyorsan...

Biz de “Hayır” çok. Sana da bir tane düşer. Gericilikle ödünsüz mücadeleyi, milliyetçi körlüğe açılan kapıları kapatmak için söylediklerimizi hiç kesmeye niyetimiz yok.

 

Hayır diyorsun. Hayırlı olsun.

Kılıçdaroğlu’nun yapıcı muhalefetinin AKP tabanına da seslenmek açısından çok da yanlış olmadığını düşünüyorsun. Bu iyimserliğinin bir nedeni de elbette olası referandumdan çıkacak sonucun ülkenin geleceği için bir ölüm/kalım meselesi olduğuna inanman. Erdoğan’ın bu virajı da alması durumunda Türkiye’nin İran, Pakistan, Afganistan falan olacağını düşünüyorsun. Üstelik tersine burada duvara çarpması durumunda yuvarlanıp devrileceğini biliyorsun.

Hatta, arada meclis muhalefetindeki garipliklerin Erdoğan’ı güle oynaya bir referandum tuzağına düşürmeye dönük olduğu kuşkusuyla ince bir gülümseme geçiyor yüzünden.

Gericiliğin koçbaşı Erdoğan ve ülkenin yaşadığı müthiş gerilemenin, Erdoğan’ın devrilmesi ile durdurulabileceğine inanıyorsun. Son durakta olduğumuz için bu gidişin durmasının hayat-memat meselesi olduğu fikrindesin. Hatta bu duruşun ılımlı bir yere iniş olarak gerçekleşmesi bile büyük bir kazanım olacak sana göre.

Bu fikirlerle “Hayır” diyorsun. Arabanın camına “hayır” etiketi yapıştırmadın henüz (trafikte başına dert olacağı kesin, muhit de biraz karışık) ama “profil”lerini renk renk “hayır”lardan birine çoktan çevirdin.

Hayır diyorsun. Hayırlı olsun.

Geriye baktığında bu hale gelişimizin nedeninin solun bölünmüşlüğü olduğunu, hayalcilik ve mükemmelliyetçiliğin solu bitirdiğini, Kılıçdaroğlu’na sen de çok kızsan da aslında ılımlı karakteri ile çok şeyi becerdiğini düşünüyorsun. Taksim Mitingi ile yaptığı gövde gösterisini Yenikapı Ruhu’na bağlamasının da aslında o kadar yanlış olmadığına inanıyorsun.

Solun CHP’ye saldırarak yıllarca Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdüğünü, soldaki hayalci, sekter, kibirli, bir-şey-beğenmez muhalefet tarzının Erdoğan’a yaradığını söylüyorsun. Üstelik, halkın değerleriyle kavga etmenin, marjinal solculuğun artık hiçbir hükmü olmadığından eminsin. Çarşaf açılımı belki biraz fazlaydı ama yeryüzü iftarları gibi açılımların, iftar yemeklerine katılan sosyal demokrat belediye başkanlarının çok önemli bir iş yaptığını düşünüyorsun. Sekter sol bunları anlamıyor. Böyle muhalefetle Erdoğan’ın işi çok kolaylaşıyor tabii... Diyosun...

Dur yahu! O bölüm bize ait. “Erdoğan iktidarını en çok muhalefete borçlu.” Bu cümleyi biz söyleyeceğiz. Ve Kılıçdaroğlu’na, düzen muhalefetine sözümüzü söylemeden de yürümeyeceğiz. Ilımlı islamdan ılımlı islam beğenmeye niyetimiz; laiklik hatırına sömürüye, milli birlik adına azıcık dinselleşmeye, özgürlük adına batıcılığa eyvallahımız yok.

 

Hayır diyorsunuz, hocam. Hayırlı olsun.

