Dinimiz...

İstihza, öteye itme, alay yok.

Belki çok dindar değilsiniz.

Belki de dindarsınız.

Yani belirli bir dini inanca sahip olmanın ötesinde bu inancın gereği olan pratiklere yaşamınızda önemli bir yer veriyorsunuz.

Hristiyan, budist ya da müslüman olabilirsiniz.

Ya da genellemelerle zorlamayalım, Türkiye’deyiz: Elhamdülillah müslümansınız.

Fakat sizi rahatsız eden şeyler var.

Mesela devlet görevlerinin dağıtılmasında, bir üniversiteye rektör atanırken ya da diyelim Karayolları’na bir mühendis alınacağı zaman önce “ne kadar dindar” olduğuna bakılmasından rahatsızsınız. Bunun liyakat denilen şeyi, toplum çıkarını ortadan kaldırdığını görüyorsunuz. Sırf daha dindar göründüğü, hatta tarikat ehli olduğu için ondan çok daha bilgilisi, işinin ehli olanlar varken, göreve layık olmayan birisine yetki verildiğini çok sık görüyorsunuz ve doğru bulmuyorsunuz. Canınızı yakıyor: Sonuçta işten anlamayan birisinin başına geçtiği bir doğal gaz dağıtım işinin pek çok insanın canına mal olabildiğini gördünüz.

Ya da gazetelere, televizyonlara hakim olan başka dindar kişilerin, sadece dinsizlere inat olsun diye, bilime kafa tutan, “dünya düzdür” diyen başka ehl-i islam şahıslara ekranları teslim etmesini hazmedemiyorsunuz. Bilimle uğraşsınlar istediğiniz çocuklarınızı bu kanallardaki bilim öğretmeyi değil din yaymayı amaçlayan belgesellerin karşısına oturtmak hiç içinizden gelmiyor.

Belki tarikatların dini yozlaştırdığını düşünüyorsunuz, belki de dine giden yolu tarikat ehlinin göstereceği görüşündesiniz ama bakanlıkların tarikatlar arasında paylaşıldığı, ihaleler dağıtılırken, mühendislerin, bilim kurullarının değil de tarikat şeyhlerinin, cemaat liderlerinin referansının geçerli olmasını kabullenemiyorsunuz. Canınızı yakıyor: Sonuçta ister hemşehrilikle, ister tarikat ortaklıklarıyla olsun, bu tür “bağlantılarla” alınan ihalelerde yapılan işlerin sonucu içinde insanların oturduğu binaların yıkılması, insanların yolculuk ettiği trenlerin devrilmesi oluyor.

Siyasetin paralı kişilerin inanç pazarlamasıyla yapılmasına da tepkilisiniz. Cuma namazlarına sizin gibi sessiz sedasız katılmak yerine, arabaları dizip gövde gösterisi yaparak, kameraları çağırarak katılanlarda (belki hepsinde değil ama çoğunda) bir sahtekarlık, bir pazarlamacılık seziyorsunuz.

Laiklik konusunda kafanız çok karışık olabilir.

Mesela bu konuda en beğendiğiniz cümle belki de “laiklik dinsizlik değildir” cümlesidir. Hatta “laik devlet olur, laik insan olmaz” sözleri sizin aklınıza çok yatıyordur.

Kafanız karışıktır derken, bir yandan “bazı” laiklerin aşırı gittiklerini, dini hafife aldıklarını ama din ve devlet işlerinin gerçekten artık ayrılması gerektiğini düşünüyor ve fakat bu işin nasıl olacağını da çok iyi bilemiyor olabilirsiniz.

“Sizinki büyük çelişki!” Diyemem.

Ama içinden çıkamadığınız daha doğrusu siz ve sizin gibi düşünen insanların içinden çıkılması için pek yardımcı olamadığı bir sorun var ortada.

Bu çağda, Türkiye gibi bir ülkede dinin siyasetin, devlet işlerinin, toplumsal hizmetlerin tam göbeğine yerleştirilmiş olması sizin de sorununuz ve fakat bu sorun bir türlü giderilemiyor.

Çünkü siz dinin Türkiye’nin toplumsal kimliğinin vazgeçilmez, belirleyici ağır basan bir parçası olduğu ısrarınızdan vazgeçmiyorsunuz.

Öyleyse partileri ehl-i islam kurup yönetecek, doğal gaz dağıtım projelerini onlar yapacak, ihaleler onlara verilecek, üniversiteler, bilim kuruluşları, araştırma görevleri, uzay çalışmaları onlara teslim edilecek. Öyleyse böyle: Bizim halk olarak kimliğimiz islamdır, bizi bu tanımlar diye ısrar ediyorsanız. Bunlara razı olacaksınız.

Peki bu bağnazlıktan vazgeçildiğinde de başka türlüsü olabilecek mi? Elbette!

Bütün bu işlere din karıştırılmazsa, üniversitelerden devlet dairelerine, hastanelerden belediyelere, her yere çökmüş din ve tarikat bağlantıları ortadan kaldırılırsa olur.

Ve bunun başlayacağı yer siyasettir.

CHP’li Belediye Başkan adayı “benim dini duygularımı ve milli duygularımı ölçecek adam daha anasının karnından doğmadı. O allah ile kul arasında” demeyecek mesela.

Ne diyecek? “Belediye başkanı seçiyorsunuz, dini inançlar bir ölçüt olamaz. Daha çok dindar ya da daha az dindar diye hatta şu dine değil de bu dine mensup diye kimsenin aleyhinde konuşulamaz” diyecek.

Diyebilir mi?

Diyemez! “Sonuçta dindar bir kişi tabii, diyemez” değil. “Böyle yaparsa dinin geçer akçe olduğu siyasette şansı kalmaz” diye de değil. Sonuçta siyasete “paran kadar konuş, hep dinden imandan konuş” kuralını yerleştirenlerden o. “Ben ne yapayım, bu işler böyle” diye  bir bahanesi olamaz.

Tarikatların devlet kademelerini aralarında pay etmiş olmalarına karşı çıkılacak mesela. Ama “tarikatların müslümanları böldüğü” gerekçesiyle değil. Devlet görevlerinde dinsel herhangi bir sıfatın ya da kimliğin kullanılması laikliğin imhasıdır. Bu gerekçeyle...

Üzerinde Türkiye Cumhuriyeti ibaresi olan kimliklerde din hanesi olmayacak mesela. “Kimse dinsel inancını açıklamaya zorlanamaz.” İnsan haklarının evrensel normlarından birisi bu. Üstelik bu hak, her türlü kamu hizmetinde ve görevinde dinsel inançlara göre öncelik tanınmamasının da garantisi.

“Bunu yapan var mı? Yapanın toplumda kabul görmesi mümkün mü? Herhangi bir yerde, ilde, ilçede, mahallede siyasette, devlet işlerinde ‘dinimiz bu’ diye öne atılmayan birine yetki verilir mi?”

Bunları diyecek olursanız...

Ovacık’ın belediye başkanı, şimdi Dersim’in belediye başkan adayı olan kişiye bakın...

Hacıbektaş’ın ODTÜ’lü evladı orada belediye başkanlığına aday. Ona bakın.

Hah!

Şimdi diyeceksiniz ki, “İyi de onlar da alevi değil mi?”

Bilmem!

Sonuçta sabah akşam ne kadar da alevi olduklarını anlatmıyorlar.