Tığ teber dal t.şak

Temsil, şimdi sen Abhaz Sami’nin gözünün içine bakıp sırıtarak Gürcüler de pek latif, pek zarif, pek hakkaniyetli bir halktır canım şarapları şöyledir kanyakları böyledir, halkı cömerttir, yiğitlikleri de arşı alaya değer dedikten sonra bu güne kadar tattığım en leziz sos Gürcü sosu “Acıka” dır deyip, Abhazların günde üç posta yiyip mutlu oldukları “milli soslarını” Gürcülere mal etmeye kalkarsan, büyük bir ihtimalle burnunun ortasına bir yumruk yersin.

Tamam... Mülayimine denk geldin, Abhazın mülayimini de pek de bulamazsın ya, hani geldin diyelim, en azından onun kalbini bir daha onarılmaz şekilde kırmış olursun.

Peki yolu?

Yolu var. Şakacılığın üstündeyse o gün tadında bırakacaksın. Sahiciysen olacaklara karşı tedbirini alacaksın. Ya da sözüne sazına dikkat edeceksin.

Demek istediğim kişisel düzeydeki ilişkilerde bile tanışıklık ne kadar kadim, muhabbet ne kadar bal-kaymak şıralı olursa olsun, özenli olmak gerekir. Ben bunu bilir bunu söylerim.

***

Devletlerarası ilişkiler ise haddinden fazla özen ister elbet. Çıkar ilişkileri, çıkar ortaklıkları esas alınır. Kadim dostluklar olmadığı gibi kadim düşmanlıklar da olmaz. Nefretin de özel sempatilerin de dış politikalarda yön tayin edici belirleyici hükümleri yoktur. Bir de şakaya hiç gelmez. Her halkın “hassasiyet” alanı vardır. Söz sınır dinlemeyip haddi aşarsa yani istemeden de olsa alana girilmişse uzatmadan alandan çıkmanın yolunu bulmak gerekir.

Devlet başkanlarının, başbakanların, bakanların sorumluluk makamında bulunanların sözlerinin rotasını, sazlarının notasını yazıp, çizip, düzenleyen ardından da ellerine tutuşturan danışmanlar ordusu biraz da bunun için vardır. Şuncacık aklımla bunları ben bilirken, koskoca devlet adamlarının bunları bilmemesinde bir tuhaflık yok mu?

Bakın bu hususta hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, PKK’nın son silahlı baskını ile ilgili olarak bir gün önce Başbakanın yapmış olduğu “taşeron” açıklaması üzerine gazetecilerin “kimler açıklayın” mealindeki inatçı sorularını ne de güzel savuşturdu: “ Konuşturmayın beni, siz biliyorsunuz!”

Cemil Çiçek devlet adamı ciddiyetiyle davrandı. Yanıtı “araştırmacı gazetecilere” bıraktı.

Araştırmacı gazeteciler siz bu yazıyı okurken araştırmalarını sürdürüyorlardı halen!

***

Yineliyorum buncacığa benim bile aklım ererken koskoca adamların akının ermemesine şaşıyorum. Bakın yine dillerinin belasına “Tığ teber dal t.şak” kaldılar. “Gazze’yle Ankara kader birliği etmiştir, Türk Arapsız yaşayamaz ” diye ortalığa düşmenin alemi var mıydı a be yeni kesilmiş çim bıyıklım!

Üstelik ettiğin laf karşılık da bulamadı. Bundan böyle gemilerini Larnaka limanına yanaştırmanı salık verdi Hamas, dalga geçer gibi. Larnaka dediğin Kıbrıs’ın Rum mahallesi... Nasıl yanaşsak...

Yetmedi El Fetih ile Hamas arasındaki kavgada “racon” kesmeye kalkan Türk hükümetine “hele sen şöyle kenarda dur” deyip “ağır abi” olarak Mısır’ı işaret ettiler...

Brezilya’yı sormayın. İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak arabuluculuk yapan Türkiye’nin ardında durduğunu açıklayan Brezilya’nın desteği meğer Galtasaray’da forma giyen Elano’nun, Fildişi Sahili’ne 3. golü atasıcaya kadarmış. Attı. Brezilya ilk 16’yı garantiledi ve Türkiye’den desteğini çekti!

Kaldık mı tığ teber...

Kaldık.

