Ve dua tuttu... Sesi kısıldı

“Biz kısık sesleriz...” diye başlar edebiyat ve siyasal tarihimizin gelmiş geçmiş en namlı İslamcı faşisti Arif Nihat Asya’nın “Dua” adlı şiiri.

Arif Nihat Asya tescilli İslamcı faşisttir. Yaşamı “Şu memlekette idam cezası madem ki vardır, sorarım, idamı kime saklıyoruz...” diyerek Meclis koridorlarında dolanıp durmuştur. İslamcı faşist General Kenan Evren ilhamını bundan almıştır. Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nden milletvekiliydi. Kürsüden bağırıyordu: “Hapis cezası vereceğiz... Yani kafeste kuş besleyeceğiz. Madem idam etmiyoruz kurşunlayalım bari... “ Bunlar dediği komünistlerdi. Irkçıydı. Türk tarifi içine girmeyen herkesin memleketten sürülmesini istiyordu.

Tayyip Erdoğan İstanbul mitingini, Arif Nihat’ın “Dua” adlı şiiriyle açtı: “Biz sesi kısıklarız...” Yalan bizden uzak dursun, şiiri sünnet üzere usulünce gayet güzel okudu. Ne büyük talihsizlik şiiri okuduktan iki gün sonra o Kur’ani sesi kısıldı... Yani bu kadar olur. Sen kalkacaksın “Biz kısık sesleriz...” diye başlayan “Dua”yı hicaz makamından okuyup Allah’tan yardım dileyeceksin ardından sesin acemi zurnacının nefesine dönecek. Önce kesik kesik, sonrasında hırlayarak büsbütün kısılacak!

Anladığım kadarıyla işini Allah’a havale etmiş görülüyor...

Ancak nafile!

Peki siz “Facir”i bilir misiniz?

Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır ve Van mitinglerinde millete seslenirken, tövbe, seslenemezkenki halini görünce aklıma geldiği için sordum kimilerince anlamsıza bulunabilecek bu soruyu.

“Facir ne ki?” dediğinizi duyar gibiyim.

Facir, çok kötü bir şey... Yalancı, fasık, nankör, Müslümanlık adı altında kişisel çıkarları için her türlü melaneti yapacak tıynette kişi anlamına geliyor. Vakıf kurup bunun üzerinden rüşvet almak, çocuklarıyla bir olup ihaleler üzerinden komisyon almak, sit alanlarını babasının malı gibi pazarlamak gibi alavereler facir başlığı altında toplanır. Ve bu tür insanlarla ilgili çok sayıda hadis var. Bunlardan biri son derece naif, aktarmama izin verin:

“Mümin dua ettiği zaman, Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama ‘bunun isteğini hemen yapma, ben onun sesini seviyorum’ buyurur... Facir dua edince de ‘bunun isteğini hemen yerine getir, ben onun sesini sevmiyorum’ buyurur.”

Büyük hadis uzmanlarından İbn-i Neccar’ın elçisiyim inanıp inanmamak kalmış. Şimdi hiçbir şekilde ilgi alanıma girmediği halde bu hadisin açılımını yapma cesaretini gösteriyor ve başlıyorum: Allah, gerçek Müslümanların dua aracılığıyla ilettikleri taleplerinin gerçekleşmesini geciktirir, zira bunların duyulduğunda içe işleyen, latif ve pek güzel sesleri vardır. Onların dualarını hemen kabul etmemiz halinde takip eden günlerde o harikulade seslerden mahrum kalacağımız aşikardır. Yalancıların, nankörlerin, menfaatperestlerin ise sesleri kulak tırmalayıcı rahatsız edici ve bunaltıcıdır. Bu türden “Duacıların”, Facir diyoruz, seslerini bir daha duymamak için dilekleri derhal yerine getirilir. Bu durumda Tanrı’nın Cebrail’e, “bu kulumun sesini bir daha duymak istemiyorum. Şunun, ‘biz kısık seslileriz’ diye başlayan duasını gereğini yap ve sesini kıs demiş olamaz mı?

Olabilir... Hatta, evet, olur... Olduğuna göre böyle olmuştur. Bu bir.

Şu da iki Fethullah Hocaefendi’nin bedduasını anımsayacaksınız. Epeyce önce bir yazımda konuyu bilimsel bir çerçevede ele almıştım. Bedduanın bir yerinde “Allah onların evlerine ateşler salsın, birliklerini bozsun” dedikten sonra, hemen ardından, sanki yukarıda bir yerlere dokunmak ister gibi var gücüyle kollarını kaldırarak sarf ettiği beddua cümlesini analiz etmiştim... Anımsayamadınız. Anlaşıldı, bu durumda yinelemem gerekiyor:

“Allah duygularını sinelerine bıraksın!...”

Beddua tutmuştur.

Çünkü bu ağzın dilin kurusun da dişin damağına kilitlensin, duyguların sinende kalsın da söyleyemez hale gelesin, bir güzel çatlayasın anlamına gelmektedir.
Arif Nihat Asya’nın şiiri üzerinden Cebrail Aleyhisselam marifetiyle üst makama iletilen “Biz kısık seslileriz...” duası ile Muhterem Hocaefendi’nin bedduasının üst üste gelmesiyle hasıl olan kombinezon Recep Tayyip Erdoğan’nın dilini bismillah, şöyle geriye doğru zorlamış kilitlenmesini temin etmiştir. Bu benim fikrimdir!

Bunlar uhrevi nedenselliklerdir. İnanıp inanmamak zatlarınıza kalmıştır. Bir de bunlara, ki “üç” dememiz gerekecek, şunu ilave edebiliriz: Korku...
Sadedir... Bu dünyaya aittir... 12 yıllık iktidarını kaybetme ve bunun sonucunda yargılanma korkusu soluğunu kesmiş, sesinin akordunu zurnanın “zırt” dediği yerde kilitleyip bırakmış olamaz mı?

Olur... Olmuştur...

Korku denilen duygu adamın yakasına yapışmaya görsün, sadece duyguları etkilemekle kalmaz fiziksel arızalar da bırakır insanın bedeninde. İlkin ses telleri hafiften kaşınmaya durur ardından da kısılıverir. Beladır. Hani kalabalıkların karşısına dikilip vaaz vermeye heveskârsanız ya, başlarsınız: “Yetmiş bin kilometre yol yaptım, bin şu kadar aveme diktim, altı bin yüz kır iki adet alt geçit geçirdim, dört milyar sekiz adet ağaç diktim, dünyanın en büyük camisini aha o tepeye oturttum..... Denizleri yardım, dağları deldim...” Tam bu esnada ses telleri kaşınmaya başlar... Öyle ki parmağınızı ta küçük dilinizin ardına kadar sokup kaşıyasınız gelir... “Benim bakanım, benim valim, benim oğlum, benim kızım, benim damadım, benim mal müdürüm, benim mübaşirim, benim bekçim, benim polisim sesim duyuluyor mu?... Yahu ne oluyor bana?... Bu alçaklıktır... Hainliktir... Montajdır... Dublajdır... Billahi sesimi dublajladılar... Arap Bacı oldum... Davudiydi, Kur’an’iydi, Hüzzam’dı benim sesim... Şimdiyse söylemesi ayıp davulcu osuruğuna döndü... Benim... Sesim... Gitti galiba... Alçaklar... Beni, çocuklarımı, damadımı yargılayacaklar... Tutuklayacaklar... Sesim gitti... Bu hainler beni Lahey’e bile yollar...
İşte böyle. Korku başka şeye benzemez... Adamda ses mes bırakmaz vesselam.