İslâm’dan ‘Kurtuluş Teolojisi’ çıkar mı (III)

“De ki: ‘Allah’ın kulları için yaratıp ortaya çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları haram kılmak kimin haddine. De ki: Onlar, dünya hayatında iman etmeyenlerle birlikte iman edenlerindir. Kıyamet günü ise yalnız müminlere mahsustur.”

Çok zengin olmalı Muhammed. İlk evliliğini yaptığı Hatice Mekke’nin en zengin duluydu. Kendisi de karısı adına ticarete soyunmuştu. Hatice’nin ölümünden sonra cariyeler hariç, kimi kaynaklara göre dokuz, kimi kaynaklara göre on dokuz eşe sahip oldu. Bu kadar “boğazı” doyurabildiğine enikonu zengin olmalı. Hem sonra son hac ziyaretinde yüz deve kurban ettiği yazılı kaynaklarda sahiden zengin olmalı. Yani İsa gibi değil. O garibim sahiden fakir doğdu fakir öldü.

Muhammed’in dini İlkin Mekke’de sadece bir avuç denilebilecek kadar küçük bir cemaat tarafından benimsenmişti. Büyüyemedi. Büyümek için yaptığı çağırı en başta mensubu bulunduğu Kureyş kabilesi olmak üzere Mekkeliler tarafından  alay konusu edildi,“eskinin masallarını anlatıyor” diye.  Mekke’de büyüyemeyen Muhammed, büyümek için Medine’ye göçtü. Büyüdü. Medine’de İslam devletinin temellerini attı. 630’da fethetmek için geldiği Mekke önlerinde, Mekke’nin en güçlü, en zengin ve yazılanlara göre en şerefli kabilesi olan Kureyş’in reisi, aynı zamanda amcası olan Ebu Sufyan’la anlaşma imzaladı.   Mekkelilere ıvır zıvır bir yığın tanrı yerine tek bir tanrı ve tek bir devlet armağan ederek yüzlerce yıl sürecek olan Kureyş saltanatının önünü açmış oldu. Sonra işi sağlama almak için, söze döktü, Hadis diyoruz, aka değil, buyurun:

“Halife Kureyş’ten olur!”

Ve de öyle oldu:

Sayıyorum; Ebubekir, Ömer, Osman, Ali… Dört oldu. Sonrasında Muaviye, beş, adı hep lanetle anılan ve küfür yerine kullanılan Yezid, altı ve ardından beş yüz yıl boyunca hüküm sürecek olan Abbasi ailesi… Halifelerin tümü Kureyş kabilesindendir. Hadis var dedik. Sahihtir, Şüphe ve tereddütte yer yoktur… Güzel.

Hemen şimdi birdenbire ilk dört halifenin birbirleriyle olan ilişkilerine bakacağım tuttu.  Ve baktım:

Tarihçilerin, bilhassa İslam tarihçilerinin istiflerini hiç bozmadan tutturdukları sessizliğe hakikaten bir kez daha hayranlık duydum. Şimdi, Allah’ın adını vererek söyleyin, şuna ne demeli; Yahu ilk dört halifenin bazıları Muhammed’in damadı,  Muhammed bazılarının damadı, bazıları da birbirlerinin damadı ve biri de, Ali, Muhammed’in hem damadı hem de emmisinin oğlu… Kureyş saltanatı değil mi?

Bitti mi diye dönüp bakıyorum, bitmemiş. Hani Muaviye demiştik ya, o da Muhammed’in on bir emmisinden biri olan ünlü Ebu Sufyan’ın oğlu… Ebu Sufyan dediğin Mekke öncesi Muhammed’in kanlısı. Sormayın başıma geleni notlarımın arasından İkinci bir Yezid daha çıkmasın mı? Küçük bey, Ebu Sufyan’nın bir başka oğlu oluyor. Bu delikanlı, Muhammed’in Mekke’ye devlet başkanı olarak dönmesinden sonra ona “sır kâtipliği” yapmış olan gayet özel bir kişilik. Evet, Allah’ın adını vererek söyleyin bu ilişkiler yumağında sizce de bir tuhaflık yok mu? Peki o zaman şunu da ilave edip bu faslı kapatıyorum: Üç yüz yetmiş kez tevelerde gösterime sürülen Çağrı filminin kanlı sahnesidir, Bayan Hind bint Utbe’nin halen pıt pıt atmaya devam eden kalbi yediği sahne. Kalbi yenilen Muhammed’in amcası ve aynı zamandasüt kardeşi olan Hamza’dır. Yiyen de Ebu Sufyan’nın karısıdır. Yani Muhammed’in “sır kâtibi” Yezid’in anası… Ne diyeyim!

