Ekim devrimcilerini selamlayın!

Yazının başlığına çıkan bu öneri, sadece Ekim Devrimcilerinin değil, bu topraklarda yaşayan herkesedir.

Çünkü Ekim Devrimcilerine borcumuz var.

Söze böyle başlayınca borcun kaynağını izah etmek bir zorunluluk oluyor. O zaman küçük bir tarih gezintisi belleklerimizin tazelenmesine iyi gelecektir.
Esas kapışma Batı Cephesi’nde oldu. İngilizlerin desteği ile İzmir’e çıkan Yunanlıların işgali yaygınlaştırmaları, işgalcilere karşı kurulan direniş örgütleri, verilen bir dizi gerilla savaşı, iç isyanlar, İnönü, Gediz, Demirci, Eskişehir, Sakarya, Afyon savaşları ve sonuç biliniyor : Yaklaşık üç yıl süren Türk-Yunan Savaşı, 9 Eylül 1922’de işgalcilerin kesin yenilgisi ve işgal topraklarını boşaltmaları ile sonuçlandı.

Tamam…

Buraya kadar iyi. Peki, Kurtuluş Savaşı sırasında Doğu Cephesi’nde zikredilmeye değer ya da tarih sayfalarında yer almayı hak etmiş bir savaş oldu mu? Oldu diyenler, birincisinin peşinden gelecek olan şu soruya da hazırlıklı olsunlar : Kim, kiminle ne zaman savaştı? Ya da şöyle, Doğu Cephesi ne zaman selâmete erdi? Elbette Doğu Cephesi’nde savaşı bitiren, Türk tarafının elini rahatlatan bir tarih ve bir olay var. Ancak bu Türk Kurtuluş Savaşı’nın gerçekleştiği 1919-1922 zaman dilimi içinde yer almıyor. Bu tarihi olay, 1918 yılının birinci yarısında, tam olarak yazacak olursak 3 Mart 1918 tarihinde gerçekleşiyor. Buna geleceğim, zira Ekim devrimcilerine olan borcumuzun kaynağı burada yatıyor.

Şimdi belleklerimize iyi geleceğini düşündüğüm gezintinin sırası.

Bu gezintide Kâzım Karabekir’e uğramamak hiç olmaz…

Okuduklarımdan edindiğim kadarıyla duygusal ve saf biri Karabekir Paşa. Duygusallığı yazmış olduğu şiirlerden, piyeslerden ve yapmış olduğu bestelerden anlaşılıyor. Saflığının delili ise tüm bu yapıp eylediklerinin birer sanat şaheseri sayması oluyor… Karabekir Paşa 15’inci Kolordu Komutanı olarak geldiği ve merkez üssü Erzurum olan Şark Cephesi’nde 1920 yılının Eylül ayına kadar yukarda işaret ettiğim çeşitli sanat faaliyetlerinde bulunuyor. Bu arada Ağustos ayında Kafkas topraklarında Kızıl Ordu birlikleri ile Karabekir Paşa’nın öncü birliklerinin bir defa karşılaştıklarını söylemeliyim. Bu karşılaşmada, önce gergin anların yaşandığı ve bir çatışma ortamının doğduğu da biliniyor. Bu gergin anlarda Kızıl Ordu birliklerinin Enternasyonal Marşı’nı söylemeye başladıklarını, Türk tarafının da olanca ciddiyeti ve büyük bir saygı ile bir tek sözcüğünü anlamadıkları bu maşı ayakta dinledikten sonra karşılık olarak, Karabekir Paşa’nın günlerce sabırla öğrettiği “Yaslı gittik şen geldik/Aç bağını biz geldik” marşını büyük bir heves ve coşkuyla okuduklarını, böylece gergin ortamın yumuşamasında bu marşın etkili olduğunu ilave etmeliyim. Aklımda kaldığı kadarıyla bu marşın iki dizesi de şöyle: “Bize bir yudum su ver/ Çok uzak yerden geldik…” Bu dizelerin mealen de olsa hemen oracıkta Rusçaya çevrildiği anlaşılıyor zira marşın bitimiyle birlikte, tüfeklerin çatıldığını, ağırlıklardan kurtulduktan sonra dostça kucaklaştıklarını ve karşılıklı ikramda bulunduklarını Emel Akal yazıyor. Meraklısı için kitabın adını da veriyorum: Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm.

