'Adamın gol diyor'

Erdoğan'ın “kandırıldım” sözünün olağan koşullarda bir tür travma yaratması beklenirdi. Erdoğan'ı peygamber ne kelime “Allah” ilan etmesine ramak kalmış yandaşlarının “onun da kandırılabilir” olduğunu fark ettiklerinde ağır bir travma yaşaması gerekirdi.

Tersi oldu.

“Kandırıldım” sözünün şaşkınlığa ittiği, travmatize ettiği Erdoğan muhalifleri oldu.

Kandırılabilmesi değil ama “kandırıldım” diyebilmesi şaşırttı.

Bu şaşkınlık epey bir pusulayı bozdu.

Erdoğan ve çetesine “bak zamanında biz demiştik” diye seslenenler, geç de olsa gerçeği ayırdettiği için neredeyse onu kutlayıp, iyilerin dünyasına emekli Darth Vader kontenjanından gireceğini umanlar...

Buna şimdilerde, gericilere Türkiye gericiliğinin referans kaynakları üzerinden ders verme pratikleri eklendi.

Osmanlı sarayının seçkinliğini, kızıl sultan Abdülhamit'in batı kültürü ile ilişkilerini Osmanlıcı tayfanın yüzüne vurmanın hoşlukları var şüphesiz. Ve fakat Osmanlı'yı Osmanlıcıların elinden alma iddiasını anlamak zor.

Çürüyen, çatırdayan imparatorluğun hanedanlarının, mülkün sahiplerinin bu çürüyen yapı içindeki ilk modern aydınları da oluşturduğunu bilmek başka şey, bu fotoğrafı dondurmak başka.

Gericilik, geleceğe ilişkin korku ve direnç noktaları kadar geçmişe ilişkin yanılsamalarıyla da tanımlanabilir. Osmanlı sarayının gerçekliği ile Osmanlıcıların kafasındaki imgeler arasındaki farkın kaynağı da geçmişe ilişkin cehaletten çok “değişim” denilen şeyi kabullenememeleri ile ilgilidir.

II. Mahmut'un ya da III. Selim'in çağdaşlaşma serüvenindeki yerlerini anlamak kadar, bu serüvenin sürekli kendini inkarla ilerlediğini görmek de önemli.

Abdülhamit'in baba ve kardeş katliyle terörize olmuş, çatırdamanın gümbürtüsüyle korkmuş kişiliğinin, imparatorluğu yuvarlandığı eşikten geri çevirmek için gösterdiği çaba ile bu korkak sultanın devrimcilere koyduğu fren arasında yapılacak tercih bilimsel değil siyasal olmak zorunda.

Demek istediğim, Soner Yalçın gericilere pek etkili, pek zevkli dersler verirken “Osmanlıyı da yedirmeyiz” dediğinde iş değişiyor. Gericileri bilmem ama Cumhuriyet “Osmanlıyı” pek güzel yedi. İyi de etti.

“Kemalist devrimin en büyük sorununun reddi miras meselesini abartması” olduğunu söyleyenler teorik olarak geçerli, politik olarak zararlı bir şey söylüyordu, şimdi Soner Yalçın Osmanlı'yı da Osmanlıcıların elinden almaya kalktığında aynı sorunu paylaşıyor.

“Adamın gol diyor” mantığının yakın zamanda karşılaştığımız daha kötü bir örneğini ise Müesser Yıldız'ın bir yazısında gördük. Yıldız, Erdoğan'a “bari Kıbrıs konusunda ustanız Menderes gibi sağlam durunuz” buyuruverdi. Yıldız'a göre, Menderes, Polatkan ve Zorlu üçlüsü ABD'nin ve Yunanlıların dayatmalarına karşı Kıbrıs davasında geri adım atmamış ve bu konuda çok sağlam durmuştu.

Türkiye gericiliğini kendi referanslarıyla sıkıştırmanın yarattığı sorunun ötesinde bir durum bu.

Farklı kaynaklarca doğrulanmış, Türk Mukavemet Tugayları'nın doğrudan örgütleyicisi olan Yarbay İsmail Tansu'nun birinci ağızdan anlatımlarıyla desteklenen gerçek, Menderes'in ve asıl onun dışişleri bakanı olan Fatin Rüştü Zorlu'nun Kıbrıs hassasiyetlerinin doğrudan ABD güdümlü olduğudur.

Güneydoğu Akdeniz'de Britanya jandarmalığının yerini Amerikan jandarmalığına bıraktığı çelişkili ve gelgitli dönemi soğuk savaş gerçekliği belirlerken, Türkiye'ye yıllar önce bir köşede unuttuğu Kıbrıs'ı hatırlamak düşmüşse bu ABD emperyalizmine rağmen değil, onun kararlılığı ile gerçekleşmiş bir oyundur.

Erdoğan'a muhalefet edenlerin ve Erdoğan'ın geçmiş yanlışlarından dönüp artık kendilerine yaklaştığını düşünenlerin bir biçimde dönüp dolaşıp islamcı Türkçü gericiliğin kaynaklarına asılması gerçekten üzücü.

Ve bu bir kez daha şunu gösteriyor: Türkiye ilericiliğinin kaynakları ile, onun geçmiş davaları ile sağlıklı bir bağ yine ancak bugünün sınıf mücadeleleri bağlamı içinde oluşturulabiliyor.