İslamcı Hamas’ın eli- ayağı, gözü- kulağı olacağım İran’ın değerli eşyalarının emanetçisi benim derken hem “Batı’ dan oldular” hem de Hamas’tan... Kaldılar mı az önce yazmak zorunda kaldığım “tığ” gibi orta yerde.

Kaldılar.

Hürriyet’ten Reha Muhtar yazmıştı. “Elbette Tayyip Erdoğan’ın Arap dünyasıyla yakınlaşmasının, İsrail’e karşı sert politikasının siyasi birçok nedeni var. Ama eminim ki, Arapları küçümseyen ifadeleri ağır eleştirisinin altında eşinin hassasiyetleriyle ilgili duyguları da var...” (17 Haziran)

Böyleyse Türkiye’nin işi zor.

Çünkü kişisel olarak Arapları “yaradanın özenle yarattığı necip millet” olarak görebilirsiniz. Eşiniz Arap olabilir ve ona olan saygınızdan ötürü Araplara özel bir ilgi de duyabilirsiniz. Ancak bunları devlet işlerine bulaştırmamak gerekir.

Şunu demek istiyorum bir devletin başının benim karım Arap, cariyem Çerkes, odalığım Rus, gözdem Fransız deyip, kişisel duygularını ve meftunluğunu devlet işlerine bulaştırması katiyen doğru değildir.

Hemen hepsinin anaları, eşleri, metresleri bereketli olsun o kadar da çoktu ki, efendime sen söyle yabancı kökenli olan Osmanlı sultanlarının çok azı, devlet işlerini yürütürken “hatun taifesinin” kimliklerini, kökenlerini “avam”ın ağzına düşürmüştür. Anam Macar asıllı Macarlara laf ettirmem cariyem Çerkes, Çerkese söz ettirmem metresim Fransız, Fransa’ya yan bakanın gözünü oyarım. Karım hem Arap hem Müslüman biz onların eli, ayağı olmalıyız odalığım İspanyol değil o zaman İspanya’yı döverim!

Olmaz!

***

Bu bir değil.

“Bir” olsa duymazdan gelip geçerdik.

Bu iki... İlkinde “eşim Arap kökenli” diye beyanat vermişti
.
“Olsun” dedik... Yeri gelmiş söylemiştir. Ne çıkar.

Nereden bilebilirdik ardından ikincisi gelecek. İkincisinin başına yetişemedim sonuna doğruydu. Televizyondaydı... Dediklerine göre “ Afedersiniz” diye başlamış... Ben yetiştiğimde krize girmesine ramak kalmıştı. “Arap, Arap, Arap” diye bağırıyordu... "Eyvah" dedim kendi kendime “Yalçın Küçük haklı, gitti dağ gibi adam!”

Gitmedi...

Meğer “Afedersiniz bu ülkede köpeğine ‘Arap’ ismi takanlar oldu..” diyesiymiş... Ben, köpeğin adını ünleyenlerin taklidini yaparken üstüne gelmişim Başbakan’ın bağırıyordu : “Arap, Arap, Arap..”

***

Bu lafı dolaşıma sokan Arap ihtilalcisi Aziz Ali Bey’dir. Böyle olduğunu Hasan Cemal’in dedesi Cemal Paşa’nın hatıralarından öğreniyoruz: “Arapların yerden göğe kadar hakları var. Siz Türkler biz Araplar hakkında şimdiye kadar imhadan, tahkirden, tezyif- ten başka ne yaptınız ki, şimdi bizden dostça muamele bekliyorsunuz. Unutuyormusunuz ki, İstanbul’da köpekleri çağırmak için ‘Arap!..Arap!..Arap!..’ dersiniz...”(Cemal Paşa, Hatırat, s.65-67)

İyi de ne yapacağız şimdi. Cemal Paşa hatıralarında bizim Oktay Akbal’ın dedesine Beyrut’ta yapılanları da anlatıyor ve yenilir yutulur şeyler değil, şunları yazmış Cemal Paşa: “Suriye ve Beyrut’ta Arap istiklali o kadar çoğalmış ve hükümet o kadar zayıflamıştı ki, Beyrut’ta bazı küstahlar sokak köpeklerinin boynuna vilayet valisinin ismi olan Ebubekir Hazım levhasını asacak kadar cüret gösteriyorlar..” (s.61)

Tarihte olan biten kavgaları bu günlere taşıyıp bunun üzerinden dış politika belirlemeye kalkarsanız, kalırsınız ortada şey gibi...Tövbe, tövbe illa söyletecekler...