1920 yılının Eylül ayında, 28 Eylül’de, Kâzım Karabekir komutası altındaki Türk Ordusu Ermenilere karşı Sarıkamış-Kars-Gümrü hattında hareketleniyor. Paşa’nın 1930 yılının başında yazmaya başladığı hatıralarından, bu savaşın pek kanlı geçtiğinin, cehennemi çatışmaların günlerce sürdüğünü topun, tüfeğin bittiği yerde süngülerle göğüs göğse boğuşmalar olduğunu öğreniyoruz… Kars 30 Ekim’de süngü savaşıyla Ermenilerden kurtarılıyor. Türk Ordusu Kars’ı zapt ediyor… Anlatıcıya inanacak olursak adeta mahşer günlerinin yaşandığı bu kanlı boğuşmanın sonunda, her iki tarafın kayıplarını merak etmemek olmaz. Ben de merak ettim. Şimdi sıkı durun Genel Kurmay Başkanlığı’nca yayımlanan, Doğu Cephesi’nin anlatıldığı Harp Tarihi’nde her iki tarafın kayıp sayısını vermiş: Türk tarafının kaybı altı kişi, Ermeni tarafının kaybı ise elli kişi.

Şehit sayısının Adilcevaz’daki baldızının düğününden dönen sarhoş sürücünün uçuruma yuvarladığı otomobildeki yolcu sayısı kadar olduğu anlaşılmaktadır. Diğer elli kişiyi de bu örneğe dahil etmeye beni zorlarsanız, sarhoş sürücünün kullandığı otomobili elli kişilik bir otobüsle çarpıştırmak durumunda kalırım. Özetçe söyleyecek olursak, Doğu Cephesi’nde savaş denebilecek bir çatışmanın olmadığı ve Karabekir Paşa’nın şiir, piyes, beste gibi sanatsal faaliyetlerine “ destan” türünü de eklediğidir.

Osmanlı Devleti’nin 1914 yılında Almanya’nın yanında savaşa girmesinde hemen sonra Kasım ayında başlattığı Kafkasya macerası, her yıl artan sayıda verilen kayıplarla 1917 yılına kadar devam etmiştir. 1917’de komünistlerin iktidarı ele geçirmeleri sonucu kurulan yeni Sovyet hükümeti derhal savaştan çekilme kararı almıştır. Osmanlı-Rus savaşı bu tarihte bitmiştir. Bolşevik Hükümeti Almanya ve Almanya’nın savaş ortakları olan Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı imparatorluğu ile barış masasına 3 Mart 1918 tarihinde oturdu. Gündemleri iç savaşı bitirmek ve sosyalizmi inşa etmek olan, bu nedenle de barışı herkesten çok isteyen Ekim devrimcileri büyük tavizler vererek, savaşın bittiğini ilan eden Brest-Litovsk Antlaşması’nı imzaladılar.

Antlaşma masasından kazançlı kalkanlardan biri de, Kafkasya Cephesi açısından söylüyorum, Osmanlı Devleti’dir. Bu antlaşma ile, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından (93Harbi) bu yana Çarlık Rusya’sının elinde bulunan Kars, Ardahan, Batum Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştır.

Yalçın Küçük,”Türkiye Üzerine Tezler -2”de yazdığına göre, 5 Mart 1918 tarihli gazeteler şıngırtılı sevinç manşetleriyle çıkıyor. Bunlardan biri Vakit Gazetesi. Vakit Gazetesi şu manşeti atıyor: “Sulhun şehitlerimize ve gazilerimize üç mükâfatı: Kars, Batum, Ardahan…” Yazı devam ediyor, şunlar var: “Hariciye Nazırı’nın Meclis’te yaptığı açıklamaya göre, Osmanlı Devleti başlıca üç şeyi istemişti ve elde etmişti. Bir, işgal altındaki topraklarımızın derhal boşaltılması ve geri verilmesi. İki, ‘93 Harbi’nde bizden alınan üç sancağımızın geri verilmesi. Üç, savaştan önce Rusya ile imzalanmış her türlü antlaşmanın geçersiz sayılması…”

