İslâm'dan 'Kurtuluş Teolojisi' çıkar mı? (II)

Çıkmaz.  Ama belki çıkabilirdi, ne ki iş işten geçeli çok oluyor. 1400 yıl filan. Peygamberlik zincirinin son halkasıydı Muhammed. Ölümüyle birlikte vahiy döneminin de  kapandığını hatırlatmama gerek yok. Ölümünü takip eden günlerde (632), İslâm’dan kitleler halinde vazgeçip eski dinlerine dönenler olduğu gibi; postacı Cebrail‘in kendisine tebligatta bulunduğunu ileri sürerek peygamberliğini ilan edenler de olmuştur. Bunların hayli taraftar da topladığı biliniyor. Peygamberliğini ilanen tebliğ edenlerden biri de Müslüman inceliğine sarılarak yazıyorum, bir bayandır.

Kuşkusuz ve derhal “yalancı peygamber” ilan edilmişler ve  şiddetli savaşlar sonrasında bay, bayan ortadan kaldırılmışlardır. Tersi olsaydı, hani erkek taifesinden olanlar için bir şey diyemem ama, “bayan” olanı, halife Ebubekir’in ünlü komutanı Halid Bin Velid’in ordusuyla tutuştuğu savaşı kazansaydı, okuyorum da, sanki yoksul bedevilerden yana olacağı gibi bir his uyandırmıştı bende.

Peygamberlik vahiyle başlıyor. Vahiy şart. Gelmesi de yetmiyor. Geldiğine başkalarının da ikna edilmesi gerekiyor. Olmadı… O “bayan” biraz daha zorlu çıksaydı ya da şansı yaver gitseydi… Olsaydı… Yani, belki, onun katkısıyla oluşacak teoloji, 1400 yıl sonra “Kurtuluş Teolojisi” kanallarını zorlayabilirdi. Bilinmez ki!

Yahu nedir başıma gelen… Aklıma durup dururken Bülent Arınç gelmesin mi: “Sen bir kadın olarak sus”. Bir an, kısa bir an Bay Bülent’in bu lafı Hâris kızı Bayan Peygamber Secah’a söylediğini düşünün… O anda da bayan Secah vaaz veriyor olsun…

Biriniz beni tutsun, böyle devam etsin istemiyorum konu dağıldı dağılacak.    

Her neyse toparlayalım.

Ancak İslam çubuğunu yoksuldan yana bükmeye çalışanlar oldu.  Daha doğrusu girişimler var. Ve tam bu noktada; Ali, Muaviye iktidar çekişmesiyle patlayan Sıffin Savaşı (657) sırasında ve sonrasında ikisinden de bağımsız bir duruş sergileyen ve fukara bedevileri temsil eden, bu adlandırmayı uygun bulur musunuz bilemiyorum, Hariciler Partisi ile; Latin Amerika’daki yoksul kilise cemaatlerinin, “Taban Cemaatleri” de deniliyor, birbirlerine pek benzediklerini ileri sürme cesaretini gösteriyorum. Ayrıca mazlumlardan yana tutumuyla temayüz eden Ali ve taraftarlarının da not olarak bir tarafa kaydedilmesini öneriyorum. Tabii buna bir de Mutezile Partisini eklemek gerekiyor. Ali’den yaklaşık yüz yıl sonradır. Bunlara geleceğim. Ancak peşinen şunu söyleyebilirim: Benzerlik sadece fikri düzeyde kalmıyor ,karşı duranların ithamları  aynı kalıpsal çerçevede ve aynı kavramlarla ifade ediliyor. Hem İseviler hem Muhammediler başkaldırıcılara “sapık”, mensubiyetlerine de “sapık mezhep” diyor. Yalnız Mutezile’ciler için “Kemalist” göndermesini yapan Mehmet Şevket Eygi’yi nereye koyarsınız bilemiyorum. Ben beceremedim de.  

Şimdi Ebuzer El-Gıfari ile başlıyorum.       

Ali Şeriati (ö.1977) İranlı sosyolog. Marksist olduğu yazılıp çiziliyor. İtiraf etmeliyim sadece iki kitabını okuyabildim. Biri şu:”Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri” (Bir Yayıncılık 1985). Kitapta Marksizmin payına düşen makale (Din ve Marksizm Arasında İnsanlık) 60 sayfa kadar ve hemen her sayfası eleştiriyi geçtik küfürlerle bezenmiş. Temsil şuna ne dersiniz: “Marx’ın özel hayatında, papazların neden olduğu aşk kökenli hayâl kırıklıklarında tanrılara karşı böyle bir tepkinin köklerini araştırmak gerek” (s.60). Tam da bu nedenle Şeriati’nin Marksist ilan edilmesine mana verebilmek yeteneğinden pek çok uzağım. Her neyse, ikincisi de “Ebuzer” adlı romanı (Yeni Zamanlar, İst. 2004). Benim derdim, Ebuzer El Gıfari’nin o günlerin ikliminde söylenmesinin güç olduğunu düşündüğüm aykırı cesur sözlerini aktarmak ama, ilkin, kulak çınlatıcı bir yanı da olduğu için, dönemin Şam valisinin, Muaviye, yaptırmış olduğu şaşalı Yeşil Saray’ı övünçle gösterdiğinde milletin içinde onun yüzüne vurduğu sözleri aktarmalıyım:  

“Bunları kendi paranla yapıyorsan israf, devletin parasıyla yapıyorsan ihanettir.”

Ne denir. Ben bu çöl yiğidini sevdim. Şimdi sırası, saygıya selamlıyorum Ebuzer El Gıfar’yi ve sabrınıza güvenerek aktarmakta geciktiğim sözlerine geliyorum:

“Evinde yiyecek olmadığı halde, kılıcını çekmeyene şaşarım!”

Harici Parti’sinin kuruluşunun  öncesinde işte bu var. Yoksul bedevilerin İsyan çağrısıdır. Ve çağrı cümlesinin arasına “dua edip oturmak” lafzını sıkıştırmanın da hiçbir sakıncası yoktur. Hatta pek de güzel durduğunu fark etmiş durumdayım. Zaten aynı kapıya çıkmaktadır. Hadi o zaman bir benzetme yapalım:

“Evinde tespih çekip dua etmek yerine yoksullarla bir olup savaşmayanlara şaşarım!”

Bu da El Salvador’lu rahip Ruttilo…  

Çeteciymiş Ebuzer El Gıfari. Önceleri, kervan basan bir eşkıya. İslam’ı kabul etmiş. İslam’ı ilk kabul edenler listesi düzenlense beşinci ya da altıncı sıralarda yer tutacağı yazılıdır kaynaklarda. Bir de Ebubekir halife ilan edilince pek hayıflanmış. Küser gibi olmuş. Osman’ın halifeliğinde kayırmacılığı, dönen rüşvetleri ,yolsuzlukları görünce “beterin beteri varmış” diyerek bedevilerin arasına, çöle çekilmiş bir kıl çadırla. 

Sonra mı? Sonrasında, Ruttilo asıldı gerillaya katıldı diye.. Ebuzer El Gıfari “sufi” oldu, çölde delirerek öldü.

Peki İslam’dan “Kurtuluş Teolojisi” çıkar mı?

Bana göre çıkmaz.

(Devam edecek)