Sabiha Sertel ve demokrasi treni

Tatlı dilli konuşkan kadınlara “dudu dilli” deniliyor. Başka anlamları da var; temsil, “papağan” bunlardan biri. Nedendir bilemiyorum ama  Ermeni kadınlara da “dudu” denildiği yazıyor  sözlüklerde… Peyami Safa’nın …

Şimdi Peyami dedim ya aklım onun daha gara erişmeden  trenden atlayışına takılıp kalıyor.  Şimdi pek haklı olarak,  “tren” de  nereden çıktı diyebilirsiniz. Şuradan çıktı:   Nazım’ın, Peyami’nin romancılığını pek takdir ettiği  sır değil. “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”nun yazarını  sol saflara çekip kazanmak  için epeyce mesai sarf ettiği de biliniyor. Sabiha Hanım anılarında bu “mesailerin” birine tanıklık ettiğini yazıyor ve devamında Peyami’nin Nazım’a söylediklerini aktarıyor:

“Seninle bir trene bindik,beraber seyahat ediyoruz,ben demokrasi durağına kadar seninle beraberim ondan sonrası için Allaha ısmarladık.” (Roman Gibi,Belge Yayınları,s.118).Güzel,mükemmel bir yol arkadaşlığı! Başka kaynaklarda da var ama madem Sabiha Hanımla başladık oradan aktaralım:

“…Fakat Peyami demokrasi durağına varmadan trenden indi, harp yılları içinde Hitler’in arabasına bindi. Faşizmin,ırkçılığın,Hitler’in en büyük savunucusu oldu.”(s.119)

 Sabiha hanım zarif kadın, “indi” demesine bakmayın. İnmiyor Peyami, atlayıp kaçıyor. Önceleri Sabiha Sertel’in Resimli Ay dergisinde yazılar yazan,ve onu “Türk matbuatının kraliçesi” ilan edip yere göğe sığdıramayan;  Nazım’la canciğer ahbaplık kuran  Peyami’nin, gara girmeden  trenden atlaması sonrasında sığındığı  Cumhuriyet gazetesinde,  Sabiha Sertel için yazdığı aşağılık  küfürnamelere eşlik eden karikatürlerin altına düşülen yazıdır “Bolşevik dudusu.” Yetmiyor. “Eli maşalı Çingene” sözü de “tahşiye” olarak düşülüyor. Ben de bu arada “tahşiye”yi cümle içinde kullanma fırsatını yakalamış oluyorum …Sonrasını Sertel yazıyor:

“Bütün hayatımda mahkemelerde hep suçlu olarak sanık sandalyesinde oturtulmuştum. Hayatımda ilk defa davacı sandalyesine oturdum…” (s.209)

“Tahşiye” işe yarıyor. Davacı oluyor. Ne ki gazetenin sahibi Yunus Nadi milletvekili. Dolayısıyla dokunulmazlık kispetini kuşanmışta gazetecilik aleminin baş pehlivanı olarak dolanmakta... Yazı işleri müdürü desen imzasız basılan yazılardan sorumlu olmasına sorumlu ama, o da hakaretnamelerin yayımlandığı günlerde yorgan döşek yattığına dair doktor raporunu delil olarak sunmuş, ben yoktum çocuklar acemilik etmiş diyesi. Bu durumda yani ne yapsaydı iddia makamı şifa dilemekten başka. Diliyor ve ne demek,elbette hafifletici  neden,  az pir para cezasıyla kurtuluyor yazı işleri müdürümüz .Sabiha hanım anılarında devam ediyor: “Peyami böylece gizlendiği perdenin arkasında kalıyordu(…) Eğer bu hakaretleri ben yapmış olsaydım yerim mutlaka Sultan Ahmet Cezaevi’ydi”(s.209)

Sabiha Sertel yazmamış. Belge ve tanıklıklar gerektiren bir konu ama yine de kararı duyan Peyami Safa’nın “yaşasın demokrasi” diye bağırdığını tahmin etmek hiç de güç değil.  

