İsmet Paşa ve kuyudan adam çıkarmak

Yakın tarih okumalarından edindiğim izlenimlerden biri Anadolu Savaşı’nın öncü kadrolarının, Mustafa Kemal Paşa hariç, İsmet Paşa’dan pek haz etmedikleri yönündedir. Sadece askeri erkân değildir İsmet Paşa’dan haz etmeyenler. Mecliste de ona karşı yürütülen gürültülü patırtılı bir muhalefet vardır.

Düşünün, Lozan gibi tarihi bir antlaşmayı imzalayıp Türkiye’nin tapusunu çantasına koyarak Ankara’ya dönen Paşa’yı, Rauf Bey (Orbay), Mustafa Kemal Paşa’nın ricasına rağmen karşılamamış, bununla yetinmeyen Rauf Bey, onunla yüz yüze gelmemek için görevinden istifa etmiştir. “Görev” dediğim de başbakanlık makamıdır, çocuk oyuncağı değil. Yani o ölçüde, hani derler ya "sıtkı sıyrılmış", belli ki Rauf Bey’in sıtkı mıtkı kalmamıştır.

Peki şuna ne demeli; Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Paşa "Lozan kahramanı" İsmet’in değil, Fethi Bey’in (Okyar) başbakan seçilmesine itiraz etmemiş, meclisin bu kararını uysallıkla onaylamıştır. Mustafa Kemal’e soracak olursak İsmet Paşa’yı arkalamamasının nedeni onun kulaklarıdır. Evet, yanlış okumadınız, bildiğiniz kulak…  

Başbakan seçilmesi beklenen İsmet Paşa’nın yerine Fethi Bey’in seçilmesini hayretle karşılayanlar arasında Yakup Kadri de vardır. Ve Yakup Kadri bunun nedenini Mustafa Kemal’e sorar. Mustafa Kemal Paşa, artık Yakup Kadri’nin yalancısıyız, şöyle der:

"Doğru söylüyorsunuz. Lakin, beni bu hususta tereddüde düşüren nokta İsmet Paşa’nın sıhhi arızasıdır…Bilirsiniz ki, İsmet Paşa biraz ağır işitir. Bu halinin meclis müzakerelerinde kendisi için birtakım mahzurlar tevlid etmesi ihtimali vardır." ( Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim y. 2.baskı,1999, s.,38)

Mustafa Kemal Paşa’ya saygımız da olsa bu gerekçe kabul edilebilir olmaktan çok uzaktır. Kabul edemeyiz. Sıhhi açıdan değerlendirildiğinde, kimsenin başına gelsin istemeyiz, "sağırlık" elbette bir yığın sevimsiz sorunun kaynağıdır ama İsmet Paşa’nın başbakan seçilmemesinin nedenini buna bağlamaya kalkarsak, densizin birine de, af edersiniz ama, o zaman sağır Paşa’yı Lozan’a niye gönderdin sorusunu sorma hakkını vermiş oluruz!

Hem sonra İsmet Paşa’nın bu "arıza"sını uzun yıllar sürecek olan politika hayatında "işine gelmeyenleri işitmemek" avantajına çevirdiği de bilmez değiliz.

Yakup Kadri "kulak arızası"nın önemini büsbütün reddetmez ancak ona göre Paşa’nın rahatsızlığı fiziksel arızadan ziyade nörotiktir.

"… Bilecektik ki, o sıralarda, İsmet Paşa kulaklarından ziyade sinirlerinden ‘arıza’lıdır ve ortada Fethi Bey gibi sakin,soğukkanlı, geniş yürekli bir siyaset adamı durup dururken o halde bir İsmet Paşa’nın idare başına geçmesi elbette çok ‘mahzur’lu olabilirdi. Kaldı ki,buna rağmen,Mustafa Kemal istese de İsmet Paşa’yı iktidara getiremezdi. (…) Zira vekilleri seçme yetkisi Büyük Millet Meclisi’nindi ve o zamanki mecliste ise İsmet Paşa’nın oy çoğunluğu toplaması ihtimali pek zayıftı." ( s.,48)

Demek istediğim tam olarak Yakup Kadri’nin son cümlesinde işaret ettiği gibidir. Mecliste İsmet Paşa’dan haz etmeyenlerin sayısı bir hayli fazladır.   

Peki, asker kanadından olup da İsmet Paşa’yı sevmeyenleri şöyle bir sıralar mısın diye soracağınız tutsa… Tereddütsüz Refet (Bele) derim. Refet Paşa bana göre bu hususta başköşeyi kimseye kaptırmaz. Temsil, en "babalar" bile; Ali Fuat, Kâzım Karabekir, Kâzım Özalp, Bekir Sami, hatta Çerkes Ethem, Refet Paşa’nın arkasında sıralanırlar derim.  

