Derkenar: kayınçoların şahı Çerkes Hasan Paşa

Uzun yaşamanın sırrı sorulacak yaşa gelmediysem de orta yaşları devireli epeyce oluyor. Basit istekleri olan biriyim. Temsil; Hasan türünden enişte delisi bir kayınçom olsun isterdim doğrusu. Kadere bakın, çok denebilecek sayıda kayınçom ve eniştem var ancak bakıyorum da başıma bir iş gelse “Hasani” refleks göstereceğine dair en ufak bir işaret göremiyorum hiçbirinde. Yok. Ya da ben göremiyorum.

Ömrüm başkalarının kayınçolarını ve eniştelerini kıskanmakla geçti.

Bakar mısınız şu enişte-kayınço ikilisinin uyumuna? Darbe girişimi oluyor; ordu, polis, istihbarat, hükümet, vali ortalıkta yok. Kayınço otelde sıkışmış oraya buraya telefon, hiçbirine erişemiyor. Devletin başı devlete erişemediği gibi devlet de devletin başına erişemiyor. Zaten böyle bir gayret içinde oldukları da hayli kuşkulu… Ve enişte bu hengâmede devletin başı olan kayınçosuna erişebiliyor. Gösterilen gayret ve beceriye ne demeli bilemiyorum. Enişte Bey “saha”da gördüklerini anlatıyor. Harekât planı otelde Damat Bey’le yapılıyor. O da enişte.

“Haberi aldığım zaman eniştemden, inanamadım. Olmaz böyle şey, dalga mı geçiyorsun filan diye... Teyitler aldık, ne yapacağımızı Berat Bey ile konuşmaya başladık. Hemen atacağımız adımlarla ulaşmak istediğimiz telefonlara ulaşamadık. Daha sonra ulaşma imkanını yakaladık…”

Gel de kıskanma. Nereden bulacaksın böyle enişteleri! İşte enişte takımında yüksek miktarda kayınço hassasiyeti olmalı derken kastettiğim budur. Benimkilerde zerre-i miskal olmayan ama elinkilerde mebzul miktarda olan.

İşte böyle…Ne zaman söz dolanıp gelip kayınço-enişte ikilisinin yamacına kurulsa aklıma Hasan gelir: Çerkes Hasan Paşa.

Nedense kuru kuruya “Çerkes Hasan” demek yakışıksız geliyor bana. Adının sonuna “paşa” rütbesini ekleyivermem ondandır. Günümüzde artık paşalık rütbe olarak “gedikli” seviyesine indiğine göre benim bir yüzbaşıya paşa rütbesi vermem çok görülmez sanırım… Onu bunu bilmem verdim gitti: Çerkes Hasan Paşa… Kayınçoların şahı… Enişte delisi…

Kayınço dediğin böyle olur:

Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa cuntasının darbesiyle “hâl” edilen Sultan Abdülaziz ikâmete mecbur edildiği Feriye Sarayı’nda, cinayet mi intihar mı ne olduğu belirsiz, bu dünyadaki ömrünü doldurduktan sonra göçünü toplar gider (4.6.1876). Feci olaydan sonra; Abdülaziz’in altı eşinden biri olan Çerkes (Ubıh) Neş’erek Hanım (Nesrin), kimilerine göre yağmurda fazla kaldığından, kimilerine göre üzüntüden, kimilerine göre her ikisinden, bazılarına göre bilinmez bir nedenden ötürü ölünce, zaten eniştesinin ölümüyle kendinden geçmiş olan Çerkes Hasan Paşa, tarih sahnesine  tamamen dellenmiş olarak zuhur eder. Ama ne ediş, eniştesinin ve ablasının başlarına gelenden sorumlu tuttuğu Hüseyin Avni Paşa’yı cezalandırmak üzere, Mithat Paşa’nın başkanlığında toplanan Meclis-i Vükela’yı (Bakanlar Kurulu) gecenin bir  basar.