Komünistler hem çarlığı yıkıyor hem de savaşı bitirip altın bir tepsi içinde üç ili Osmanlıya armağan ediyor… Çok açık, Doğu bölgesinin kurtuluşu Brest-Litovsk Antlaşması ile sağlanmıştır. Sonrasında olanlar, yani bir tek mermi bile atılmadan İngiltere’nin desteği ile Ermenistan’ın Kars, Batum, Ardahan’ı işgal etmesi, ardından Karabekir Paşa’nın altı kayıp ile yaptığı “Kars Seferi savaş tarihinin dip notlarında bile yer alması caiz olmayan küçük çatışmalardır. Doğu Cephesi’nde 1918 yılında Ekim devrimcilerinin bitirdiği savaş, 1921 yılında imzalanan antlaşmalarla noktalanmıştır. Bu antlaşmalar Kurtuluş Savaşı’nın önemli dönüm noktalarıdır. Savaşın kazanılmasında hayati önem taşıyan silah, mühimmat ve para bu tarihten itibaren genç Ekim Hükümetinden temin edilmiştir.”Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları” arasında Sovyetlerin payı hakkında bir fikir verebilmek için bazı rakamları zikretmeme izin verin. A.Müderrisoğlu’ndan aktarıyorum: 39.275 adet tüfek, 327 adet makineli tüfek, 54 top, 62 milyon 086 bin adet tüfek mermisi, 147 bin 79 adet top mermisi, el bombası, şarapnel mermisi, kılıç ve gaz maskesi… Moskova Antlaşması metni dışında yer alan, ancak Türk ve Sovyet kaynaklarınca doğrulanan 10 milyon altın rublelik yardıma, antlaşma öncesinde üç ayrı parti halinde gelen 1 milyon altın rubleyi de ilave etmeliyiz…
Söz dönüp dolanıp “akçalı” işlere dayanınca bu yazının boyuna posuna uygun ölçekte bir parantez açmama izin verin. Şöyle: Nuri ve Saffet’i tanır mısınız, “hangi Nuri, hangi Saffet” demeniz pek doğal. İşinizi kolaylaştırmak için soyadlarını da yazmam gerekiyor. Birincisi, Conker ikincisi, Arıkan. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları, birincisi aynı zamanda çocukluk arkadaşı…”Anadolu İhtilâli ” adlı kitabıyla tanınan Sabahattin Selek kitabının henüz araştırma faslında iken Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde maliye bakanlığı yapan Yusuf Kemal Tengirşek ile bir görüşme yapar. Bu görüşmede Tengirşek, yardım listesinin en sonuna ilave ettiğim 1 milyon rublenin makbuzunun kendisi tarafından imzalandığını söyler. Bir de dip not düşer: “Almanya’da enflasyon hüküm sürdüğü bir sırada silah alımına giden Saffet ve Nuri Beyler, orada parayı çoğaltmak için borsada oynamışlar ve paranın hepsini kaybetmişlerdir. Onları bir Alman aldatmıştı. Mesele mahkemelik oldu. Fakat bir netice çıkmadı. O gün bugün Saffet ve Nuri Beylerden şüphe edilmemiş ve hadise bir kaza olarak kabul edilmiştir… Yazıya çeşni olarak ilave ettiğim “dip not” bu kadar. Parantezi kapatıyorum
Moskova Antlaşması ile eli güçlenen Ankara Hükümeti, Doğu Cephesi’ndeki bazı birlikleri Yunan işgali altında bulunan Batı Cephesi’ne kaydırmış ve bunları Kurtuluş Savaşının dönüm noktası olan Sakarya Savaşı sırasında görevlendirmiştir.

Dönemin ünlü gazetecisi ve Mustafa Kemal’in yakın dostu Falih Rıfkı Atay, Ekim Devrimi’nin Türkiye açısından paha biçilmez değerini açıklarken, İstanbul’un bir köşesine Lenin’in bir büstünün konulmasını önermekten kendisi alamaz. Şunları yazar Çankaya adlı kitabında:

“Tuhaf kader cilveleri vardır. Eğer Lenin Çarlığı yıkmasaydı ve Rusya zafer gününe erişse idi, İstanbul Rus olacaktı. İnsanın acaba bir İstanbul köşesine Lenin’in büstünü koysak mı, diyeceği geliyor…” Falih Rıfkı’dan söz etmişken onun “1917 Devrimi olmasaydı Türkiye’de neler olurdu” sorusuna verdiği yanıtı da buraya aktarmakta yarar var. Şöyle:

“Ya Çarlık Rusyası 1917’de yıkılmamış olsaydı, müttefiklerle aralarındaki anlaşmaya göre İstanbul, Sakarya kıyılarına kadar Rusların mülkü olacaktı. 1918’in o haftaları, Rus Orduları Komutanı Çar Nikola’yı Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımında karşılayacaktı Daha neye uğradığını bilmeden Doğu’dan Güneye doğru, Adana’ya kadar uzanan bir Ermenistan kurulacaktı. Lenin,Çarlığı devirdiği sırada , Rus ordularının nerede ise Sivas kapılarına dayanmış olduğunu unutuyorduk…”

Şimdi yazının başlığını, bu coğrafyada yaşayan herkes ve her kesim için yineliyorum:

Onlara borcumuz var!

Kalkın ayağa!

Ekim Devrimcilerini selamlayın!

(Not: Bu yazı, sadece birkaç sözcük ve vurgu farkıyla aylık siyaset, bilim, kültür ve sanat dergisi Sol’un Kasım 2004 tarihli 230’uncu sayısında yayımlanmıştır.)