Refet’e göre, İsmet Paşa, cephe komutanlığı yapacak askeri bilgi ve donanıma sahip olmak şöyle dursun on kişilik bir mangayı bile sevk ve idare edemez. Elbette Refet’in bu yargısı fazlasıyla abartılıdır ve bana göre bu abartıda, rütbeleri aynı olmasına rağmen, İsmet Paşa cephe komutanlığı yaparken kendisinin aynı dönemde, kısa bir süreliğine de olsa Demirci Mehmet Efe’ye "zeybek" durmasının getirdiği aşağılık kompleksinin payı bir hayli fazla olmalıdır. Hoş, daha sonra Batı Cephesi ikiye bölünecek, cephe Refet Paşa ve İsmet Paşa arasında bölüşülecektir ama, ah neye yarar, Refet’in tarihine Demirci’ye "kızan" durmuş olmak bir kez düşülmüştür ne çare!  

Refet Paşa burada kalsa, "çekememezlik" deyip geçeceğiz ama işin bir de "dalga geçme" boyutu var ve Yakup Kadri anlatıyor:

"Hele, o sıralarda, cenup cephesinden henüz ayrılmış bulunan Refet Paşa’nın hususi meclislerde İsmet Paşa’dan her bahis açılışta onu öylesine bir alaya alışı vardı ki, biz, yani İsmet Paşa’yı sevenleri çileden çıkarır aramızda epeyce sert tartışmalara yol açtığı olurdu(…) Nitekim, günün birinde, Refet Paşa doğrudan doğruya bana hitap ederek: Birinci İnönü zaferi münasebetiyle İsmet’i bir milli kahraman mertebesine çıkaran makalenizi okudum…" (s.39)

Şimdi bu alıntının devamı var. Yazıyı da tutamayıp uzatacağımı bizzat kendim anlamış bulunuyorum. Yine de , biraz eksik biraz fazla ne çıkar deyip, hoş görünüze sığınarak uzunca olan alıntıyı sürdürmek cesaretini gösteriyorum:

"… makalenizi okudum. Çok şairaneydi doğrusu o yazınız. Fakat hakikatle hiçbir alakası yok deyince ben de kendimi tutamayıp: Şu halde Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’ya çektiği tebrik telgrafı da sizce bir şiirden mi ibaret cevabını vermiştim. Bunun üzerine, Refet Paşa kahkahalarla gülerek bana şöyle bir karşılıkta bulunmuştu: Ona ne şüphe! Bahsettiğiniz telgrafı yazanın da sizin edebiyat arkadaşlarınızdan biri olduğunu bilmiyor musunuz? Hem o telgrafta bir adres yanlışlığı da var. Mustafa Kemal Paşa onu İsmet’e değil, İnönü zaferinin gerçek kahramanı Miralay Fethi’ye göndermeliydi. Zira, ilk ağızda bir hezimete dönmek üzere olan muharebe son dakikada o fırka kumandanının aldığı inisiyatif ve sarf ettiği gayret sayesinde kazanılmıştır…" (s.40)

Devam ediyorum, Refet Paşa’nın, araya Mustafa Kemal Paşa’yı da sıkıştırarak yaptığı bu atıp tutmalarına, tam bu kadarı fazla diyecekken araya sıkıştırdığı not göze çarpıyor:

"Gerçi yıllar sonra,Garp Cephesi Hareket Dairesi Başkanı Kurmay Albay Tevfik’in (Bıyıklıoğlu) İnönü muharebelerine dair yazıp bıraktığı notlar benim nazarımda Refet Paşa’nın bu sözlerini haklı gösterecekti ama, o zamanlardaki ruh halim içinde ben bunları birtakım şahsi dargınlıklarına ifadesi sayarak derin bir üzüntü ile dinlemiştim." (s.40)

Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’ya çektiği telgrafla ilgili olarak bir de "dipnot" düşmüş Yakup Kadri, şöyle: "Türk’ün makûs talihini yendiniz sözünün geçtiği telgraf ki,Hamdullah Suphi Tanrıöver’in kaleminden çıkmıştır." (s.40)   

Söz aramızda kalsın diyeceğim ama aramızda kalacak hali yok, bütün kaynaklarda var; İsmet Paşa, Refet Paşa’nın alaylarına vesile olan ve kendisine soyadı kazandıran bu ünlü savaşlardan sonra Temmuz 1921’de, Kütahya-Eskişehir önlerinde Yunan kuvvetleri karşısında ağır bir yenilgiye uğrayınca Mustafa Kemal’in de savunacak hali, tutunacak dalı kalmaz ve İsmet Paşa Genelkurmay Başkanlığı görevinden azledilir. İşi azıtıp Paşa’nın Divan-ı Harbe verilmesini öneren milletvekillerinin olduğunu da yazar Şevket Süreyya. Sonrasında, Sakarya Savaşı sırasında da pek iyi bir sınav vermediği yazılacaktır. Ancak Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’nın yeteneklerinden kuşku duymaz ve ısrarcıdır. Onu Büyük Taarruz sırasında Cephe Komutanlığı’na getirir. Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’dan beri yol arkadaşları olan Ali Fuat (Cebesoy) ve Refet Paşa buna itiraz ederek Büyük Taarruz’da görev kabul etmezler. Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bunu ayrıntılarıyla anlatarak Cebesoy ve Bele’yi yerden yere vurur.