Kurul üyelerinden biri de ünlü tarihçi, Tarih-i Cevdet yazarı, Cevdet Paşa’dır. Biraz uzunca olacak ama pek “tatlı” anlatır. Aktarmak istiyorum:

“…Hüseyin Avni Paşa’nın Mithat Paşa konağında katledildiği gece kulları da orada bulunmaktaydım… O vakit devletin idaresi üç kişinin yani Rüştü, Mithat ve Avni Paşaların elinde idi… Oturduğumuz sofanın sağ tarafında Avni…”

Cevdet Paşa onüç kişilik Vükela Heyeti’nin oturma düzenini ayrıntılı olarak anlattıktan sonra  devam eder: “O sırada merdivenlerden kaputu sırtında bir subay çıkıp üzerimize geldi ve yaklaştığı sırada ‘davranma Serasker Paşa (Genel Kurmay Başkanı)” diye hızla yürüdü. Reşit Paşa’nın hizasına gelir gelmez revolver tabancasını Avni Paşa’nın sinesine ateşledi…”

Salonda herkes can havliyle bir yerlere kaçışıyor. Cevdet Paşa’nın değişiyle, kendisi de dahil, “sıvışıyorlar”…

Hasan bela mı bela. Olan bitenden sorumlu tuttuğu Hüseyin Paşa’yı vurmakla hırsını alamıyor. Niyeti Vükela Heyeti’nin tümünü temizlemek.

Cevdet Paşa her şey sakinleştikten ve ‘sıvıştığı’ odadan salona döndükten sonra, bu defa “geçmiş zaman kipi”yle anlatmayı sürdürüyor: “…Mithat Paşa ve Yusuf Paşa ile ben kulları selamlık dairesine kaçtığımızda Avni Paşa ağır yaralanmış olduğu halde revolverini çıkarmaya çalışırken Çerkes Hasan üzerine doğru yürüyünce Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa arkadan yanaşıp kollarını kavrayarak tutmuş. Çerkes Hasan ise kendini tutmakta olan Ahmet Paşa’nın önce kulaklarını yırtmış, arkasından kendini kavrayan parmaklarını Çerkes kamasıyla doğrayarak silkinip kurtulmuş…”

Bizim Hasan, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa’nın öldüğünden emin olamıyor, tekrar gerisin geriye salona yöneliyor yaralı olarak yakalıyor adamcağızı. Hasan ne kadar delirmişse siz düşünün artık, ‘kamasıyla karını yarıyor’ Hüseyin Avni’nin…

Hasan öldürmeyi, Cevdet Paşa anlatmayı sürdürüyor: “…Sonra sol tarafa dönmüş sandalyede oturan Hariciye Nazırı Reşit Paşa’yı görünce başına bir kurşun sıkmış. Paşa’nın hiç kımıldamadan oturduğuna bakılırsa daha evvel korkudan can verdiği anlaşılmıştır…” ( Cevdet Paşa’dan aktaran Zecekho İsmail Seçer, Nart Dergisi,Mayıs-Haziran 2012,sayı: 85)

Hasan bu arada kendisini durdurmağa çalışan birkaç subay ve saray çalışanını da katlediyor. Cevdet Paşa toplam veriyor: On kişi… Bunların dördü general. Ee artık yeter… Sonra bir bölük asker tarafından kuşatılıyor. Mermisi biten Çerkes Hasan Paşa yakalanıyor. Alelacele yargılanıyor. Hain ilan ediliyor. Sabahına, Beyazıt Meydanı’nda dut ağacına asılıyor. Bunlar Abdülaziz’e yapılan darbeden sonra tahta oturtulan V.Murat’ın sultanlığı  döneminde yaşananlar. O çok kısa,  yıllarla değil, aylarla ölçülen bir zaman sonra V.Murat delirdi diye tahttan indiriliyor. Abdülhamit tahta oturtuluyor. İlk işi Beyazıt Meydanı’ndaki dut ağacını kestirmek oluyor. Ardından Çerkes Hasan Paşa “şehit” mertebesine yükseltiliyor. Kendisine Edirne Kapı Mezarlığı’nda görkemli bir mezar yaptırılıyor. Adına türküler, ağıtlar yakılıyor…

Enişte delisi bir kayınço… Sonu benzemesin ama kim istemez…