Hastalar Risalesi: Allahım felç et beni

 

“Hastalara bir merhem, bir teselli, manevi bir reçete, bir iyadet-ül mariz ve geçmiş olsun makamındadır. ” (Hastalar Risalesi prospektüsü)

Değerli dostum sevgili Nurettin Hoca’nın ihtisas alanıdır farmakoloji. İleri Haber’de yayımlanan “Hastalar Risalesi” başlıklı yazısını büyük bir zevkle okuduğumu içtenlikle belirtmeliyim. Yazısından, kısa bir süre önce İstanbul’da düzenlenen eczacılık kongresine katıldığını öğreniyoruz. Düzenleyicilerden, katılımcılara; katılımcılardan içeriğe varıncaya kadar yapmış olduğu eleştirileri ve değerlendirmeleri sıralarken; sanki, ne bileyim, yanılıyor da olabilirim ama; biraz küçümser bir eda ile açtığı paragrafa sıkıştırdığı Bediuzaman Said’in, bu hariç, bundan sonra yazı boyunca isminin geçtiği yerlerde “Allah ondan razı olsun” anlamında, ”Radyallahu anh”ın kısaltması olan “r.a” kullanılacaktır, ünlü risalesi “Hastalar Risalesi”yle de karşılaştığını öğrenmiş oldum. Bir farmakologun doğrudan çalışma alanına girmese de, ilaç niyetine satılan bir ürüne; sadece tıp aleminin değil, alternatif tıbbın da alternatifi olarak sunulan, sağlık bakanlığına eczanelerde satılması için ilgililerin başvurduğunu öğrendiğimiz bu risale-i ürüne göstermesi gereken alakanın bu kadarcıkla sınırlı kalması; üstüne üstlük “harcıalem” bir konu olarak değerlendirmesi, açıkçası beni bozguna uğrattı. Maruzatım buna dairdir. Öte yandan bu yazı, sevgili farmakologumuzun yazdıklarına “zeyil” olarak okunması halinde daha bir “deva”lı olacaktır.

Bu arada her hafta yazı yazdığım Sol Portal’ın, “Yok artık, Said Nursi’nin ‘Hastalar Risalesi’ eczanelerde bulunacak” başlıklı haberine ayırdığı yerin hak ettiği değer ve ölçekte olmadığı gibi, başlıktaki üslubu ve yazımındaki “r.a” eksikliğini incitici bulduğumu da not olarak düşmek istiyorum.

“Allah’ım felç et beni!”

Tamam etsin de lakin sırada prospektüsün çok genel çerçevesini çizmeliyim ve özeti şöyle:

Hastalık mükemmel bir şeydir. Bir hastalık ya da kaza nedeniyle organ kaybına uğramak daha da mükemmeldir. Çünkü insan hasta olup yatağa düştüğünde ya da sakatlanıp eve kapandığında muzır işlerle uğraşmaya vakit ayıramayacaktır. Evet, belki de farz olan ibadetlerini tam olarak yerine getirmeyecek kadar bazı organları eksikli, çaresiz, mecalsiz, kalmış olabilir ama dua ve niyazları, temsil, bir dakikalık duası, saatlerce hatta günlerce yapılacak ibadetten daha değerli olacağı gibi buna bolca da vakti olacaktır. Bu sayede öte dünyada cennet kapıları ona açılacaktır. Yeter ki “of” demeyesin, “oh” diyesin…Özeti bu kadar.