Cephe hayatından epeyce hırpalanarak yara bere içinde çıkan İsmet Paşa, esas darbeyi Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal’in ilk başbakanı sıfatıyla atıldığı siyasi hayatta alacaktır. Her zaman makul seviyede içtiği, iki kadeh votka ya da rakı, söylenegelen İsmet Paşa’nın bu dönemde kadeh sayısını üçe çıkardığını varsayabiliriz. Ne yapsın, kesin çıkarmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kasım 1924 ortalarında kurulmasıyla birlikte, kuruculara bakar mısınız; Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele… Say say bitmez. Hepsi Mustafa Kemal ile birlikte Amasya’dan yola çıkan "deve dişi" gibi adamlar. Hepsi İsmet Paşa sevdalısı (!) ki hey bre hey! İsmet Paşa’yı fena köşeye sıkıştırmışlardır.

Bir defasında, İsmet Paşa’nın Haydarpaşa-Bağdat Demiryolunun Almanlardan satın alınarak devlet tarafından işletilmesi gerektiğini ileri süren muhalefete karşı; işletmenin Alman şirketinde kalmasını savunan Bayındırlık Bakanı’na arka çıkmak üzere çıktığı kürsüde konuşurken, Refet Paşa’nın Yakup Kadri’ye, "dirseğiyle dürterek", bu ifade Yakup Kadri’nindir, söylediklerine bakar mısınız:

"Hele şunu haline bakın! Bu hale acıklı demekten başka ne söylenebilir? Zavallı adam,memleketi bu içtima salonundan,milleti de bu salonu dolduran kalabalıktan ibaret sanıyor ve işte,böylece havada su dövüp duruyor." (s.53)

Kısa bir süre sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın ağır bombardımanları karşısında görevinden istifa eden İsmet Paşa sahiden kuyunun dibindedir. Mustafa Kemal Paşa’nın da artık İsmet Paşa’yı savunacak hali kalmamıştır. Paşa’nın Heybeliada’ya kendisini atıp inzivaya çekilmesi bundan sonradır.

Farkındayım, kenar notu, bildiğiniz Gılgamış’a döndü ama biraz daha sabır.

Yakup Kadri gibi edebiyat aleminden gelen bir gazetecinin milletvekili olarak yaşanılanlara tanıklık etmesi ve anılarını yazması bizler için büyük bir şans olmalı:

Şimdi köşkteyiz. Çankaya’da. İki ayrı masa kurulmuş. Birinde poker oynanıyor, diğerinde briç. Yakup Kadri ve Mustafa Kemal poker masasında. Briç masasında Başbakan Fethi (Okyar) ve Heybeliada’dan henüz dönmüş olan "küskün" İsmet Paşa… Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri "yıldırdım" kaşeli bir telgrafla içeri giriyor. Telgrafı Mustafa Kemal Paşa’ya uzatıyor. Paşa okuyor. Yüzü asılıyor. Telgrafı diğer masada oturan Fethi Bey’e gönderiyor. Yakup Kadri, Fethi Bey’in umursamaz bir edayla okuduğu telgrafı yavere iade edip oyuna devam ettiğini yazıyor. Ne yapsın yaver, telgrafı briç masasından poker masasına geri getiriyor. Mustafa Kemal’in emriyle yaver bu defa telgrafı İsmet Paşa’ya götürüyor… Yakup Kadri yazıyor:

"…Yaver döndü, telgrafı İsmet Paşa’ya verdi. İsmet Paşa aldı; okudu ve birden ayağa kalkarak -hatta fırlayarak diyebilirim- telaşlı telaşlı etrafına bakındı; derken eline bir cıgara aldı, kibrit arandı; sonra vazgeçti, kendini toparlayıp yerine oturdu. Bu sahneyi göz ucuyla takip eden Atatürk, bize dönerek yavaşça: 'İşte iki adam arasındaki fark' dedi ve ilave etti: Şeyh Sait çetesi Şemdinli’ye gelip dayanmışlar…" (s.79-80)

Fikrimdir: Bu kuyuya atılan iptir.

Şeyh Sait’in boynuna takılan ip İsmet Paşa’yı atıldığı kuyudan çekip alacaktır. Sonrasında İsmet Paşa kesintisiz olarak 12 yıllığına başbakanlık makamına oturacaktır.