İttihatçıların iktidar olma korkusu (2)

Önceki yazı şu soruyla bitirilmişti: “...Bu cesur, yürekli devrimcilerin iktidar olmaya yönelik korkaklıklarını, hadi çekiniklik diyelim, neye bağlamalıyız?

Şu olabilir mi?

Osmanlı’da devlet adamı dediğin tecrübesi fiziksel görünüşüne az/çok yansıyan, yani yaşını başını almış, mümkünse dolgun vücutlu, saçları kırlaşmış, kalıplı fesinin püskülü taralı, masa başı mesaiye bağlı olarak hafifçe kamburu çıkmış olmalıydı. 1908 Temmuz’unda fes, mes, püskül bir yana Enver 27, Cemal 36 yaşındaydı. Talat o tarihlerde her ne kadar topluca denebilecek kilosuyla Osmanlı devlet adamı tipine yakın duruyorsa da henüz 34’ündeydi ve devlet tecrübesi posta memurluğundan ibaretti. Şöyle bir bakıldığında 913’ten 918’e kadar devleti yönetecek olan üçlü ve diğer ittihatçı kadrolar “oturaklı bürokrat” tarifine sığmayan, genel tarifin dışına düşen hayli genç insanlardan oluşuyordu. Öncesinde, yani 1908’de tecrübesizliğin getirdiği yönetememe endişesiyle yürütmeye el koymaktan kaçındıklarını ve hatta bu ihtilâlciler için “çoluk-çocuk” tabirinin sıklıkla kullanıldığını meraklıları bilir. Temsil, ünlü İttihatçı, milletvekili ve Tanin’in başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ın yazdıkları var ve biz bunları Feroz Ahmad’ın “İttihat ve Terakki” adlı kitabından okuyup öğreniyoruz: “Rütbesiz, nişansız, şan ve şöhretsiz bir gencin vezaret unvanıyla sadrazamlığa çıkmasını bu memleketin havsalası almazdı. Hükümetin başına çıkmayı onların zihinleri almadığı gibi memleketin de hazmedebilmesi imkânsızdı... 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti bir posta başkâtibi olan Talat Efendi’yi Sadrazam ilan edemezdi buna şartlar ve haller imkân vermezdi... Eğer böyle bir şey olsaydı memlekette muhakkak anarşi çıkardı... İttihat ve Terakki mensupları da bunu fark etmişler ve yüksek makama geçmeye kalkışmamışlardı. (s,39)

İttihat ve Terakki’nin yürütmeyi tümüyle ele almakta gösterdiği korkaklık ya da çekingenlikte tecrübesizlik anlamına gelmek üzere “çoluk çocuk” olma halleri büsbütün yok sayılamazsa da esas nedeni başka yerlerde aramak daha doğru olacaktır gibi geliyor bana. Hem sonra dört yıl süren “Denetleme İktidarı” dönemi boyunca sürgünler, hapislikler, çeşitli baskılara rağmen iktidara yönelik atılımı yapmak için saçlarının başlarının ağarıp tombullaşmayı beklemeleri tuhaf olmalı! Saçını başını ağartıp tombullaşan, zaten buna da “kudretten” eğilimli olan sadece Talat Paşa’dır. Kaldı ki o da yaşamındaki sadelik ve halkçı tutumuyla Osmanlı bürokrat tipine hiçbir zaman ayak uyduramamıştır. Üstelik dünyanın bütün günahlarının üstüne yıkıldığı Talat Paşa İttihatçı dönemin sona ermesine bir yıl kala 917’de sadrazam olmuştur.

İktidara yönelik korkaklıklarını, hadi çekiniklik diyelim, “çoluk çocuk” olmalarına bağlamak fazlasıyla eksikli olacaktır. Onları iktidar korkağı yapan esas neden kendilerini iktidara taşıyacak ve orada tutunmalarını sağlayacak toplumsal güçten, yani savundukları fikirlerin sahibi olan sınıftan yoksun bir coğrafyada yaşıyor olmalarıdır. Nitekim İttihat ve Terakki’nin “Tam iktidar” olmaları, eylemde mâhir bir avuç genç subayın darbesinden sonra, 1913 ünlü Babıali Baskını gerçekleşecektir.

Bir de örgütsel sorunlar var.

İttihat ve Terakki, gücünü Makedonya’da “alaylı” olmayan genç subaylardan ve bura kentlerinde örgütlü Cemiyet’ten alıyor. 1909 gerici ayaklanmasında bile, ayaklanmanın merkezi başkentte karşı devrimcilere karşı direnç gösterebilecek ciddi bir örgütlülüğün olmadığı görülüyor. Bu zafiyete bir de parti, Cemiyet çekişmesini ilave etmemiz gerekiyor. Tarık Zafer Tunaya’nın “Türkiye’de Siyasal Partiler” adını taşıyan değerli kitabında yayımladığı belgelerden parti, Cemiyet kavgasının 1913 Kongresi’ne kadar sürdüğünü, burada alınan bir kararla “Cemiyet’in kesin olarak partiye dönüştüğünü” öğreniyoruz. (Cilt: 1,s,106, Belge 17, 18.)

1908’den 1913’e kadar yapılan kongrelerin dördü Selanik’te ve tamamen Cemiyet’in “kanatları” altında gizli olarak yapılıyor. Benim bundan anladığım, ihtilal yapmış partinin gövdesinin halen “gizlide” olduğudur! Ayrıca belirtmeliyim ki kişisel oyumu, “Cemiyet’in tamamen partiye dönüştürülerek bu suretle tasfiye edildiği” kararının “dışarıya” karşı alındığı fikrini savunanlardan yana kullanmaktayım. Cemiyet’in tasfiyesi asla “sahilik” kazanmamıştır. Bunun yerinde olup olmadığı tartışması boş olacaktır. Bana sorarsanız, sorduğunuzu varsayarak yazıyorum, bu kararın “sahilik” kazanmaması pek doğru ve pek yerinde olmuştur. Çünkü Cemiyet büyük ölçüde Teşkilat-Mahsusa’dır. 1920 ihtilâlcilerinin dayanağı olan Kuvay-ı Milliye ise Teşkilat-ı Mahsusa’dan başka nedir ki?

İttihat ve Terakki... Yani Talat, Enver ve Cemal ve Bahattin Şakir ve Dr. Nazım ve adları az bilinen ötekiler genç olduklarından değil, yaşadıkları coğrafya izin vermediği ve partilerinin yapısal sorunları nedeniyle 1913’e kadar beklemek durumunda kalmışlardır... Sonrası Babıali Baskını ve yönetime el koymadır. İktidar mı? Savaşmaktan nefes alamayanların iktidarı mı olurmuş! İktidar ardıllarıyla gelecektir. 1926 diyebiliriz. Saydıklarım arasında iktidarı gören olmayacaktır.