Bağımlı ve kapitalist bir ülke olarak Türkiye’nin kaos ve krize her zaman açık olduğunu, toplumsal gelişmenin, siyasal rejimin yaşayacağı krizlerin de temelinde bu dinamikler olduğunu biliyor, anlatıyorsunuz. “Ekönömik kriz” bekleyen, bununla Erdoğan’ın sonunun geleceğini düşünen ham muhaliflere o işlerin pek de öyle olmadığını öğretecek sağduyu ve bilgeliğe, birikime sahipsiniz. Gerici yükselişin ve siyasetteki mevcut tablonun devam ettiği durumda, ülke ekonomisinin yiyeceği darbelerin, olası bir finansal krizin, sol düşmanı karşı devrimci, lümpen bir yığınağın harekete geçirilmesi için kullanılacağını hatırlatıyorsunuz.

Referandumun bu nedenle hem bir varlık – yokluk sorunu hem de bir fırsat olduğunu söylüyorsunuz.

Sosyalist hareketin, kendini işçi sınıfı ideolojisi etrafında kurmuş devrimci örgütlerin üzerine çok büyük görevler düştüğünü söylüyorsunuz.

Bu görevlerin en başına da CHP tabanındaki diriliği değerlendirmek, CHP şemsiyesinin sağlayacağı olanaklarla etkili bir “Hayır” kampanyasını yapmak ve asıl CHP’ye yaptırmak olduğunu anlatıyorsunuz.

Bunun dışında yollar arayanlara haddini bildirmek, hayalcilikleri nedeniyle kınamak, yeri geldiğinde alaycılıkla yok saymak gibi şeyler, sadece terbiyeniz ve olgunluğunuz nedeniyle değil, düşünsel birikiminiz ve politik tutumunuz nedeniyle de sözkonusu değil.

Bu birikimin CHP hakkında (affınıza sığınarak söyleyelim) bu kadar naif değerlendirmeler yapmanıza engel olamayışı ise kitapta yeri olan bir durum. Sonuçta siyasetin olanakları kadar tuzakları da örgütler, örgütlü gruplar ya da birarada duran insanların kolektif edimleriyle değerlendirilir. Olumlu ya da olumsuz yönde.

Bize öngördüğünüz yolu seçmediğimiz için hakaret edecek, saldıracak ya da kınayacak olmadığınızı biliyoruz. “Zaman sosyalizmin zamanı değil” diyenlerin felaket tellallığına ses veriyor olmanızı da bir yerden sonra duymazdan gelebiliriz. Hayat uzun...

Hayır diyorsunuz. Hayırlı olacaktır elbette. Hayırlı olsun.

 

Hayır diyorsun.

Yandaş basın Erdoğan ve avanesinin emperyalizmin hedefi olduğunu, büyük devletlerin şaibeli şahsiyetleri, bazen “FETÖ” aracılığıyla da kendine bağlayarak, milli şahlanışımızı durdurmak istediğini yazıyor. Eleştirileri bununla göğüslüyor.

Varlığını, yükselişini ve iktidarını AB ile ABD’nin sistemli desteğine borçlu olan, senin de bu destek kapsamında zamanında ince cilasını yapmış olduğun diktatörün bu soru işaretlerinden kendi lehine ünlemler çıkarması ise tam bir saçmalık.

Yakınlarda Brüksel’de Avrupa demokrasilerini uyardın. Türkiye’deki gidişatın kötü olduğunu, demokrasinin beşiğindeki çağdaş güçlerin bu gidişata karşı daha tutarlı tavırlar takınması gerektiğini bildirdin.

Olabildiği kadar ses getirdi.

Hayır diyorsun tabii ki. Erdoğan’ın bu sefer durdurulması için tüm dünyaya çağrılar yapıyorsun.

Aslında çağrıyı sen mi yapıyorsun, onlar mı belli değil. Ve bir aydınlanma feneri gibi Brüksel göklerinden ülkeye seslenirken, yine ülkeyi karanlığı azına razı etmeye niyetlediğin pek belli.

Aslında sen çeneni kapasan...

En hayırlısı o olacak. En azından emekçi halk için, biliyor musun?

 

(Gerçek kişilerle olası benzerlikler tamamen tesadüf eseri değildir elbette. Ancak anlatılan durumlar “tamamen” değilse de esasen kurgusaldır. “Bu filmde ben de vardım, niye o bölüm yok” diyen de olacaktır. Yönetmen rolü beğenmemiş, ya da hikayenin o bölümünü değersiz bulmuş demektir.)