“Halife Kureyşten olur!”

Saltanat, Muhammed’in Mekke’nin “fethi” ile birlikte parçası olduğu Kureyş kabilesine sunduğu armağan değilse nedir?

Baştan itibaren saltanatı “Hadis” hükmüne bağlayan bir yönetim anlayışından yoksulların hayrına ne olabilir sadakadan başka!

Aralarında seçilmiş tek kişi Muhammed’tir!

Saltanat savaşları Muhammed’in ölümünden hemen önce başlamıştır. Muhammed’in  “kuşkulu”ölümünü; Ebubekir, Ömer ve Osman’ın Ali’ye yönelik kumpaslarını, Mekke tacirlerinin adayı Ebubekir’in diğer adaylarla çekişmelerini, Ayşe’nin iktidar savaşına katılmasını  anlatmaya kalksam, iştahım yerinde, sabrınızı fazlasıyla zorlamış olurum. Kureyş’in ev halidir.

Kopuş, Halife Osman’nın Hariciler tarafından öldürülmesinden sonra başlayacak olan Ali-Muaviye çatışması sonrasında çıkıyor. Kentlerin yoksul Arabileri ve çöl Bedevilerinin umut beslediği Ali’nin partisinin  “hakem olayı” ile dağılıp parçalanmasından kısa bir süre sonra İslâm’ın yoksullara uzanan iki damarından biri olan “Münzer” damarı; diğeri Ali Şia’sı, tamamen kurutulmuştur. Ben, 16.yüzyılda Almanya’da zuhur eden ünlü rahip Thomas Münzer’in adına ithafen “Münzerciler” demeği seviyorum.  Çoğunluk “Hariciler” adını veriyor. Ve arkasına “Sapık mezhep” ilavesini yapıyor. Taha Akyolu’n aktardığına göre Haricileri, kuşkusuz olumsuz anlamda, “Jakobenler”e benzeten İslami kesimden kimi yazarlar da var.” Bunu onun “Haricilik ve Şia” kitabından okuyoruz(Kubbealtı Neşriyet,İst.1988,s.55). “Hakem Olayı”na ve sonrasındaki “Harici kopuşa” sözü getireceğim de Akyol’un, Haricilerle TKP arasında kurduğu bağlantı yakama yapıştı. Kurtulamadığım gibi, işin içinden çıkamıyorum. Kısa bir bölümünü aktararak sizlerden yardım diliyorum:

“Hariciler de kendilerinden olmayan Müslümanları “kâfir”likle suçlayıp, Hıristiyanlarla ve müşriklerle işbirliği yaparlardı. Günümüz şartlarında politik ihtiras ve grup şuuru (kabile asabiyeti), bunları TKP ile işbirliğine kadar sürükleyebilir!”(s.242.)

Bunu siz düşünedurun. Haricilerin kopuşu Ali’nin ünlü “Hakem Olayı” ile başlamıştır. Ali-Muaviye savaşında haklı-haksız tayini için heyet kurulması kararına itiraz eden Hariciler her iki tarafı da kâfir ilan edip savaştan çekilmişler, sonrasında iktidarı alan Muaviye tarafından kanlı bir şekilde ortadan kaldırılmışlardır. Kureyş saltanatına karşı yoksul kesimin temsilcisi olarak tarih sahnesine çıkan Hariciler savaşçı, basit, sade insanlardı. Dünya görüşleri de çöl kadar aydınlık, basit ve sade: Eşitlikçi bir toplum. Bu dünyada mal mülk biriktirmek israf ve haramdır. Paylaşın.

Tanrı Cebrail vasıtasıyla Muhammed’e haber saldı kullarına bildirsin diye:

“Ey iman edenler Allah’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden olan idarecilere de itaat edin.”

Hariciler zalimlere “itaat edilmez” dediler. Savaştılar. Haksızlığa karşıydı savaşları. Bire varıncaya kadar kılıçtan geçirildiler. Kılıçtan geçirilirken, Allah’ın Kureyş’in yanında yer almış olmasına bir mana veremediler! Çünkü israfı ve mal biriktirmeyi haram kılan da o idi!

“Kurtuluş teolojisi” Latin Amerika’nın yoksul rahipleri tarafından başlatılmıştı. Bir süre sonra Tanrı onları yalnız bıraktı Vatikan’ın yanına geçti.

Peki İslam’dan benzer bir teoloji, bir “kurtuluş teolojisi” çıkar mı?

Bundan amaçlanan bu lanet düzenden bir çıkış yoluysa, bana göre çıkmaz. Baksanıza daha ta baştan beri Allah Kureyş’ten yana!