***

Kocası Zekeriya bir yana ama çetin bir kadın olduğu anlaşılıyor  Sabiha Sertel’in. Yaman bir anti-faşist. Adeta tek başına savaşıyor basın dünyasında . Almanya’da faşizmin zirveye çıktığı günlerde,Türk hükümeti Almanya’nın cephedeki zaferlerini takdirle karşılar, handiyse bütün basın Hitler’i alkışlarken o  Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’i  bile kudurtuyor yazdıklarıyla.  “Bu sıralarda ,İstanbul’a gelen bir Alman kadın gazeteci,beni matbaada görmeye geldi” diye başlıyor ve devam ediyor Sertel. Ediyor etmesine de devamı kötü. Devamında “dilinin kesileceğini” öğreniyor. Şöyle: “…Sizin yazılarınız Almanya’da çok fena akisler yapıyor. Goebbels’in size selamı var,’eğer bir elime geçerse dilini keseceğim’diyor.” Sabiha Sertel,dediğim gibi zarif kadın,Allahın selamını almazlık etmiyor, alıyor ve kendisi de selam gönderiyor: “ Sen de selam söyle, dilimi kesinceye kadar faşizmle mücadele edeceğim!”(s.273)  

Goebbels kesemiyor. Hüseyin Cahit Yalçın kesiyor. Sertel’in dili olan Tan Gazetesi Hüseyin Cahit Yalçın’ın çağrısıyla yakılıyor. Çok önceleri kendi gazetesi yakılan Hüseyin Cahit Yalçın bu defa başka bir gazetenin yakılması için fetva yayımlıyor  gazetesi Tanin’de, şu kadarcık olsun utanmadan. “Kalkın ey ehli vatan” diye başlıyor. Böyle deyince kalkılır. Kalkılıyor: “… Kalkın ey ehli vatan. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazım. Çünkü en azgın ve insafsız bir propagandanın, Türk vatandaşlarının ruhuna her gün yakıcı, yeis verici, ümit kırıcı bir propagandanın zehrini dökmesine müsaade edemeyiz…”

Etmiyorlar. Yakıyorlar ve Sabiha Hanımın dilini kesmiş oluyorlar. Tan yakılırken, Sertel’in Görüşler Dergisi’nin de dilini kesmeyi unutmuyorlar. Zira Görüşler için, izninizle ikinci kez elime geçen bu fırsatı da değerlendirmek istiyorum, bir “tahşiye” yazıyor Hüseyin Cahit.

Sonra ne mi oluyor?

Karı-koca Serteller tutuklanıyor!

***

Tamam tek parti dönemi, şu, bu ama…Matbuatın durumu şimdi çok mu farklı? İnsanın Herkesin demokrasisi kendine diyesi gelmiyor mu?

***

Hem ayrıca bildiğiniz gibi, demokrasi denilen şey bir duraktır. Biz zaten ailecek bu misali çok severiz ve tren duraklarına gar deriz. Tren dediğinde binilen ve inilen bir şeydir. Binilir, tren bir garda durur ve inilir, “a burası neresi inmeyecektim” denilir ama artık inilmiş tren kaçmıştır. Yenisi gelir tekrar binilir. Tıkır da tıkır giderken bu defa tren makas değiştirir, hatlar karışır, karışınca kafa da karışır ters yöne giden trene binilir, oraya derken şuraya gidilir. Şuraya gidenler, ”saflığımdan yararlandılar beni kandırdılar” diye ağlarken; buraya gidenler “yemin ederim bana bonzai çektirdiler kendimde değildim” diye dövünürler. Gara gelmeden atlayıp  sıvışanları da unutmamak gerekir. Aslında öyle bir durak neden var ki diye insanın sorası gelir.

Fesuphanallah gördünüz mü  tren yine kaçtı!