Risalede bir bölüm var ki yorgan döşek yatan hastanın onu okuması halinde “kolbastı”ya kalkıp vıtır vıtır oynaması işten bile değil. Bu bölüm reçetede “Beşinci Deva” alt başlığı olarak yer alıyor. Şimdi tam bu noktada uzunca denilebilecek bir alıntıyı, yukarıda çizdiğim genel çerçeveye yalan bulaştırmadığımın kanıtı olarak sunmama izin verin. Verdiniz…Güzel, reçete “Ey Hasta!” diye başlıyor. Devamı şöyle:

“Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki, hastalık bazılara Allah’ın bir ihsanı, Rahman’ın bir hediyesidir. Bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua (etmem) için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki, hangi hastalıklı genç gördüm; diğer gençlere göre nispeten ahretini düşünmeğe başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvani heveslerden bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyorum, onları tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı ilahi olduğunu söylerdim. Derdim ki, ’kardeşim, senin bu hastalığın aleyhinde değilim. Hastalık için şefkat hissedip acımıyorum ki dua edeyim…” (cümle bozuklukları bana ait değil. )

İnançlı birisiniz… Hasta oldunuz… Hani, temsil bu ya, şuranızda bir sancı, böbreğiniz diyelim, taş düşürüyorsunuz, yorgan döşek inlemelisiniz. Allah’ım nasıl büyük bir saadet. Herkese nasip olamayacak kertede ne büyük şans. Hele de söz konusu böbreğinizin biri değil ikisi birden ise çık yorganın altından dön etrafında parmaklarını şıkırdatarak keyfine bak. Sanki oynadığın at fotodan çıkıp gelmiş, ya da Türkiye Ziraat Kupası Fener-Kayseri maçında basmışsın bilmem kaç katı iddiayı Kayseri’den yana, hey canım be! Bir göz isterken oldu mu sana iki böbrek! Sancılar içindesin ama ne gam… Çünkü günah sokakta. Ve sen dış dünyaya çıkamadığın için de onunla karşılaşma ihtimalin sıfır. Ne güzel ne büyük saadet. Allah’ın seçilmiş kulusun, bak işte kendini günahtan sakınmış oluyorsun.

Bu kadarı da uydurma mı dediniz?

Buyurun o zaman 21’inci devadan minik bir demet:

“ (…) Madem ötelerde çileli bir dünya hayatından daha güzel ve kalıcı bir alem kişiyi bekliyor o halde bir insan, nihayetinde geçici olan hastalıktan ve yaşlılıktan niçin şikayet etsin. Bilakis durumundan memnun olmalıdır…”

Allah’ım felç et beni!

“Ey felç gibi ağır hastalığa yakalanmış kardeş! Öncelikle seni muştuluyorum ki, Müslüman için felç mübarek sayılır. Bunu çoktan, Allah dostlarından işitiyordum ama sırrını çözememiştim…”

Çözmez mi, çözüyor ama alıntılamaya kalkarsam çok uzayacak. Bu sırrı, Bediuzaman Said’in (r. a) Kuran eczanesinden özel olarak terkip ettiğini söylemekle yetiniyorum. Takipçilerinin “İnsan bu manevi devaları dinlerken, hasta olmayı temenni edeceği geliyor” diyerek hastalara imrendiklerini de not olarak ilave ediyorum. Şimdi bu pek özel “terkip”in kalan bölümünü yorumlayabilmem için izne ihtiyacım var. Verir misiniz?

Şöyle:

Sen, Allah’ın özel olarak seçtiği ve yerinden kıpırdayamaz hale getirdiği bir kulsun. Yatalak olmuşsun. Bu halinle günaha girme olasılığın sıfıra yakın olduğu için pek şanslısın. Yatalak olmadan önce bazı günahlar işlemiş; gözün, görmesi sakıncalı yerler sınıfına giren kimi uygunsuzluklara kaymış olabilir. Olsun. Şimdi dua ve niyaz dönemidir. Ne güzel, yattığın yerden buna bol bol vakit bulacaksın. Böylece öte tarafa gittiğinde yerin tereddütsüz cennet olacaktır. Orada seni bekleyen güzellikleri tahayyül et ve oyalan. Burada ki durumun görünürde kötü de olsa gerçek bildiğin gibi değil. Öte tarafta “salsa” yapacak kadar dinç ve sağlıklı olacağından kuşku duyma. Bunu sana müjdelemek istedim.

Bu benim yorumumdur.

Yahu ne güzelmiş, elimde değil bu da dileğim: Allah’ım felç et beni!