En siyasi yerel seçim: Siyaset öldü, yaşasın siyaset!

"Seçim bir siyasi faaliyet değildir” buyurdu. 
Bu öyle bir sözdü ki, “Anayasa diyor diye meclis başkanlığından istifa edecek ya da adaylıktan vaz geçecek değilim” ısrarı bile geri planda kaldı.
Binali Yıldırım’ın ikinci bir Yıldırım Akbulut vakası olarak görülmesiyle ilişkilendirilebilir: Çok da alaya alındı bu sözler.
O kadar ki, İmamoğlu’nun aynı kapıya çıkan sözlerini unutturdu.
İmamoğlu, “seçimler biter bitmez parti rozetini çıkaracağını” söylemişti. Sonrasında durmadı, tüm İstanbulluların başkanı olmaktan girdi (sanki başkan seçilen birisi için aksi söylenebilirmiş gibi) partisinin temsilcilerine verdiği seçimlerde partizanlık yapmama talimatından çıktı. (Bu talimat, hadi tavsiye diyelim, faşist partinin “İyi” kanadından yöneticilerle CHP’nin İstanbul bürokrasisini buluşturan bir hazırlık toplantısında verildi! İl Başkanı seçildiğinde “CHP’nin sağa filan kaymadığının” kanıtı olarak gösterilen liberal Canan Kaftancıoğlu, bu buluşmada “sözkonusu Türkiye ve demokrasi olunca güç birliğinin önemli olduğuna” işaret etti. Bir kısım solun CHP’deki umudu faşistlerle güçbirliğini övdü!)
Yıldırım’ın “yerel seçimlerin siyasetle ne ilgisi var” vecizesiyle bunlar unutuldu.
Binali Yıldırım’ın sözlerini hatırlatalım: 
“İşin özeti, hukuki açıdan Meclis Başkanı’nın aday olmasında herhangi bir sorun yok. Zaten tartışma da burada değil. Tartışma; 94’e göre siyasi faaliyetler yapılır mı? Yapılmaz. Bizim yaptığımız bir siyasi faaliyet yok. Seçim bir siyasi faaliyet değildir. Seçim, aday olduğunuz işle ilgili vatandaşına, ne yapacaksınız ne edeceksiniz, niye seçimlere aday oldunuz bunu anlatmaktır.”
Meclis Başkanlığı ve 94. Madde somutluğunu bir tarafa bırakıyorum.
(*)

Yıldırım’ın sözleri, İmamoğlu’nun, Mansur Yavaş’ın ve başka yüzlercesinin yerel seçim ve yerel yönetimler konusunda düşünüp söyledikleriyle aynı değil mi?
“Belediye Başkanı olmak demek, her türlü politik kimliği, ideolojik tercihleri bırakıp hizmet yarışına katılmak demek.” Hepsi bunu söylemiyor mu?
“Herkesi kucaklayacağız, herkesin başkanı olacağız. Partizanlık yapmayacağız.” Hepsi bunu söylemiyor mu? Hatta bir tanesi daha da ileri gidip kendisi de bir İstanbullu olan Erdoğan’ın seçilecek belediye başkanından beklentilerini yüzyüze görüşerek öğrenmek istediğini duyurmadı mı? “Çarşı pazar gezip esnafın, vatandaşın dertlerini dinliyoruz da Saray’a bir uğrayıp diktatör hemşehrimizin de dertlerini niye dinlemeyelim?” Demeye getirmedi mi?
Köşe yazılarına, yorumlara, gazete haberlerine, açıklamalara bakın.
Erdoğan obsesyonu ile kurduğu politik hat dışında bir iddiası olmayan, üstelik Erdoğan konusunda da kademeli bir normalleştirme peşinde olduğu görülen düzen muhalefeti, zaten nabzı çok düşük olan seçim dönemini “tansiyon düşürmekle” geçirmeye yemin etmiş sanki.
Bir yandan da kendi tabanına “Ankara ve İstanbul’dan birisi giderse AKP’nin inişi başlar, sonra da diktadan kurtuluruz” diye fısıldıyor.
Sonuçta, düzen partilerinin hepsi bir olmuş “aman” diyorlar “tansiyonu yükseltmeyelim”. İmamoğlu Erdoğan’dan da söz aldığını bildiriyor:

“Seçimin çok adil, seviyeli bir ortamda geçmesi noktasında karşılıklı sohbetimiz oldu. Zaten öyle başladığını işaret ettik. Sayın Meclis Başkanı ile olan telefon görüşmemizi, sohbetimizi bunun da böyle devam etmesi konusunda kendi niyetimizi ilettik. Kendilerinin de bu yönde beyanları oldu.”

Düzen siyasetinde mutlak bir durgunluk ve heyecansızlık var.
Enflasyonun birkaç ayda bir canavara dönüştüğü, konkordatoların, fabrika kapatmaların gırla gittiği, ülkenin önce Yunanistan’la göstermelik bir itiş kakışa girip ardından Suriye ya da Karadeniz’de şöyle orta şiddetli bir savaşın parçası olma ihtimallerini değerlendirdiği bir zamanda oluyor bu.

Yıl 2019. Yerel yönetimlerin içi iyice boşaltıldı. Siyasetin başkanlık sistemiyle indirgenmesine sermaye sınıfı bir bütün olarak teslim ve razı oldu. Meclis bir televizyon stüdyosu işlevine daralmış,  milletvekilleri yutubırlıkla iştigal ediyor. 

Toplumda buna paralel bir apolitizmin yerleştiğini söylemekse hiç mümkün değil. Meclis Başkanı’nın seçimlerin siyasal bir faaliyet olmadığını ilan ettiği bir dönemde, Türkiye bunu tersinden doğruluyor: Ortada bir siyasal faaliyet olmadığı doğru ama bu seçimlerin değil düzen siyasetinin fıtratıyla ilgili.
Özünü söyleyelim: 2019 yerel seçimlerine iki parti giriyor. “Seçimler siyasal faaliyet değildir” diyen düzen partisi ve düzen siyasetinin karşısına kendi siyasetiyle çıkan komünist parti.
İki parti var artık: Seçimleri bile “siyaseti karıştırmadan” yürütmeye kararlı olan düzen partisi ve seçimleri toplumu ayağa kaldıracak, seçim sandıklarına, televizyon stüdyolarına, ortak aday/ortak ihale pazarlıklarına sıkıştırılmış siyaseti yeniden tanımlayacak  olan komünist parti.
“Seçim bir geçsin, bu milletin canına okuyacağız” diyen her renkten sermayenin partisi ve 1 Nisan’da lades kemiğini sermayenin eline tutuşturacak olan halkın TKP’si.
Siyaset öldü, yaşasın siyaset!


(*) Anayasa’nın 94. maddesi Meclis Başkanlık Divanı üyeleri için “siyasi faaliyete katılamaz” demiyor. Üyesi olduğu “siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine” katılamaz diyor ama bunu boşverin. “Yerel seçimde siyaset yapılmaz” diyenlerin siyaset yaptığı bir ülkede iki kelimenin hükmü olmaz!